Kanlı Yunan bayrağının öyküsü

Etimolojik anlamı ile "demos" (halk) ve "kratia" (yönetim) kelimelerinin birleşmesinden üreyen "demokrasi", MÖ 5. yüzyılda ilk kez adını duyurduğunda elbet bugünkünden çok farklı bir kavramdı.

Belki "halkın kendi kendini yönetmesi" kastediliyordu bugünkü gibi ama "halk" sadece soylular ve zenginlerden ibaretti eski Yunan’da. Demokrasinin nimetleri, yani haklar sadece onlar için geçerliydi. Köleler, kadınlar, fakirler "halk" sayılmıyordu.

Atina şehir merkezinde koskoca bir kaya üzerinde kral Perikles’in sevdiği kadın uğruna inşa ettirdiği Akropolis mabedi, işte bu eski Yunan demokrasisinin sembolü sayılır.

Yine şehir merkezinde bu defa birkaç kilometre ötede, Patision ile Sturnara caddelerinin kesiştiği noktada bulunan, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra, 1836’da daha inşası bitmeden kapılarını genç beyinlere açan Teknik Üniversite (Metsovion Politehnio) binası ise yeni Yunan demokrasisinin sembolüdür.

Takvimler 14 Kasım 1973’ü gösterdiğinde bir grup öğrenci Teknik Üniversite binasına kapanarak "komünizm tehlikesi" ve "vatanı korumak" masalıyla 1967’de darbe yapıp iktidara gelen Albaylar Cuntası’na karşı direnişe geçer.

ÖĞRENCİ DİRENİŞİ HALK HAREKETİNE DÖNÜŞTÜ

Birkaç yüz öğrencinin direnişi üç gün içinde halk direnişine dönüşür ve 17 Kasım 1973’te asker tanklarla üniversitenin giriş kapısını yıkarak içeri girer. Ortalık savaş alanına dönüşür. Olaylarda kaç kişinin öldüğü onca yıl sonra bile kesin olarak bilinmiyor. Genel kanı o gün ölenlerin sayısının bir elin parmaklarını geçmediği şeklinde.

1973 Teknik Üniversite olayları Albaylar Cuntası için sonun başlangıcıdır. Cuntanın lideri değişir. Yorgos Papadopulos’tan yönetimi "devralan" ve halen cezaevinde yatan general Dimitrios İoanidis (Türkiye’de Yuanides olarak bilinir) bir yıl bile geçmeden Kıbrıs’ta darbe yapar. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi de bir anlamda Albaylar Cuntası’nın sonu olur. Fransa’da yaşayan eski başbakanlardan Konsantinos Karamanlis (bugünkü başbakanın amcası) ülkeye döner ve Yunanistan 7 yıllık aradan sonra demokrasi ile buluşur.

Geçen 35 yılda her 17 Kasım günü, Teknik Üniversite’nin önünde başlayarak Albaylar Cuntası’nın "başlıca sorumlusu" sayılan ABD’nin Atina büyükelçiliğine kadar yürüyüş düzenlenir.

1974’teki ilk yürüyüşe sağcısı solcusu, öğrencisi işçisi, emeklisi ev kadını 1 milyondan fazla insan katıldı Atina’da. Zamanla bu sayı doğal olarak azaldı, coşku dindi. Siyaset insanları "böldü". Sonuçta, geçen pazartesi günkü yürüyüşe katılanların sayısı 10 bini (sağanak yağmurun da etkisi vardı) geçmedi.

17 Kasım 1973’te yaşanan olayların "sancağı" da kanlı bir Yunan bayrağıdır.

Direnişçilerin üniversite kapısına astıkları ve tankın o kapıyı yıkarken beton kolonların üstünde bekleyen öğrencilerin düşüp yaralanmaları sonucu kanla boyanmış bir bayrak.

O gece o bayrak öğrenciler tarafından yerden kaldırılıp, saklaması için bir gazetenin (Vradini) yayın yönetmenine verildi. Albaylar Cuntası’nın devrilmesinden sonra, 1982 yılına kadar Yunanistan Talebe Birliği’nde korunan bayrağa, öğrenciler arasındaki siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle birliğin aktif faaliyetlerini durdurması yüzünden o dönemin en güçlü öğrenci kuruluşu olan PASP, yani sosyalist PASOK partisinin öğrenci kolları sahip çıktı.

17 Kasım yürüyüşlerinde daima en önde taşınan bu bayrak için PASOK partisi geçenlerde "Parlamentoya teslim edilsin" kararı aldı. Ancak, diğer siyasi partilerin yanı sıra bizzat PASP tepki gösterdi. "Bu bayrağı korumak PASOK’un değil bizim sorumluluğumuzdur. Öğrenci direnişinin bir parçasıdır ve müzelik değildir. Bu bayrak bugün parlamentoda çoğunlukta olan neslin ganimeti değildir" dediler.

Vermiyorlar işte. Haksız da değiller. O Teknik Üniversite’deki direnişin "başrol oyuncuları" bugün ya milletvekili, ya bakan ya üst düzey yönetici ya da işadamı. Hemen hepsi "sistem" ile barışık.

Otuz beş yıl sonra 17 Kasım günü, Yunan başkentinde anacaddelerin erkenden trafiğe kapanması, anarşistlerin polislerle çatışması, molotof kokteylleri, göz yaşartıcı gazlar, ateşe verilmiş otomobiller ve vitrinleri yerle bir olan mağazalar yüzünden gündemde kalıyor.

