Her köşe başına afişlerle adını yazmasaydı, çektiğimiz her çilede imzası bu derece batmazdı

Az önce annemle telefonu kapattık. Benim bu aralar başım "biraz" kalabalık, tempom "hafif" yoğun olduğu için babamla İstanbul’a, popomu toplamaya geldiler. Bir de tabii, işte, hasretlik; özleştik halleri filan...

"Nerdesiniz? Vardınız mı? Koordinat bildir" diye sordum; "Kadir Topbaş’a ’Hoşbulduk’ diyoruz" dedi. Bir önceki kavşakta da "You’re welcome" (Bir şey değil) demiş.

İstanbul sakinleri tahmin edecektir. İlki "Welcome to İstanbul" (İstanbul’a hoşgeldiniz) tabelalarından, ikincisi de "Tırı vırı kavşağını da şu tarihte şey ediyoruz. Sabrınız için teşekkür ederiz" tabelalarından birine cevaben...

Sormayın, kendisi, valide yani, ayak bastığı yere anında adapte olabildiği gibi, her lisanda muhabbete böyle tersten çakmayı da haiz bir hanımefendidir. Ben onun kinayelerinden ölmeyip de bu yaşıma kadar çıktıysam, Kadir Topbaş’a bişicikler olmaz yani...

Gelir gelmez sinirleri tepesine fırlamış; "Aman al İstanbul’un senin olsun!" diyor. İzmir’den İstanbul’a koskoca yolu şuncacık saatte gelivermişler de onun yarısı kadar sürede bir köprüyü geçememişler de... Söyleniyor...

Akşam da Nevizade’de yiyeceğiz muhtemelen; "Sen şimdiden bu makamı tutturduysan, akşamı düşünmek bile istemiyorum. Dikkat et ortalıkta öyle yüksek sesle söylenme, sonra İstanbul belediyelerinin topundan kınama alırız, haberin olsun" dedim.

BEN HAKARETİ HİİİÇ ÜZERİME ALINMADIM

Haberi okuyanlar okumayanlara anlatsın: Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) ödül törenini sunan Atilla Dorsay, Çağan Irmak’ın ödülünü vermek üzere sahneye davet ettiği Kadir Topbaş’a; "Size Kadir Bey demeyeceğim, bey lafını kullanmak istemiyorum. Beyefendi demeyeceğim, Beymen demeyeceğim, beygir demeyeceğim, çünkü her şey bana Beyoğlu’nu hatırlatıyor, Beyoğlu’ndan bahsetmek istemiyorum" demişti.

Bunun üzerine 54 ilçe ve belde belediye başkanının adının yer aldığı bir açıklamayla Atilla Dorsay kınandı.

Zira Dorsay’ın sözleri, "bir eleştirmen ve sunucudan beklenmeyen bir durum; Türk örf, gelenek ve adabına uygun olmayan bir takdim" olmuş. Zira efendim, "Belediye başkanları, seçilmiş olduğu bölgenin temsilcisi olarak görev yapmakta"ymış, "hizmet sorumluluğunun hesabını da halka vermekte"ymiş. "Halk adına halkın sorunlarını çözmek gibi kutsal bir görevi ifa eden temsilcilerin bu şekilde itham edilmesi, kişiye değil topluma yönelik bir hakaret"miş. "Buradan hareketle, Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’a yapılan bu hakaret, tüm İstanbullulara yapılmıştır"mış...

Valla, şahsen, ben o hakareti hiiiç üzerime alınmadım. (Beyoğlu’nda attığım her adımda paçama sıçrayan çamuru hakaretten sayıyorum ama, ayrı...) Bunun yanında, Dorsay’ın hangi sözü hakaret içeriyor, onu da anlayabilmiş değilim. Beymen, şık bir markamız olarak, hakaretamiz sayılmamıştır tahminim; bey ya da beyefendi de hakaretamiz olmasa gerek?

