Hürriyet Lezizz Özel Fotoğraflar: Alamy
Böyle gülümsediklerine bakmayın... Meğer çay içerken bile...
Kraliyet ailesi üyelerinin birçok özelliği gibi yeme içme alışkanlıkları da çok merak ediliyor. Sizin için birçok kaynağı tarayarak en dikkat çekici noktaları öne çıkardık.
Kraliçe sarımsak yemez. Mönüde sarımsak olmasına asla izin vermez. Kokusundan ve tadından nefret eder. Hatta sarımsağın Buckingham Sarayı'na girişi bile yasaktır. Prens Charles'ın eşi Düşes Camilla MasterChef Avustralya'ya konuk olduğunda aile üyeleri sürekli insanlarla etkileşim halinde olduğundan sarımsağın yasak olduğunu açıklamıştı. Hatta Meghan Markle'ın en sevdiği yemeklerden biri olan bol sarımsaklı Filipinler usulü tavuk adobo'dan bu nedenle uzak kaldığı da belirtiliyor.
Kraliçe kendi çiftliklerinde yetişen ürünlerin malzeme olarak kullanıldığı yemekleri severek yer. Ama çikolatayı özellikle bitteri çok sever. Bir çikolata ne kadar koyuysa o kadar iyidir. Sarayda mutlaka bulunması gereken bir diğer ürün de mangodur. Kraliçe'nin kahvaltısı da çok basittir. Kendisine plastik bir kapta mısır gevreği hazırlar yanında da biraz Darjeeling çayı içer. Kraliçe’nin günlük menüsünde her zaman çikolatalı bisküvili pasta olur. Aynı pastayı her gün azar azar bitene kadar yer. Pastasından kimsenin yemesine izin vermez, incecik bir dilim bile eksilse fark eder.
Kraliyet ailesi üyeleri seyahatlerinde gıda zehirlenmesi ihtimaline karşı, deniz ürünlerini özellikle de kabukluları isteseler bile yiyemezler. Gittikleri yerlerde aşçılara bu konuda önceden uyarı yapılır. Aile üyelerinin uzak durması gereken diğer yiyecekler az pişmiş etler ve yoğun baharatlı yemeklerdir. Ayrıca seyahate çıkarken içecekleri suları da yanlarına alırlar.
Aslına bakılırsa Kraliyet üyeleri kendilerine resmi olarak sunulmuş yiyecek ve içecekler dışında hiçbir şey yiyemezler. Yiyecekleri her şey mutlaka önceden planlanmış ve kontrolden geçmiştir. Bununla birlikte kurallar Saray dışındaki etkinliklerde esnetilebilir. Zira tüm kurallar tamamen uygulandığında Kraliyet ailesi üyelerinin bazı etkinliklere katılması imkansız hale gelebilir. O nedenle eğer yemek ya da içmek zorunda kalırlarsa da küçük lokmalar ve yudumlar alırlar.
Akşam yemekleri çok resmi bir havada yenir. Öğleden sonraları günlük kıyafetleriyle şöminenin başında oturur çay içerler sonra akşam yemeği için yukarı çıkıp üstlerini değiştirirler. Akşam yemeğine balo giysileriyle otururlar. Her zamanki gibi, abartılı kıyafetler, dekolteler yasaktır. Yemek salonuna giriş bile tahta çıkma sırasına göre belirlenir. Bu nedenle salona önce Prens George daha sonra amcası Prens Harry girer.
2002 yılında hayatını kaybeden Ana Kraliçe'ye yemek saatiyle ilgili yalan söylenirdi. Ana Kraliçe de katılacaksa, Balmoral'da akşam yemekleri 20.30'da yenirdi. Ancak Kraliçe'ye yemeğin 20.15'te yeneceği ve en son inenin kendisi olacağı söylenirdi. Diğer herkese saat 20.30 denirdi, çünkü Ana Kraliçe'nin geç geleceği bilinirdi.
Kraliçe Elizabeth'in verdiği yemeklerde misafir sayısı asla 13 olamaz. İlla ki 13'ten az ya da çok sayıda misafir davet edilir. Kraliçe aslında 13 sayısı konusunda çok batıl inançlı bir insan değildir ancak bu sayının diğer kültürlerdeki yansımalarını bildiği için misafirlerine saygıdan bu kuralı koymuştur.
Tüm davetlerde ve diğer etkinliklerde aile üyelerinin ve misafirlerinin oturma düzenlerini belirleyen özel bir ekip bulunur. Kraliçe Elizabeth yemek esnasında birinci tabak boyunca sağındaki kişiyle, ikinci tabakta ise solundaki kişiyle konuşur.
Prens Charles'ın çayları özel bir metotla hazırlanır. Dumfries Houses'ın yöneticisi Evan Samson'ın aktardığına göre, Charles poşet değil dökme çay sever. Demliğe her fincan için 1 kaşık çaya ilaveten 1 kaşık da ekstra çay koyulur. Yeşil çayın suyu 70 derece, Earl Grey'in ise 100 derece olmalıdır. Charles ayrıca organik balını doğrudan demliğe ekletir.
Kraliyet ailesi üyelerinin çatal bıçaklarını hatta çay fincanlarını tutuşlarının bile önceden belirlenmiş bir şekli vardır. Fincanın sapının tepesinden başparmak ve işaret parmağıyla tutulur. Gerekirse orta parmak sapın altına dayanarak destek alınır. Olur da bir gün Kraliçe'yle yemek yerseniz ve kurallar kafanızı karıştırırsa Kraliçe'den kopya çekebilirsiniz.
