Kaynana çıkınının romanı bile yazılmıştı

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Kulağıma bir yerlerden ‘‘kaynana’’ ve ‘‘çıkın’’ sözleri takılınca konusunu kaynanalardan alan bir kitabı, Hüseyin Rahmi'nin 1927'de yayınlanan romanı ‘‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’’yu 20 küsur yıl aradan sonra yeniden okuyayım dedim. Zırdeli kaynana Makbule Hanım, kızı Vehibe ve damadı Osman Zihni tam çıkartamadımsa da bana birilerini çağrıştırır gibi oldular.

Birkaç günden beri kulağıma bir yerlerden ‘‘kaynana’’, ‘‘çıkın’’, ‘‘kaynananın çıkınındaki servet’’ gibisinden sözler takılıp duruyordu.

Derken, bir ‘‘çıkın’’ tartışması başladı. Gazetelerde ‘‘çıkın’’la ‘‘bohça’’nın farkı derinlemesine inceleniyor, bir çıkının kaç yüz bin dolar ve mark alabileceği hesaplanıyor ve servet dolu çıkınları yatağın altında mı yoksa sandık odasının tepesindeki valizlerin gerisinde mi muhafaza etmenin daha uygun olacağı konusunda derin yorumlar yapılıyordu...

Bu tartışmalar, bana konusunu kaynanalardan alan bir romanı hatırlattı: Hüseyin Rahmi Gürpınar'a ait olan ‘‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’’yu... Hüseyin Rahmi konağının izbe köşelerine çıkınlar içerisinde altınla para saklayan bunak ama erkek delisi bir kaynanayı anlatıyor, damadın kaynanası yüzünden nasıl rezil olup neler çektiğini yazıyordu.

‘‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’’yu kütüphanemde bulup yeniden okudum... Hüseyin Rahmi'nin bugünlerin Türkiyesi'ndeki kaynana tartışmalarını 70 küsur yıl öncesinden biliyormuşcasına yazdıklarından hayrete düştüm ve romanın konusundan sizlere de söz edeyim dedim:

Çocuk yaştayken babasından da yaşlı bir adama verilip genç yaşında dul kalan Makbule Hanım Beşiktaş'taki konağında kızı Vehibe, oğlu Ali Harun, damadı Osman Zihni ve torunlarıyla beraber yaşamaktadır.

Seneler öncesinden tozutmuş olan Makbule Hanım'ın iki merakı vardır: Erkek ve para... Oğlu yaşındaki gençlere göz süzüp gerdan kırarken çocuklarına parasından zırnık koklatmamakta, servetini çıkınlar ve keseler içerisinde konağın kendisine ait kısmında tutmaktadır.

Günün birinde Vassaf Bey isminde genç bir avukatla tanışır ve sırıksıklam aşık olur... Konağa gündüzden gelen avukatı geceleri odasında alıkoymakta, işe içki âlemleriyle başlayıp arkasını getirmekte, ailesi mahalleye rezil olmaktadır. Kızıyla damadı İstanbul'da nefesi kuvvetli ne kadar hoca, büyücü ve cinci varsa dolaşırlar ama kaynana bir türlü yola gelmez. Derken işi Makbule Hanım'ın esrar ve morfin cinsinden bütün uyuşturuculara müptelâ olan oğlu Ali Harun üstlenir. Önce annesini öldürmeye kalkar ama damadın mani olmasıyla bir başka yol bulur: Gider, önce annnesini, sonra da annesinin sevgilisi Vassaf'ı boyunlarından ısırır, soranlara ‘‘Beni sokakta geçen gün köpek ısırmıştı. Meğer kuduzmuş, ben de gidip annemı ısırdım, hep beraber öleceğiz ve bu rezalet son bulacak’’ der...

Aile hastahaneye kapatılır, Makbule Hanım'da kudurma alâmetleri başlar ve o sırada meselenin aslı ortaya çıkar: Ali Harun kuduz değildir. Kuduz taklidi yapmakta, annesini kuduz olduğuna inandırarak öldürmeye ve parasının üstüne oturmaya çalışmaktadır. İşe damad Osman Zihni el koyar, genç avukat Vassaf'la kaynanasını birbirine sokar ve Vassaf çekip gider. Makbule Hanım'a elli yaşlarında bir koca bulunur ve damadıyla kızı çıkınlar içindeki paralara sahip olurlar.