Beygir, diyeceksiniz. Ben zarafetiyle meşhur Dorsay’ın; Kadir Topbaş’a beygir dediğini de algılamadım bu sözden. Hani olsun olsun, çalışmalar dolap beygiri temposunda ilerliyor, yani dön baba dön, ilerlemiyor şeklinde inceden bir kinaye, beeelki vardır. Neticede burada esasen vurgulanan, söz konusu kelimelerin başını tutmuş o "bey" değil mi?

Kadir Topbaş, koskoca şehirde önünüze çıkan herrr üstgeçide, herrr köşe başına afişler afişler afişlerle adını yazmasaydı, belki çektiğimiz her çilede, imzası gözümüze bu derece batmazdı.

Ah ama işte, reklamın iyisi kötüsü meselesi. Kötüsü, reklamın yani, maalesef oluyor.

Yalan mı söyleyelim yani, kendisi öyle istemiş ki o -artık onlara da nasıl bir bütçe ayrıldıysa, herhalde en az bir tekstil fabrikası kalkınmıştır- adım başı önünüze çıkan afişler sağolsun, bana da her şey, beeey, beeey, beeey, Kadir Bey’i hatırlatıyor.

İnsanların teni bile anadilinde konuşur

İşimiz kelimelerle ya, algıda seçicilikten olsa gerek, geçtiğimiz haftalarda yayınlanan iki haber, özellikle dikkatimi çektiği için kenara not almışım.

Birisi Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO), dünyada konuşulan 6 bin dilin yarıdan fazlasının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dair açıklaması.

Şöyle ki, bu dillerin korunması amacıyla ilan edilen "Dünya Anadil Günü", UNESCO üyesi ülkelerde kutlanmış. (Bizim aşırı milliyetçi arkadaşlar kaçırmış olacak. O gün havaya sıkılan kurşun sayısında dikkat çekici artışa dair ayrı bir haber gördüğümü hatırlamıyorum?) Örgütün Paris’teki merkez binasında, gün dolayısıyla dil çeşitliliği, ABD, Afrika ve Asya’daki azınlıkların karşılaştığı zorluklar ve onların dillerinin korunması konulu bir konferans düzenlenmiş.

UNESCO Başkanı Koichiro Matsuura, ortalama her iki haftada bir, bir dilin kaybolduğunu vurgulamış ve "Dil, bireyin kimliğiyle derinden ilişkilidir, bir dilin ölümü, bir dünya görüşünün kayboluşudur" demiş.

Örgütün Genel Kurul Başkanı Musa Bin Cafer Bin Hasan da, "Azınlıkların konuştuğu dillerin, diğer dillerin ağırlığı altında ezilerek yok olmaması gerektiğini" söylemiş. Bunun yanında, İngilizce’yi baskın dil haline getiren küresel dalgaya karşı gelmenin zor olduğunu da kabul etmiş; ayrı...

SİZİN EN SEVDİĞİNİZ TÜRKÇE KELİME NE

AB genelinde, velilerin çocuklarının öğrenmesini istediği yabancı diller sıralamasında İngilizce, Fransızca ve Almanca önde geliyormuş.

AB’nin kamuoyu yoklamalarından sorumlu kurum Eurobarometre’nin verilerine göre, Türklerin yüzde 72’si çocuklarının İngilizce öğrenmesini tercih ediyormuş.

İkinci haber, British Council’ın şubat ayı içinde İngilizce kurs öğrencileri ve kütüphane üyelerine duyurduğu bir yarışmayla, adaylara en sevdikleri Türkçe kelimeyi sorması.

Aynı yarışma, 2005 yılında British Council’ın kuruluşunun 70. yılını kutlama programı çerçevesinde Dünya’nın 102 ülkesinde, 40 bin kişinin katılımıyla gerçekleşmiş.

İlginçtir, anne, tutku, gülümseme, aşk ve sonsuzluk kelimeleri ilk beş sırayı alırken, baba kelimesi ilk 70’e bile girememiş.

Ancak Türkiye’de durum farklı olmuş -ki olmasa şaşardık- baba kelimesi ilk 30’da yer bulabilmiş.

