Paylaş
Sınırlı sayıda şefe, tam bir bölüm ayıran böylesi bir yapımda Musa Dağdeviren’i görmek Kadıköy’de doğup 25 yılını orada geçirmiş biri olarak bana mutluluk verdi açıkçası.
Dağdeviren’in hayat macerasıyla Çiya’nın ortaya çıkışı, kaybolmaya yüz tutan yemeklerin bir müze gibi bu mekanda sergilenmesine yer verildi.
Yalnızca çeşitli bölgelerde evlerde yapılan yemeklerin unutulmadan yaşatılması bile bana göre Dağdeviren’in böylesi bir yapımda yer almasına yeterli bir gerekçe…
Bununla birlikte Çiya’nın son yıllarda geçirdiği değişimi ele almadan, sorgulamadan edemedim.
Kendi topraklarından çıkan ama unutulmaya yüz tutmuş tatların toplandığı bir restoranın, günümüzde daha ziyade “turistik bir yer” halini alması, bir başka deyişle o bölgede ya da bir şehirde yaşayan insanların günlük yaşamından ve toprağından günden güne koparak “yabancı misafirin ya da ilk defa tadacak meraklı bir dostun” götürüldüğü bir yere dönüşmesi kaygı verici olmalı mı?
Buradaki durumu İmam Çağdaş’ın yolculuğuna da benzetiyorum. Genellikle Gaziantep’teki yerli halkın İstanbul’dan gelen eşlerini dostlarını götürdükleri bir yer olarak tarif ettiklerini görmüştüm İmam Çağdaş’ı…
Misafire çıkarılan, çok kıymetli porselen tabaklar gibi. Bu haliyle izlenen yol sebebiyle bu mekanların yolculuklarının daha ziyade “turistik” bir hal almasını kendi adıma şaşkınlık verici ya da üzülecek bir durum olarak görmüyorum. Hatta Anadolu’nun uzak bir köyünden çıkan bir tarifin dünyanın öbür ucundan bir damakla buluşmasını mutluluk verici bir zenginlik olarak görüyorum.
Ama yine de hayıflanıyorum işte, elbette yine de yerli müdavimleri de vardır ama, Kadıköylü birinin, bir İstanbullu’nun “ayaküstü” içeri girip “bir yağlı köfte yiyeyim” dediği bir yer konumunda mıdır hala Çiya?
Sizlerin de görüşlerini merak ediyorum. Lütfen sosyal medyadan,e-posta yoluyla ya da yazı altında yorumlamaktan kaçınmayın.
Afiyet olsun.
Paylaş