İzmir ile Siirt aynı ülkede mi?

Ayşe Özyılmazel’in “Tophane” yazısını okurken aklıma tatsız sorular geldi.

Haberin Devamı

Ayşe büyük bir samimiyetle, genç bir kadın olarak İstanbul’un hangi semtlerine gidip hangilerine gidemediğini yazmış.
Okuyunca düşündüm ki, İstanbul dediğimiz zaten küçük Türkiye.
Ekonomik ve siyasi göçler, şehri ülkenin minyatürü haline getirmiş. Mahalleler arasındaki farklar derinleşmiş, birbirine uzak pek çok İstanbul türemiş.
Hiçbir kültürü diğerine yeğ tutmam.
Ayrıca insanı insan yapan illa avangard sanattan ya da klasik müzikten anlaması değildir.
Ama bir turist alıp önce Nişantaşı’na, sonra Fatih-Çarşamba’ya götürsek, ikisinin aynı şehirde olduğuna bin şahit ister.
¡¡¡
Ben düşünmeye devam ettim, sorular tatsızlaştı.
Aynı şehirde değilmiş gibi takılan semtler yoktu sadece, aynı ülkede değilmiş gibi takılan şehirler de vardı.
Aynı turisti alıp önce İzmir’e sonra Siirt’e götürsek, bu sefer de sorardı: “Bunların ikisi sahiden aynı ülkede mi” diye.
Bir tarafta Akdeniz kanı taşıyan, Selanik ve Trieste’yle kuzen bir İzmir...
Diğer yanda Kerkük ve Musul’un akrabası, Mezapotamya’nın evladı Siirt...
Hayata dair kabulleri, “Türkiye” deyince düşündükleri, “dünya” deyince hissettikleri apayrı...
İzmirli arkeoloji öğrencisi turist gibi takılıyor Botan Vadisi’nde, Siirtli genç neredeyse yabancı işçi Kordon’da.
Şu hayatta ay-yıldızlı bayrak dışında onları buluşturmaya çalışan yok.
Bu yüzden her geçen gün biraz daha kaybediyorlar birbirlerini, tıpkı Cihangir’le Tophane’nin kaybetmesi gibi.

Gülünü sev, dikenine bakmadan

Haberin Devamı

“Küçük Prens gibi yap” dedi: “Gülünü sevmeye bak, dikenine bakmadan.”
“İnsanı mutlu eden bencilce sevilmek peşinde koşması değil, sevmeyi bilmesidir” dedi: “Sevmektir hayatı zehir eden korkunun panzehiri...”
Kaç yıl sonra açtım sayfalarını Küçük Prens’in, altın sarısı saçlarını okşadım. Ne kadar dikenli olsa da, gül nasıl sevilirmiş anladım.
Sonra indim uçağımla bir çöle, beklemeye başladım. Küçük Prens’inki gibi başak tarlasıydı küçük oğlumun saçı, babalar gibi kokladım.

Kaleciler de ağlar

Görüntü içler acısı: İtalya ligindeki maçta Roma kalecisinin ayak bileği kırılıyor.
Julio’nun oyundan hemen çıkarılması gerek ama oyuncu değiştirme haklarının hepsini kullanmış Roma. Takımın kalecisiz oynaması da imkânsız.
Çaresiz kalmış oyunda Julio: Kırık ayak bileğinin acısından hüngür hüngür ağlayarak.
Maçlarda sakatlanan oyuncuların eşi dostu için üzülürüm hep. Julio’nun ailesi o gözyaşlarını görünce kim bilir neler hissetmiştir.
Futbol bazen de bize bu insanca empatileri kurdurabildiği için güzel.
Kaleciyse Sunay Akın’ın vaktiyle dediği gibi: Bütün arkadaşları ona sırtlarını dönseler de takımına sırtını asla dönmeyen kişi.

İncir  Çekirdeği

Haberin Devamı

Çocuğa büyük ayıp: Çocuk muamelesi.

Yazarın Tüm Yazıları