Kürt meselesinde esasa dönmek

PKK’nın eylemsizlik kararı, şiddete bir süre de olsa ara verdiği için iyi bir şeydir. Ama şiddet tehdidi ile sürdürülen politikaların sonucundan kesinlikle bir “çözüm” çıkmaz.

Demokratik özerklik, konfederasyon gibi sadece Kürtlerin değil, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin kaderini çizecek bir proje, “ya bu kabul edilir ya da biz silahları size doğrultmaya devam ederiz” dayatması ile tartışmaya açılamaz.
O zaman ne olur biliyor musunuz?
İşin esasını konuşup, karşılıklı anlayış iklimini yaygınlaştırmak yerine bugün olduğu gibi şiddet dili meydanlardan sokaklara, sokaklardan odalara yayılarak her tarafımızı kuşatır.
Toplumsal söylem “Teröristle görüştün-görüşmedim” üzerinden kurgulanmaya devam eder. Ve biz her gün nefreti sularız bu topraklarda.

ŞİDDETİN kesin olarak sona ermesi tabii ki görüşerek olacak. Dünyadaki diğer örneklerde de gördüğümüz gibi, Türkiye’de de herkes birbiriyle görüşecek. Ama bunun yolları da kendine özgü olacak. Kimse dışarıdan alınan bir modelin tıpa tıp burada da uygulanabileceğini düşünmesin.
Bu modeli, kendilerini barış ve çözüme adayan insanlar geliştirecek. Çözüm politikalarını halka benimsetmeye kararlı siyasi liderler ellerini taşların altına koyacak.
Diğer ülkelerden örnek alınacak tek genel doğru var o da, önce ilkelerin belirlenmesi.
İlkeler belirlenecek ki, Habur’dan girişlerde olduğu gibi çocukluklar yapılmasın. “Buyursunlar gelsinler” diye davet edilen insanlar teker teker hapislere atılmasın.
Yumuşama beklerken çatışma ortamı daha da tırmanmasın.
Bu ilkelerin nasıl, hangi yollarla, ne gibi yöntemlerle belirleneceğine ise siyaset karar verecek.
Bu süreçlerle ilgili aşırı bir şeffaflık beklemek doğru olmaz ama karartmalarla da yol alınmaz.
Hele de iletişim kanallarının bu kadar zengin olduğu bir çağda karartmalar, yasaklar, ifade özgürlükleri önündeki engellerden hiç yarar gelmez.

AVUKATLARININ son ziyaretin ardından kamuoyuna duyurdukları açıklamalarda Öcalan gelişmelerle ilgili mesajlar veriyor.
Örneğin, referandumda halkı serbest bırakma gibi yorumlanan bir önceki tavrı değişmiş. Diyarbakır’da referanduma “evet” diyeceklerini açıklayan sivil toplum örgütleri için “devletle anlaşmışlar. Tabi biz buna engel oluyoruz. Onların planları tutmuyor” diyor.
AKP, seçim yasasında baraj düşürme gibi bazı adımlar atsa, bu pozisyonun tekrar değişmesi kuvvetle muhtemel.
Aslında pazarlıklar, kapalı kapılar ardında değil, açıktan açığa yapılıyor.

SON açıklamasında Öcalan demokratik özerkliği ulus devlete alternatif olarak savunuyor. “?’Küçük bir devletimiz olsun bize yeter’ diyorlar. Bu anlayış yüz binlerce insanın ölümü anlamına gelir.” diyor.
Hatta daha derin bir tahlille “devletleşme”nin önünü kesiyor:
“Bu ulus devlet anlayışı reel sosyalizmi bitirdi. Kendi kaderini tayin etme hakkı, ister ulus devlet ister sosyalizmin ister liberalizmin görüşü olarak ortaya çıksın, nihayetinde bu kapitalizme hizmet etmektir. Marx, Engels, Lenin hepsi bunu yanlış yorumladılar.”
Demokratik özerklik talebinin tartışılması çağrısını yaparken de, “yarın seçimlerden sonra devletle çözüm önerisi tartışılırken Kürtlerin somut önerileri olmalıdır” diyor.
Çözüm önerisi devletle Kürtler arasında tartışılmayacak. Bunu hepimiz birlikte tartışacağız.
Eğer şiddete tamamen son verilse, silahlar ilelebet gömülse, esas meseleleri tartışabilecek ve hep birlikte adım atabileceğiz. Ama olmuyor. Silahların gölgesinde sadece şiddet kazanıyor. Şiddet dili besleniyor, toplum geriliyor, “alçak-sen benden alçak” kısır döngüsünün içine hapsedilen toplumun enerjisi emiliyor. Her rüzgârın önünde sürüklenir hale geliyoruz.
Esasa dönebilmek, meselelerimizi tartışabilmek için silahların tamamen susması gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları