Hayatın rengini algılamak

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Rengarenk bir dünyada yaşıyoruz, farkında mısınız? Tabii büyük kentlerde yaşayıp renkleri görebilmek çok zor. Ama olsun, büyük bir kentte yaşıyor da olsanız, biraz etrafınıza bakının. Azıcık da kalmış olsa, yeşillikler, ağaçlar ve de bunlara konan kuşlar var.

Yürüdüğünüz yolda kafanızı kaldırıp çevrenize alıcı gözüyle bakın. Renklerin çeşitliliği karşısında şaşıracaksınız. Üstelik ışığın değişimiyle renkler de farklılaşıyor ve her gün geçtiğiniz yol, gözünüze daha bir başka görünüyor.

Mesela güneş bulutların ardına saklandığı zaman, sabahın erken saatleri, güneşin tam tepede pırıl pırıl parladığı saatler, gurup vakti... Her bir an, başka renkler...

Peki, ya hayatımız?.. Hayatımız nasıl?

Elbette ki, tüm renkler hayatımıza da yansıyor. Ya da hayatımız, renklere yansıyor.

Paradoks gibi oldu ve kafanız karıştı sanırım. Bunu biraz daha açmalıyım.

Aslında paradoks falan yok. İnsan olmazsa, ne renk olur, ne de başka bir şey. Ama, bizimle birlikte her şey var. Düşünebildiğiniz, ne varsa, her şey.

Düşünebildiğiniz, diyorum. Çünkü, düşüncenizde olmayanı göremiyorsunuz. Baksanız bile seçemiyorsunuz.

Düşünceleriniz ne kadar zenginse, dünya da o kadar renkli bir çeşitliliğe sahip. Renkler de öylesine zengin.

Düşünceleriniz kısırlaştıkça, ki bu yanlış bir ifade oldu. Aslında o kadar da yanlış değil. Zira insanlar olaylar karşısında dumura uğrayıp öğrendikleri her şeyi unutabiliyor ve hiçbir şey düşünemeyecek hale gelebiliyorlar. Tabii bu durumda da düşünceler kısırlaşmış oluyor.

Ama benim anlatmak istediğim bu değil. Bu durum başka bir zamanın konusu olabilir. Lakin şimdi kısır düşünceye sahip olmaktan, at gözlükleriyle dolaşmaktan, öğrenmek, bilgilenmek gibi fikirleri olmaktan uzak olanlardan bahsetmek istiyorum. Yani düşüncelerin zenginleşmesi için bir şey yapmayanların, renklerin çeşitliliğinden de haberdar olamayacağını anlatıyorum.

‘‘Aman canım, böyle bir şey mümkün mü? İnsanın düşüncesiyle, gördüğü renklerin ne bağlantısı var?’’ diyebilirsiniz. Siz de etrafınıza bakıp bir çok rengi ayırd edebildiğinizi ama düşüncelerinizin de yaşadıklarınız yüzünden iyice kısırlaşmış olduğunu öne sürebilirsiniz.

İlk bakışta doğru gibi görünüyor. Fakat, doğanın parçası olan insanın algıladıkları, düşünceleriyle doğru orantılı oluyor, iddia ettiğiniz gibi ters orantılı olmuyor. Yani hem bir şey bilmeyeceksiniz, hem de baktığınız anda şıp diye görebileceksiniz, öyle mi? Yok öyle bir şey.

Şayet şu anda duygusal bir sarsıntı geçiriyorsanız ve de düşünceleriniz kilitlendiyse, neye takılı kaldıysanız sadece onu görürsünüz. Mesela griye odaklandıysanız, etrafınız gri olur ve de başka bir renk seçemezsiniz. Hem de bütün renkleri biliyor olsanız bile...

Şimdi, duygularla renklerin ne bağlantısı var, diyenler olabilir. Yokmuş gibi gözüküyorsa da, doğrudan bağlantısı var. Hem de göbek bağı kadar hayati bir bağ.

Düşünce, renkler derken şimdi de hayata bağladın işi, demekte çok haklısınız lakin hayatımızla renklerin bağlantısı öylesine önemli ki, içinde bulunduğumuz durumun apaçık bir göstergesi.

En iyisi baştan anlatmaya başlıyayım. İnsan doğanın parçası dedik. Doğayla tam bir bütünlük hali içinde (Kendisi farkında olmasa bile, doğaya hükmetmeye çalışıp, değiştirmeye uğraşsa bile) doğada bulunan ne varsa, insanda da mevcut. Ve bütün bunlar davranışlarından duygularına, düşüncelerine yansıyor ve hayatını belirliyor.

Ve de insanın yaşadığı hayat, dünyayı nasıl algılayacağını belirliyor. Ve de biz rengarenk bir dünyada yaşıyoruz. Fakat, öğrendiğimiz temel yedi rengin dışında başka renk seçemiyoruz. Bazen bunları bile algılayamıyoruz.

Çünkü, bizim kendi rengimiz var. Ve de bu rengin içinden bakıyoruz. Düşüncelerimizin, yaşadığımız olayların rengi, çevremizdeki renkleri algılamamızı etkiliyor.

Tıpkı güneş bulutların ardına çekildiği zaman ile güneşin tepede parladığı zaman renkler nasıl farklı görünüyorsa, bizim düşüncelerimiz de tıpkı bulut gibi araya girip renkleri algılamamızı değiştiriyor.

Aniden yaşadığımız sürpriz olaylar birden bire açan güneş gibi ya da birden bire kara bulutların ortalığı kaplaması gibi çevremizi algılamamızı etkiliyor.

Ve biz aniden meydana gelen bu durum değişikliğine ayak uyduramıyoruz. Çünkü, düşüncelerimiz hala güneşin parlak olduğu saatlerdeki renklerde takılı kalmış. Ve de ışıkla birlikte değişen renkleri algılayamıyoruz. Gözümüz uyum sağlamıyor sanki. Çünkü, düşüncelerimiz kilitlenmiş durumda.

Halbuki, doğada var olan en uyumlu varlık insan. Gözü de, bedeni de büyük bir hızla uyum sağlayabilecek yetenekte. Ne var ki, düşünceleri değil. Kısır düşünceye sahip olanın hiç değil.

Şayet düşüncelerini o ana çevirmeyi başarabilse, uyum sağlayabilse, renklerin yine ne kadar çeşitli olduğunu algılayabilecek. Dikkatini o duruma yoğunlaştırdığı zaman renklerin gizemli biçimde pırıldadığını ve de bildiği gibi olduğunu görebilecek.

Tabii bunun için o rengi daha önce öğrenmiş olması gerekiyor. Yoksa, gri bir gökyüzünün altında önceden bilmediğiniz renkleri seçemezsiniz. Düşüncenizde oluşmamış bir şeyi algılayamazsınız. Sadece grilerle kaplı bir yeryüzünde yaşadığınızı sanırsınız. Ve de o dakika sizin renginiz de gridir.

Düşüncelerinizin zenginliği öğrendiğiniz renklerle sınırlı. Ve de tıpkı dünya gibi her bir insanın, her bir olayın başka bir rengi var. Kısacası hayat rengarenk, yeter ki, algılamayı başarın. Böylece yaşayabilirsiniz, diyorum, Yasemin'ce...

Yazarın Tüm Yazıları