Güz saati

Her altı ayda bir yelkovanı bir ileri, bir geri alsak bile, asla dokunamadığımız akrebin ağulu iğnesi zehrini damla damla ve gıdım gıdım hayat iksirimize akıtıyor.

İşte "yazdan kalan son hatıra" da gitti. Geçen hafta bugün kış saatine, daha doğrusu normal saate dönülmesini kastediyorum. Lamı cimi yok, şimdi iyiden iyiye sonbahara girmiş olduk ki, pastırma yazı veya bunun Amerikancasıyla "Kızılderili yazı" falan diye artık kendimizi kandıramayız.

Yaz bitti ve de adyö!

Nitekim, sanki arkamdan kovalayan var, bendeniz daha cumartesi akşamından itibaren, eski usûl ve yeni usûl, evde ne kadar saat varsa hepsinin yelkovanını bir tur geri aldım.

Tabii burada "eski usûl-yeni usûl" derken saatin alaturkasını ve alafrangasını kastetmiyorum.

Çünkü, bilmem farkında mısınız, günlük hayatta kullandığımız zaman göstergelerinin sayısı muazzam bir hızla arttı.

Geçmişte bir kol, bir duvar, hadi bilemediniz, belki bir de çalar saatimiz vardı.

Şimdi öyle mi?

*

Değil ve modern teknoloji cep telefonunu, pilli radyoyu, bilgisayar ekranını, müzik setini, video aletini, hatta ve hatta fotoğraf makinesini bile ayrı ayrı saat ekranlarıyla donattı.

Artık kurtuluş mümkün değil, zamanın kahredici akışından kaçmak istiyor olsak bile, nereye baksak, nereye dönsek, nereye secde etsek, o akış an be an gözümüzü çıkartıyor.

Son çare, insan Heidegger felsefesinden, izafiyet teorisinden, kuantum fiziğinden falan medet umuyor ki, tabii aslında hiçbir işe yaramıyor.

Tanpınar Usta’nın "Saatleri Ayarlama Ensitüsü" romanı dahi işe yaramıyor.

Her altı ayda bir yelkovanı bir ileri, bir geri alsak bile, asla dokunamadığımız akrebin ağulu iğnesi zehrini damla damla ve gıdım gıdım hayat iksirimize akıtıyor.

Neyse de, aslında sonbahar hakkında bir yazı yazmak istiyordum.

Oysa, melankoliler ve romantikalar mevsimi olan o sonbahara yaz saati-kış saati gibi özünde sonsuz maddi, sonsuz iktisadi ve dolayısıyla da sonsuz somut bir girizgáhla başlamak, söz konusu melankoli ve romantikayla hiç bağdaşmıyor.

Örneğin, Paul Verlaine’nin "Sonbahar kemanının uzun hıçkırıkları / Yaralar kalbimi hep yeknesák ayrılıkları" diyen duyarlılık mısraları nerede; láfa petrol fiyatlarından girip, günlerin kısalmasıyla birlikte enerji harcamasının artacağını; dolayısıyla da, faturanın 29 Ekim’den itibaren çok fena halde el yakacağını söylemek gerçekçiliği nerede?

Bir "asil", diğeri "avam"!

Birincisi metafizik, ikincisi merkantil!

Fransız şairin "hıçkırık", "kalp", "ayrılık" gibi kelimeleri ruh dünyamıza hitáp eden bir hissiyatla; farklı saat uygulaması ise "varil", "borsa", "soba" gibi, olsa olsa "kese dünya"mızı ilgilendiren bir maddiyatçılıkla bütünleşiyor.

*

Tamam, belki hemen yukarıdaki dizelerin BBC mikrofonunda 1944 Normandiya Çıkarması’nı haber veren parola olarak yayınlandığını hatırlatacak ve dolayısıyla, "sonbahar şairaneliği"nin bombaya, mermiye, mayına dönüştüğünü ekleyeceksiniz ama, öz değişmez.

Değişmez, çünkü Verlaine her halde "uzun hıçkırıklar" derken, topçu subayının bununla firkateyn bataryasına "uzun menziller" komutu verileceğini tahmin etmemişti.

Kaldı ki, Çıkarma’nın 6 Haziran’da, yani tam ilkbahar nihayeti yaz başlangıcında gerçekleştiği düşünülürse, müttefikler parola olarak "Güz Şarkısı"nı seçmesi kadar abes bir şey düşünülemez.

"Yaralar kalbimi hep yeknesák ayrılıkları"yla ne ilgisi varmış, tam tersine, dört yıllık Nazi işgalinden sonra burada müjdeli bir kavuşma söz konusu olduğuna göre, parolanın manzumesini de buna paralel cinsinden seçersin.

Hem takvim itibarıyla doğru bir zamanlamaya tekabül etmiş olur; hem de bahar ve yaz yeniden doğuşla özdeşleştiği için, mecázi anlamda da "günün maná ve ehemmiyeti"ne son derece uygun düşer.

Fransız edebiyatında o bahara ve o yaza dair şiir mi, ben bile kaç tanesini sayabilirim.

Aman neyse, sanki şifre istihbaratçılığı üzerime pek vazifeymiş gibi işte láfı uzattım ve de esas anlatmak istediğim sonbahara bir türlü gelemedim.

Allah’tan, "yazdan kalan son hatıra" da işte yeni bitti ve önümüz upuzun bir güz ve upuzun bir kış ki, devamını getirmek için daha çok vaktim var.

Daha doğrusu, ümit ediyorum ki vardır ve o takdirde, gelecek pazara...
Yazarın Tüm Yazıları