Zamanlar değişti, her şey değişti. 1973’teki 17 Kasım ile 2008’deki 17 Kasım’da bir tek atılan slogan aynı kaldı: "Psomi, Pedia, Elefteria" yani "Ekmek, Eğitim, Hürriyet".

Kıta sahanlığı geriliminin ardından

Geçen haftasonu, Doğu Akdeniz’de yaşanan kıta sahanlığı ile ilgili anlaşmazlık, istediği kadar ticaret artsın, istediği kadar kültür sanat yakınlaşması olsun, siyasi sorunlar halledilmedikçe Türk-Yunan ilişkilerinde "tehlike"nin her zaman kol gezdiğini gösterdi.

Yaşananların "Yunan versiyonu" şöyle: "TPAO hesabına çalışan bir Norveç arama gemisi, Gediz adlı Türk fırkateyninin refakatinde petrol arama çalışmaları için Meis adasının 80 mil güneyine geldi. Yunan Dışişleri’nde söz konusu bölgenin uluslararası sularda olmakla birlikte büyük bölümünün Yunan kıta sahanlığı içinde bulunduğu tespit edildi. Savunma bakanlığı haberdar edilerek bölgeye bir Yunan hücumbotu gönderildi. Hücumbotun kaptanı, Norveç gemisinin kaptanını uyardı. Atina’da Norveç ve Türkiye’ye diplomatik girişimlerde bulunuldu. Ertesi gün (cumartesi 15 Kasım) aynı durum tekrarlandı. Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani, Norveçli meslektaşı ile telefon görüşmesi yaptı. Norveç gemisini kaptanı, Atina’dan bölgedeki Yunan kıta sahanlığının koordinatlarını bildirmesini istedi. Atina koordinatları bildirdi. Norveç gemisi çalışmalarını durdurdu."

Bu bilgilerin medyaya yansıma şekli de, "Ankara, Yunanistan’a, Kıbrıs Rum Kesimi’ne ve Mısır’a kıta sahanlığı ile bağlantılı Ekonomik Çıkar Bölgesi konusunda oldu bittilere gelmeyeceğini gösterdi" şeklinde oldu. Tabii "Türk tahriki", "Türkler direncimizi ölçüyor" gibi başlıklar da eksik olmadı.

Türk Dışişleri sözcüsünün cevabı, salı günü (18 Kasım) kısa bir açıklama ile geldi: "Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Norveç bayraklı M/V Malene Ostervold isimli araştırma gemisiyle, Doğu Akdeniz’de ülkemizin deniz yetki alanları dahilinde, önceden yayınlanan seyir duyurusuyla (NAVTEX) ilan edilen araştırma sahasının içinde 14-18 Kasım 2008 tarihleri arasında jeofizik araştırma faaliyetleri icra etmiştir."

Çarşamba günü (19 Kasım) ise Yunan Dışişleri sözcüsü "Söz konusu sahada Yunanistan’ın izni olmadan herhangi bir araştırma ya da inceleme yapılamaz" diyordu.

İKİ TARAFIN KITA SAHANLIĞI TANIMI FARKLI

Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de ve Norveç gemisiyle görüldüğü üzere Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı sınırları belirlenmiş değil.

Yunanistan adaların kendi kıta sahanlığı bulunduğunu ve bu Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin kendisine bu hakkı tanıdığını savunuyor.

Sözleşmeyi imzalamayan ülkeler arasındaki Türkiye, adaların kıta sahanlığı olduğunu kabul etmiyor ve kıtasal kara parçalarını kıta sahanlığının başlangıç noktası sayıyor.

Bir diğer deyişle, Norveç gemisinin bulunduğu saha Türkiye için Türk, Yunanistan için Yunan kıta sahanlığı içinde bulunuyor.

Yunan tarafından Norveç gemisi kaptanına verilen, ancak açıklanmayan koordinatların da tek taraflı olduklarını ve bölgesel bir anlaşma sonucu belirlenmiş olmadıklarını burada vurgulamak gerek.

Zaten Elefterotipia gazetesinin "Koordinatlar Yunanistan’dan başkasını bağlamaz. Tek taraflı koordinat belirlemek de gerginliğin artmasına yönelik bir adım atmaktan başka bir şey değildir" demesi tesadüf değildir.

Kıta sahanlığı sorunu 1974’ten beri var. Bu sorun iki ülkeyi Ege’de 1987 yılında savaşın eşiğine kadar getirdi. O zamanlar iki ülkenin silahlı kuvvetleri savaş için alarm durumuna geçirildi. O büyük kriz, Türkiye’nin de Yunanistan’ın da Ege’de 6 millik karasuları dışında hiçbir petrol arama çalışması yapmama mutabakatıyla (1976 Bern Protokolü canlandırıldı) atlatıldı.

Yunan medyası geçen hafta yaşananları "1987’den bu yana kıta sahanlığı konusundaki en ciddi olay" olarak yorumladı.

Evet, siyasi sorunlar halledilmedikçe "tehlike" hep kol gezecek ama yazının başında "küçümsediğim" ticari ilişkilerin, sosyal ve kültürel yakınlaşmanın şimdi de önemine değinmek isterim.

Eğer yaklaşık 10 yıldan beri devam eden bu yakınlaşma, alışveriş olmasaydı ve onca yıllık çekişme, gerginlik, kriz zihniyeti hüküm sürseydi, Doğu Akdeniz’in suları geçen hafta belki de birbirine yakın seyreden savaş gemileriyle dolardı.
Yazarın Tüm Yazıları