Hobiyle mutlu son mümkün mü

Hobisini işe çevirerek mutluluğu yakalayanlarla, bunu yapamayanlar arasındaki fark belki yetenek, hırs, beceri eksikliği gibi kalın bir çizgi... Belki birilerinde olup da diğerlerinde olmayan şey cesaret. Belki de temel fark bir şeyi yapmayı sevmekle ona tutkuyla bağlanmak arasındaki kadar derindir kim bilir?

Bir dergide bu devirde mutlu olmanın sırrı insanın hobisini işe çevirmesinden geçiyor yollu bir cümle çıktı karşıma.
Kim ki hobisini işe çevirmiş, para da mutluluk da peş peşe gelmiş, yazılana bakılırsa...
Önce gözüme ‘iki kere iki eşittir dört’ gibi basit göründü bu mutluluk formülü ama biraz düşününce o kadar da kolay olmadığını anladım.
Bir kere hobi dediğimiz şey, herkeste bulunmuyor. Hobi dendiğinde insanın yüzüne dümdüz bakanlar olduğu gibi ne kadar çabalarsa çabalasın asla işe çevirilemez hobileri olanlar da az buz değil... Boğaz’ın iki kıyısına, Galata köprüsünün iki yanına dizilip gün boyu olta sallayanlar nasıl yapacak da hobilerini işe çevirecek mesela? Balıkçı olmaya kalksa, tek olta yetmez, balıkçı açmaya kalksa sermaye denkleşmez.
Göçmen kuşları gözlemleyen biri mesela, nasıl olacak da bu işten para kazanacak?
Bunun gibi onlarca örnek sıralanabilir bardağın boş kısmına bakılınca.
Ama dolu kısmına bakarsak karşımıza yığınla örneğin çıkacağına da adım gibi eminim.
Hobisini işe çevirmiş ilk tanıdığın kimdi derseniz, Nusret Pulhan’dı derim. Aile dostu Nusret Amca tam anlamıyla filateli tutkunuydu. Tepebaşı’nda ailesiyle yaşadığı ev ne kadar dönemin sanatçılarının uğrak yeriyse, apartmanın giriş katındaki küçük ofis pul tutkunlarının uğrak yeriydi. Hayatı boyunca pul topladı, aldı sattı. Pulları ölesiye sevdi, sevgisinin nişanesi olarak da kendine Pulhan soyadını seçti.

DİPLOMASİDEN TİYATROYA /images/100/0x0/55ea9558f018fbb8f8897541

Onun dışında aklıma Gencay Gürün geliyor mesela... Genç bir diplomatken gittiği Londra’da gönül verdiği tiyatronun onun ve bizim hayatımızda tuttuğu yeri bilmeyen var mı?
Kuzenim Vitito... Doğaya ilgisi değil miydi onu ülkenin belki de ilk ekoloji gurusu yapan?
Ya da Levent Sami mesela... Motor tutkusu değil mi onu İstanbul’un en afili motor dükkanlarından birini sahibi yapan?
Rebecca Çetin de bu kategoriye girmez mi? O da yogaya gönül verip, yoga salonu sahibi olanlardan değil mi?
Saymaya başladım ya pasta yapmayı sevip pastane kuran, yemek yapmayı sevip aşçı olan, müziğe gönül verip kulüp açan tanıdık tanımadık yüzlerce isim sökün ediyor aklıma.
Bu insanların tümü de hobilerini işe çevirmiş kişiler... Dergide yazanları doğru kabul edecek olursak, mutlu ve paralı olduklarını da düşünebiliriz.
Peki onları diğerlerinden ayıran ne?
Diğerleri derken hobisi olmayanlardan değil, olduğu halde bunu işe dönüştüremeyenlerden söz ediyorum.
Aradaki fark belki ince bir çizgidir.
Belki yetenek, hırs, beceri eksikliği gibi kalın bir çizgi...
Belki birilerinde olup da diğerlerinde olmayan şey cesarettir.
Belki de temel fark, bir şeyi yapmayı sevmekle ona tutkuyla bağlanmak arasındaki kıyas kadar derindir kim bilir?

GÖZLERİNİN İÇİ GÜLÜYORDU

Dün öğle yemeğinden çıktıktan sonra ne zamandır uğramadığım Nişantaşı’na gideyim dedim. Öylesine, avarelik etmek için. Ne zamandır yüzünü göstermeyen güneşe aldanıp önce yürümeye niyetlendiysem de, buz gibi poyraz bunun soğuk algınlığıyla bitecek bir niyet olduğunu yüzüme vurdu. İlk taksiye meylettim ve Shopping Festival’le daha da şenlenmiş gibi duran Abdi İpekçi Caddesi’ne gittim.
Taksiden inmemle birinin ‘Figen’ diye seslendiğini duymam bir oldu.
Döndüm ki, arkamda koşa koşa bana doğru gelen Pınar... Kaç zaman oldu görüşmeyeli bu fırsat kaçar mı, hadi dedik gidip Zanzibar’da bir kahve içelim. İçtik de. Hem de birbiri üstüne üçer tane...
Pınar beni evvel emir şaşırtagelmiş biridir. Bu sefer de kuralı bozmadı ve şu sırada uğraştığı işleri bir bir sıraladı.
Pınar’ı bilenler bilir. Arkeoloji okuduktan sonra kendini antika dünyasının içinde bulmuş biridir Pınar Hakim. 25 yıl antikayla uğraşıp didiştikten sonra, daha doğrusu uğraşıp didişirken kendine yepyeni bir hobi edindi. Beykoz’daki cam atölyesinde üfleyip,kesip biçimlendirdiği cam, onu resmen büyüledi. Önce boncuklar yapmaya başladı. Her biri farklı her biri birbirinden güzel. Derken onları internet üzerinden satmaya başladı. Bu cam tutkusu onu dünyanın dört bir yanındaki atölye çalışmalarına sürükledi. Cam ustalarıyla tanıştı, sergiler açmaya başladı ve gel zaman git zaman boncuk yerini yavaş yavaş başka cam işlerine bırakmaya başladı.
Dün kahve içerken son yaptıklarının resimlerini gösterdi. Kandiller, Fatima’nın elleri, bardaklar, mumluklar...
Bu kadar mı güzel olur, el kadar billur?
Geçen Şubat’ta Paris’teki Maison Objet fuarına katılmış ve siparişlerin ardı arkası kesilmemiş.
Louis Vuitton bile bir koleksiyon hazırlamasını istemiş.
İKSV ve Harvey Nichol’s’ta satılıyor şimdilik yaptıkları... Bir de elbette internette...
Yaptıklarını ve yapacaklarını anlatırken resmen gözünün içi gülüyordu.
Mutluluğun sırrı hobisini işe çevirmekten geçiyor deniyordu ya... Doğru galiba.
Yazarın Tüm Yazıları