Kırık bacak

Uzun zamandır ayağında bir ağrı vardı.

Haberin Devamı

Ayağının sağ tarafından topuğa doğru uzanan yerde. Hani orada, ayağın dış tarafının ortasında bi topcukumsu vardır ya... orasında.
 
Kızımın.
Destinam’ın.
 
Geçen hafta artık: “Okul ayakkabımı giyemiyorum Anne, acıyor...” dediğinde anladım aslında kırık olduğunu. Olabileceğini. Ayakkabı giyemedin mi, tamamdır yani. Parmaklardan biliyorum. Kırmadıysan giyersin, kırdıysan asla.
Ama okulundaki son haftasıydı. Arkadaşlarıyla son dakika iyice hani, ayrılacaksın diye bin beter can ciğer kuzu sarması olursun ya, o haldeydi. Okula gitmemezlik yapacak halde değildi.
 
Doktorumuz da seyahate gitmişti zaten. Aradım bulamadım. Suudi Arabistan’a gitmiş.
Herkese de güvenemiyorum ki bu memlekette. Bekleyesim geldi. Sanki başka doktor yok.
Bunun adı basiret bağlanması ve akıl tutulması bence.

Haberin Devamı

Neyse.
Buz kompresi yaptık. Voltaren sürdük filan. Sürekli uzatmasını söyledim.
“Ayakkabı giyme bari, terlik giy okula...” dedim, nafile. Dinletemedim.

Acıların çocuğuyum durumu vardı tipinde.
Ben de ciğersiz anne!
 
O halde, seke seke, okula, baleye her bir yere gitti.
Azimle.
Acılar içinde.
 
Anasının kızı ne olacak!
 
Çocuğuma verdiğim, geçirdiğim en kötü şey bu işte; kendine karşı acımasız ve vurdumduymaz olmak!
 
Neyse.
 
Okulun son günü kız arkadaşları geldi, yendi içildi, filmler izlendi, eğlenildi.
Kızlar Cuma günü gittiler ki, benim çocuk iflas etti.
“Çok acıyor anne!” dedi.
 
Hemen atladık hastaneye gittik. Röntgen çekildi.
 
Cuma burada, Dubai’de yani, hafta sonu ya, hani öleceksen Cuma ölmeyeceksin kardeşim, doktorlar da izinde. Ortopedist yarın görsün mutlaka dediler. Ağrı kesici verdiler, eve döndük.
 
O akşam da Sade konseri var. Hepimize bilet almışım. Ailecek gideceğiz o güzelim sese.
Aslan Cem’de ateşlendi mi acele!
 
“Oh maşallah!” dedim, “Komaz bize! Gideriz bi şekilde elbet konsere.” Ver ikisine de ağrı kesici, ateş düşürücü; al yanlarına scooterlarını. Az taşırız kucakta, az scooter sürerler gideriz yavaş yavaş... bi şekilde hallederiz ille de.
 
Ama baktım Destina ciddi topallıyor. 120km yol üzerine, 3km yürümek, artı ayakta durmak sözkonusu. Gözüm yemedi.
Bir de çok ayıptır söylemesi, Sade konserini de doya doya yaşamak istiyorum.
Anneye bak anneye! Derdi Sade!
İyi ki yememiş gözüm!
 
Ertesi gün doktora gittik ki, 2 kırık varmış çocuğun  ayağında.
“Özel bir kırık” dedi doktor. Ay özel olmasa şaşardım zaten.
Neyimiz normal ki, kırığımız normal olsun.
Yaptığı bitmek bilmeyen (çok şükür) bale ve dans sayesinde/yüzünden bağlar çekerken ve o üzerinde hip hop tepinirken mi neyse artık, anlayana aşkolsun, o büyümekte olan kemikler kırılmış işte.

Haberin Devamı

Alçıya alındı bacak acele.
 