Hüseyin Rahmi'nin 1927'de yazdığı romanın konusu işte böyle... Zırdeli kaynana Makbule Hanım, kızı Vehibe, damadı Osman Zihni ve oğlu tam çıkartamadımsa da bana birilerini çağrıştırır gibi oldular... ‘‘Kaynanam Nasıl Kudurdu?’’ya bir göz atacak olursanız cinci hoca Kadir Efendi'nin, evin beslemesi Azmiye'nin ve diğerlerinin bana kimleri çağrıştırdığını belki de siz çıkartabilirsiniz...

Kayın ve kaynana sözlüğü

Eski sözlüklerde ‘‘kayın’’ sözünün Türkçe'nin eski devirlerinden kalma bir kelime olduğunu söylenir ve karşılığı ‘‘sıhriyet münasebetiyle aileye karışan kişi’’ diye yazılır. ‘‘Kayın’’ ve ‘‘ana’’ sözlerinden meydana gelen ‘‘kaynana’’ ise ‘‘bileşik bir isim’’dir ve Türkçe'de ‘‘kayın’’ kelimesine diğer sözlerin ilâvesiyle yapılan daha başka birçok kavramlar vardır. İşte, bu kavramların küçük bir sözlüğü:

Afife Hanım'dan kendin pişir kendin ye

Öyle bir ‘‘Koruma Kurulu’’ düşünün ki, tek meşgalesi kurul üyelerinden birinin mimar kızı tarafından hazırlanan projeleri tasdik etmek olsun. İşte, İstanbul'u nasıl ‘‘korumadığımızın’’ canlı ve son örneklerinden biri...

‘‘Koruma Kurulları’’nın ne işe yaradıklarını herhalde bilirsiniz. Tam adları ‘‘Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulları’’dır, yaptıkları iş isimlerinden de bellidir ve Kültür Bakanlığı'na bağlı olarak çalışırlar. Tarihi ve kültürel mekânların belirlenmesi, korunması ve bu mekânlarda yapılacak değişiklikler kurullarının izniyle olur.

Buyrun, sizlere koruma kurullarında olup bitenlerden küçük bir örnek ve kültür varlıklarımızın nasıl ‘‘korunmadığının’’ belgesi:

Hanımefendi, mimari profesörüdür ve sahasında otorite sayılır. Hem İstanbul Teknik Üniversitesi'ndeki hocalık etmekte, hem koruma kurullarında görev yapmaktadır.

Derken Kültür Bakanlığı birkaç ay önce kurullarda değişiklik yapar, bazı üyeleri görevden alır. Alınanlar arasında hanemefendi de vardır ve alınma gerekçesi ‘‘üyesi bulunduğu kuruldan, restoratör mimar olan kızının projelerini geçirmek’’tir. Hocanım hemen idare mahkemesine gider, bakanlığının tasarrufuna karşı yürütmeyi durdurma kararını alıp işinin başına döner. Ama herşey eski hamam eski tastır, yani proje kerimeleri hanımefendiden gelmekte ve valideleri de tasdik buyurmaktadır...

Kurullardaki görevden almalar ve iadeler geçen hafta basına yansır, hanımefendi kendisini görevden alan Kültür Bakanı'nı ‘‘rant çevrelerine hizmet etmekle’’ suçlar; bakan da ‘‘hanımefendinin alınma sebebi, kızının projelerini getirip onaylatmasıdır’’ der.

Bakanla hanım profesör arasındaki bu tartışma dikkatimi çekti, işin gerisinde neler olduğunu öğrenip belgeleyeyim dedim ve bir hayli belge toparladım... Mesela, ‘‘Tasarımevi’’ adındaki bir mimarlık şirketi, ‘‘Huber Köşkü’’ diye bilinen Tarabya'daki Cumhurbaş-kanlığı yazlık ikâmetgâhının restorasyonunu üstlenen holdinge 1995 Ocak'ında bir proje hazırlamıştı, teklif mektubunun altında hanımefendinin ve kızının imzası vardı. Tasarının mükemmel bir şekilde uygulanması kaygusuyla olacak, proje ‘‘aile boyu’’ hazırlanmış, hoca hanımın erkek kardeşine de yer verilmişti.

