Paylaş
Mimar Serhat Akbay’ın evini ve ofisini taşıdığı Urla’nın Yağcılar köyü serüvenine önce üniversiteden arkadaşı Nevzat Sayın, ardından da Doktor Sait Ada ve tekstilci İbrahim Dilan katılır. Doğada yaşam projeleri zaman içinde bağ kurmaya, şarap yapmaya evrilir.
1999 yılında organik bağcılık yöntemleriyle ilk üzümlerini dikerler. 2021 yılında şarap üretim tesislerini ve restoran binasını açarlar. Üretim tesislerinin danışmanlığını ülkemizin önde gelen önologlarından Semril Zorlu üstlenir.
Vadinin mikroklimasına, kireçli toprağına uygun Cabernet Sauvignon, Cabernet Franc, Merlot, Syrah, Petit Verdot gibi üzüm cinslerini kendi bağlarında yetiştirirler. Bağlarında yetişmeyen Bornova Misket’ini Menderes, Chardonnay’i ise Denizli’den alırlar. Ve ortaya doğru üzümden doğru şarap felsefesiyle ‘İkidenizarası’ çıkar.
1924 yılında mübadeleyle Selanik’ten gelenlerin yerleştiği, Sığacık Körfezi ile Demirci kıyısının en yüksek noktasında kuş uçuşu mesafenin tam ortasında yani iki deniz arasında vadide yer alan, iç göçler nedeniyle nüfusu azalan ama şimdi köyün yerleşiklerinin de bağcılık yaptığı Yağcılar kendine özgü teruarıyla hiç kuşkum yok yakın gelecekte Urla Bağ Yolu’nun önde gelen duraklarından biri olacak.
BAĞIN RESTORANI
İki hafta önce İzmir Gastro Fest öncesi festivalin yerli yabancı konuşmacılarıyla birlikte gittiğimiz tesisin restoranında şarküteri ve yerel peynir tabağı, zeytinyağlı enginar kalbi, labne soslu pancarlı semizotu gibi başlangıçların her birinde malzemenin kalitesi ve lezzeti hissediliyordu. Gecenin unutulmazı, her birimizin damak hafızasına yerleşen dalında olgunlaşmış hiçbir işlem görmeden sunulan zeytinlerdi.
Ardından gelen çalkama, pide üzerinde kuzu eti, Urla muhallebisi gibi geleneksel yemeklerini de köyün yerleşikleri kadınlar yapmıştı. Her biri çok özeldi, ancak şarap eşleşmeli bir menü için şef dokunuşlu, lezzeti günümüze uyarlanmış bir menüye de ihtiyaç var. Ki onlar da bu arayış içindeler...
Bu böreğin sırrı ne?
Türk mutfağının en sevdiğim hamur işleri arasındadır börek. Ama yıllar boyu yaşadığım kötü deneyimlerin ardından dışarıda hazır börek yapan yerlerden alıp yediğimi pek söyleyemem.
Ancak iki hafta önce İzmir Gastro Fest sırasında bir stantta karşıma çıkan, görüntüsüyle bile cazip börekler tüm düşüncemi değiştirdi diyebilirim. Bir iki derken kıymalıdan patatesliye, ıspanaklıdan patlıcanlıya tüm çeşitleri denedim. Her biri çok lezzetliydi. Aradan birkaç saat geçti ne midemde ağrı ne de ağırlık hissi vardı.
Tekrar önünde kuyruklar olan, bu kez adını öğrendiğim Ülver Teyze standına gittim ve sahipleriyle tanıştım. Böreklerin sırrını ve hikâyesini dinledim. Gül ve Sait Koç sekiz yıl kadar önce emekli olunca birlikte iş kurmaya karar vermişler. Altı çalışanla birlikte yola koyulmuşlar.
Bugün yaklaşık 170 çalışanın 160’ı kadınlardan oluşuyormuş ve büyük bir bölümünün ilk işi burasıymış. Tüm ürünler el emeği ve geleneksel usullerle üretiliyor, hamur yapma ve soğan doğrayıcıları dışında makine kullanılmıyormuş.
Tabii ki tüm bu detaylar çok değerli ama beğenimin ardında yatan en önemli faktörün malzeme kalitesi olduğunu tahmin etsem de Sait Bey’den teyit almak istedim.
Sait Bey “Bizim gibi işletmelerin en önemli hammaddesi ‘yağ’. Ne yazık ki piyasa çok büyük oranda margarin esaslı hidrojenize edilmiş yağlar kullanıyor. Biz sadece zeytinyağı ve tereyağı ile üretim yapıyoruz. Erken hasat ve soğuk sıkım, çok kaliteli olan zeytinyağını Küçükkuyu’dan, tereyağını da, İzmir de 4-5 nesildir İzmir tulumu üreten bir aile işletmesinden alıyoruz. Tüm ürünler üretime başladığımız 2016 yılından beri aynı tedarikçilerden temin ediliyor” diyor.
Börekler satış noktalarının siparişlerine göre, her gün taze üretiliyor, her sabah erken saatte sevk ediliyor, gün içinde sürekli olarak pişiriliyor ve taze servis ediliyormuş. Hiçbir üründe, koruyucu, kıvam artırıcı, şekil verici katkı maddelerini kullanmıyorlarmış.
Tabii ki böyle bir etik duruş ve özenle ortaya sadece yerken değil sonrasında da insanı mutlu eden bir lezzet çıkıyor. Dileğimiz böylesi sorumlulukla üretim yapan, kaliteden ödün vermeyen yerlerin sayısının artması...
Okuyucuların seçimi
Bu yaz yüksek fiyatlar nedeniyle talep azalsa da Türkiye genel olarak uluslararası turizmin cazibe merkezi destinasyonlardan biri olma yolunda hızla ilerliyor.
Condé Nast Travel’ın her yıl yaptığı ‘Okuyucuların Seçimi Ödüllerinde Türkiye’nin Japonya ve Portekiz’in ardından üçüncü sırada yer alması da bu güzel haberler arasındaydı.
500 bin okuyucunun oylarıyla belirlenen Avrupa’nın En İyi Otelleri sıralamasında Türkiye’den de 10 otel yer alıyor. İlk beşte ise Raffles İstanbul, Soho House İstanbul, Four Seasons Hotel Sultanahmet, Yazz Collective Fethiye ve 98.19 puanla ilk sırada The Ritz-Carlton İstanbul var. Hepsini kutluyorum...
Zamanın ve mekânın ötesinde
Resimlerinde düşsel bir dünya kuran genç kuşağın önde gelen sanatçılarından Emin Turan Galeri Evin’deki ‘Oniriko’ başlıklı 10’uncu kişisel sergisinde son yıllarda sıklıkla yaptığı Portekiz yolculuklarında yaşadığı düş̧ ile uyanıklık arasındaki anlarını tuvale yansıtıyor.
Portekizcede düşsel anlamına gelen ‘onirico’ düşlerin sembolik ve zamanın ötesinde akan doğasını tanımlamak için kullanılan bir kavram. Turan da daha önceki çalışmalarında olduğu gibi bu sergisindeki yapıtlarında da metaforik sembollerle bilinç dışı halleri ve duyguları resmediyor.
Farklı bir yolculuğa çıkmak isterseniz 21 Aralık’a dek açık olan sergiye vakit ayırın derim...
Paylaş