Kraliyet ailesi peçetelerini kucaklarına yerleştirmeden önce ikiye katlar. Eğer peçeteyle yüzlerini silmeleri gerekirse peçetenin iç kısmını kullanırlar. Böylece hem giysileri kirlenmez, hem de peçetenin içindeki lekeler kat yerinin içinde kaldığı için kimse görmez.
Kraliyet ailesi İskoçya'daki yazlıkları olan Balmoral Kalesi'nde Buckingham'dan tamamen farklı bir hayat yaşar. Balmoral, Kraliyet ailesinin derin nefes aldığı bir yerdir. Onları orada sürekli görebilirsiniz. Halbuki Buckhingam'da, Kraliçe çok meşguldür. Oradaki dairesiyle mutfaklar da çok uzaktır. McGrady o zamanları, "Balmoral'da Prens Philip mangal yapardı, mutfağa gelip 'Somonumuz var mı? Kraliçe’yle Prenses Margaret çilek topluyorlar, akşama onları yiyelim' derdi" sözleriyle anlatıyor.
Kraliçe sık sık saklama kabından yer. Kraliçe deyince insanların aklına altın tabaklar, altın çatal kaşıklar gelir ancak özellikle Balmoral'dayken Kraliçe meyvelerini sarı bir plastik saklama kabından yer. Ama aynı zamanda meyve yediği elmas bezeli bir tabak da vardır. Bu üzerinde üç altından at olan, mermer bir tabaktır. Elmaslar, yakutlar, safirler ve zümrütlerle bezelidir. McGrady’nin aktardığına göre değeri 30 küsur yıl önce değeri 500 bin sterlinmiş.
Kraliçe mutfağa girdiğinde herkes elindeki işi bırakmalıdır. Yemeğe 10 saat de olsa 10 dakika da olsa bu kural uygulanır. Hatta o yüzden aradan geçen yıllar boyunca Kraliçe'nin ziyaretleri nedeniyle tencereler dolusu yemeğin yandığı da söyleniyor.
Prenses Diana, bulimia sonrası çok sıkı bir diyet uygulardı. Hatta McGrady bu durumu şöyle anlatıyor: "Bir gün bana, 'Darren sen bütün yağların icabına bak, karbonhidratları da ben spor salonunda halledeceğim' demişti. Her şeyi değiştirdik. Ben Buckhingam Sarayı tarifleri defterimi bir kenara atıp sağlıklı yemekler pişirmeye başladım. Diana Saray'dayken, bulimiasından kimsenin haberi yoktu, sonradan anladık. Biber ve patlıcan dolmasını ve balığı severdi. Kırmızı et yemezdi. Yediği tek kırmızı et kuzuydu. O da eğlencelerde. Dana eti asla yemezdi."
Diana'nın misafirleri onun aynı yemeğin yağsız versiyonunu yediklerini asla bilmezdi. İnsanları kandırırdı. Örneğin konuklar için 'mousse' hazırlandığında kendisi içinde mayonez ve krema olduğu için o yemeği yemezdi. Onun için yağsız versiyonu hazırlanırdı. Misafirler hiçbir şey fark etmezlerdi.
Harry ve William fast food'a bayılırdı. Yine McGrady'nin ağzından dinleyelim: "Bir gün Prenses Diana mutfağa girip, 'Yemeği iptal et çocukları hamburgerciye götüreceğim' dedi. 'Ekselansları ben de hamburger yapabilirim' dedim. 'Çocukların asıl istediği hamburgerden çıkan oyuncak' diye cevap verdi. Evet, oğlanlar hamburger, pizza, patates kızartması severdi. Küçük birer prenstiler ama bir çocuğun damak zevkine sahiptiler."
Prens Philip bir seferinde çalışanların yemeğini daha çok beğenmiş ve onu yemişti. McGrady'nin aktardığına göre Prens Philip mutfağa geldi ve "Akşama ne yiyeceğiz?" dedi. "Sizin için kuzu budu hazırladık" cevabını alınca diğer kabı gösterip "Burada ne var?" diye sordu. Çalışanlar için hazırlananan pirzolalar olduğunu öğrenince ondan yemek istedi. Sonuçta pirzolayı Prens yedi, butu ise Saray'ın çalışanları...
Prens Philip yemeğe gelirken o kadar gösterişsiz giyinirdi ki, çalışanlardan biri zannedilebilirdi. McGrady bu durumu şöyle anlatıyor: "Bir keresinde mutfağa geldi ve ben onu bahçıvan sandım. Eski püskü kıyafetler içinde yaşlı bir adam düşünün... Ancak dikkatli bakınca Prens Philip olduğunu anlayabildim."
Kraliçe köpeklerini gerçekten her yere götürür. McGrady'nin anlatımıyla, "Bahçede başında örtüsü ve pardösüsüyle bir kadın gördüm. Anladım ki Kraliçe geliyor. Çok heyecanlandım ve ona neler söyleyeceğimi planlamaya başladım. Ancak corgi'ler bir anda havlamaya ve bana doğru koşmaya başladı. Peşimde 12 köpekle kaçıyordum ve Kraliçe arkamdan kahkahalarla gülüyordu".
Philip, Charles'ın organik yiyeceklerine itibar etmezdi. McGrady bu durumu da şöyle anlatıyor: "Harrods bize her zaman oradan alışveriş ettiğimiz için erzak dolu bir teşekkür sepeti gönderirdi. Bir gün Prens Philip mutfağa geldiğinde sepetlerden iki tane vardı. 'Harrods sepeti mi?' diye sordu. Bunların Prens Charles'ın yetiştirdiği organik sebze ve meyveler olduğunu öğrenince de 'Peh, organikmiş' dedi, kafasını salladı ve çıktı."