Buraya kadar herşey normaldi... Bir mimari profesörü kendisi gibi mimar olan kızıyla ve teknik fotoğrafçı kardeşiyle ortak bir çalışma yapıyordu.

Gariplik, iş İstanbul 3 numaralı Koruma Kurulu'na gidince başlıyordu, zira kurulun aynı yılın 6 Temmuz'unda verdiği 7536 sayılı kararının altındaki imzalardan biri profesör hanımefendiye aitti. Karar ise, restorasyon için hanımefendinin kızına yetki verilmesi...

Kararlar bitmiyor, çıkıp duruyor ve aynı kurul bu yılın 2 Haziran'ında Beşiktaş Yıldız, 61 pafta, 244 ada, 120 parseldeki tescilli yapıyla ve Üsküdar 147 pafta, 42 ada 13 parseldeki inşaatla ilgili başvuruları onaylıyordu. Kararların altında hanımefendinin imzası vardı, her iki proje de kızına aitti. Hatta bazı mal sahipleri profesör hanım yürütmeyi durdurma kararıyla görevine dönünce daha önce başka mimarlara hazırlattıkları projeleri geri alıp hoca hanımın kızına veriyorlar, mimar hanım annesinin kuruluna sunuyor, tasdik ettiriyor ve idare mahkemelerinden bütün bu belgelere rağmen yürütmeyi durdurma kararı çıkıyordu.

Merak edenler için söyleyeyim: ‘‘Profesör’’ unvanını taşıyan hanımefendinin ismi Afife Batur, kızınınki Ayşe Akyıl ve ‘‘Kızımın başvurusu görüşülürken dışarı çıkmıştım’’ gibisinden değil, ‘‘inandırıcı’’ açıklamalarını yayınlamak üzere bekliyorum.

Osmanlı Arşivleri'nde ihalesiz yeni dönem

Defalarca yazdığım kaynayan kazan Osmanlı Arşivleri'nde geçen hafta önemli gelişmeler oldu. Başbakanlık müsteşar yardımcıları arasında yeni bir görev dağılımı yapıldı ve Osmanlı arşivlerinden sorumlu müsteşar yardımcısı Dr. Füsun Koroğlu arşivleri ‘‘kendi isteğiyle’’ bıraktı.

Bir diğer hüküm ise, Danıştay'dan geldi. Hükümetin 1998 başında sözleşmeli personele yüzde 30 oranında genel zam yapılması kararına rağmen arşiv personeline bu oranın altında ve çoğu yüzde bir ile sekiz arasında değişen zamlar yapılmış, arşivciler küstürülmüş ve çoğu Danıştay'da dava açarak yürütmenin durdurulmasını istemişti. Danıştay'ın 12. dairesinin ardarda verdiği kararlarla Başbakanlık Müsteşarlığı'nın arşiv personeliyle ilgili takdir yetkisini kamu amacına uygun kullanmadığını, dolayısıyla eşitsizliğe yol açtığını belirledi ve yürütmeyi durdurdu. Osmanlı Arşivlerindeki uzmanlar maaş farklarını şimdi yasal faizleriyle beraber alacaklar.

Osmanlı Arşivleri'ni bırakan Dr. Füsun Koroğlu'na ve arşivlerin yeni patronuna yeni görevlerinde başarılar diliyorum. Ama ‘‘trilyonluk ihale’’ hayalinden hâlâ vazgeçememiş olan bazı kurumların işgüzar başkanlarıyla uyanık bilgisayar şirketlerine de hatırlatmadan edemiyorum: ‘‘Arşivleri bilgisayar ortamına alıyoruz’’ safsatalarıyla trilyonları sokağa atmaktan başka bir işe yaramayacak olan hayali projelerle protokolleri, ‘‘uygulanmamalarını sağlamak için’’ devamlı izleyeceğim.













Yazarın Tüm Yazıları