Türkiye’deki yarışmada da en sıklıkla rastlananlar, yine anne, barış, canım, su, umut, mavi, merhaba, hayat, şey, aşk, gönül, günaydın, haydi, Türk, yağmur ve mutluluk kelimeleriymiş.

SIRF ONUN İÇİN İNSAN LÜZUMSUZ CÜMLE KURAR

En Sevdiğim Türkçe Kelime yarışması için çeşitli şehirlerden yapılan 382 başvuru, öncelikle British Council çalışanlarından oluşan dört kişilik bir jüri tarafından ön elemeden geçirilmiş. Finale kalan 30 aday arasından üç cümleyle en orijinal açıklamayı yapan 16 adayı Sunay Akın belirlemiş.

Bu arada Sunay Akın’ın en sevdiği kelime de "anne koktuğu için" teyzeymiş. (Şahsen Sunay Akın’ın yerinde olsaydım, Sunay Akın’ı bu açıklamayla finale sokmazdım, ayrı...)

Daha evvel benim de muhtelif vesilelerle muhatabı olduğum bir sorudur bu: En sevdiğin Türkçe kelime?

Hiçbir seferinde de bir şeyde karar kılamamışımdır. Sophie’nin seçiminin bir ordu dolusu çocuklu versiyonu gibi bir şey bu. Dönemine göre, durumuna göre, içeriğine göre, telaffuzuna göre değişir ki, onda da her kategoride en az onar kelime düşüyor insanın zihnine anında.

Öyle güzel kelimeler var ki konuyla alákalı olsun olmasın, sırf onu kullanabilmek için etrafında lüzumsuz cümle kurar insan.

Ayıptır söylemesi, İngilizce’ye hani neredeyse anadil kıvamında hakim olmama rağmen, şahsen, yurtdışından biriyle aşka düşmemin imkánsız olduğuna kaniyim. Zira hayat dilde var olur bana sorarsanız ve insanların teni bile anadilinde konuşur.

Ve Türkçe, Allah’ım, nasıl güzel bir dildir. (Ki bunu, çok zaman okurdan, "Araya niye yabancı dilde ya da eski Türkçe kelimeler kullanarak lisanı dejenere ediyorsun?" şeklinde fırçalar yiyen biri olarak söylüyorum. Yanlış anlaşılma olmasın, asla ve kat’a Öz Türkçe’cilerden değilim; olmam da mümkün değil, zira bunun zaruri ve hatta doğru olduğuna inanmıyorum.)

BANU ALKAN’IN EN GÜZEL OLMASI GİBİ

"Lafı yine kuyruğundan dolandırdın, bütün bu kakofoni bir yere varacak mı?" diye soracağını adım gibi bildiğim, gözünün yağını yidiğim (!) okuru; demem şudur ki:

Dillerin kaybolması hadi bir derece fena da, dilin, yani sözün hükmünün kalmamasında yatıyor esas vahamet.

Meselá benim izanımca Başbakan’ın "Herkes kendi işine baksın, biz her şeyi şahane götürüyoruz ama ah o kaka medya yanlış yansıtıyor" fırçalarının, Unakıtan’ın sütten çıkmış ak kaşık olduğunu söylemesinin ("Eleştirilerden rahatsızlık duymuyorum" cümlesini inandırıcı bulurum bakın!), Kürşad Tüzmen’in hesabını veremeyeceği hiçbir işinin olmadığını, bunların "icraat veren vatanperver bakan taşlanır" hesabının bir uzantısı olduğunu iddia etmesinin, benim bünyede yarattığı efektin, Banu Alkan’ın dünyanın en güzel kadını olduğunu söylediğinde yarattığından bir farkı yok zira.

Yanisi, tashihli konuşmak bir yana, boş konuşmanın tashihi mümkün değil ya...

Evet, haklısınız, yine laf döndü dolandı aynı yere geldi... Yapacak bir şey yok, ne yapalım, biz de bu durumda ezber yapıyoruz, ezberden yaşıyoruz azizim: Hayatta başka bir şey olup bitiyor da biz atlıyorsak, alalım; bu konuda mahcup olmaktan duyacağım saati tariften acizim...
Yazarın Tüm Yazıları