Doktor: “3-4 hafta dans edemezsin ama” deyince nasıl ağlamaya başladığını anlatamam güzel kızımın. Yaşlar çizgi filmlerdeki gibi şeklinde kocaman bir C harfi şeklinde fışkırıp yağıyor yere. Küçük dili de sallanıyor titreye titreye.
Haydeee, o öyle olunca, ben de başladım ağlamaya.
Doktora kal geldi.

Ay doktoru düşünecek halim yoktu ki!
 
Neyse, doktor: “sen onu boşver, alçın ne renk olsun?” diye daldı gözyaşlarımıza.
Ana! Açlılar artık renkli mi yani?
Vay vay vay, biz büyüyeli ne numaralar çıkmış.

Bizimki onca renk içinden mavi seçti.
“Sonra yeşile geçeriz!” dedi.
“İyi ki mor seçmedi” dedim içimden. Hani sanki morarık fikri içime fena geldi. Ondan.
Annelik işte. Ruhumun saçma batıl halleri.
 
Bu arada tabi Fındıkkıran’a biletimiz vardı, o gün saat 2’de.
Haydeee sildik gözyaşlarımızı bastık gaza.Yetiştik gösteriye.
Afrikalı kadınlar gibi yüklendim sırtıma kızımı, mavi alçılı bacağıyla, pek bi havalı oldu girişimiz salona.
 
Mutlu mesut arkadaşıyla Fındıkkıran izlediler. Bazı yerlerde koreografiyi beğenmediler. “Hey Allah’ım!” dedim, “Zamane çocuklarına bak sen, yaş 11, eleştiri kafam kadar!”.
 
Oradan dans edemese de dans dersindeki rutinlerini izlemek istediği için, dans dersine gitti babasıyla. Daha alçı yapılalı kaç saat olmuş şunun şurasında, biz dünya turunda.
 
Ben de koştum evdeki ateşli ama ateşe rağmen kendini sokakta koşturmaktan alamayan, tırnaklarının içindeki toprak parçalarını çıkarmak için banyoya sokup diş fırçasıyla yıkamak zorunda kaldığım oğluma. Bak çocuk ateşli, ama anası sokakta koşturmasına izin veriyor yani.
Benim annelikten anladığım bu.
Çocuk koşuyorsa salarım çayıra.
 
Aslında o kirlerinin bi sakıncası yoktu. Derdim, adamı bi süre banyoda sabit tutup dinlendirmekti valla.
 
Ablasını alçıyla görünce: “Senin için her şeyi yaparım, benden iste!” derken ki hali, bunu duyan Ablasının haydaaa yine Ayşecik gibi küçük dilini sallaya sallaya ağlama sahnesi... Bunun üzerine eve bebek gelince emekleyen, biberon alan koca çocuk gibi, o da alçılıymış gibi sürekli sekerek oradan oraya maymun gibi zıplayan kardeşinin insanı zorla sinir edip güldüren trajikomedisi...

Haberin Devamı

Sürekli havlayan Bay Ginger... ama sürekli. Hav hav hav hav.

Yani gerçekten geceleri maaile havlıyor olabiliriz, o kadar içimize işledi.
 
Bir hafta sonum işte böyle geldi geçti.
 
Tabi bu arada çöldeki bahtsız deve mishali benzini biten araba, yetiştirilmesi gereken yazılara yetişmek için atılan kırk takla vesaire ay ekstraları anlatamayacağım valla.
 
Çünkü;

Hayat her şeye rağmen çok güzel.
 
Allah tedavisi olmayan hastalık vermesin asla.
 
İnsan zor zamanda bir şekilde her şeyi halledebilir oluyor. Deli kuvveti çöküyor üzerine.
Keşke kolay zamanlarda da bunu bilse. Hatta bunu aklından hiç çıkarmasa.
 
Amaaan, boşverin.
 
Gülümsemek en baba tedavi ruha.
İnadına.
Ve bedava.
 
Yonca
“kopuk”

Yazarın Tüm Yazıları