Güncelleme Tarihi:
Türkiye günlerdir 40 derecelerin üzerinde seyreden sıcaklıklarla başa çıkmaya çalışıyor. Birçok şehrimizde tarihin en yüksek dereceleri kaydedildi.
Günlerdir mücadele ettiğimiz orman yangınları da bu yüksek sıcaklıkların sonuçlarından. Ancak bilim insanlarına göre yüksek sıcaklıklar ne yazık ki sadece karadaki canlara zarar vermiyor. Su ekosistemlerinde yaşayan canlılar da artan sıcaklıklardan paylarını maalesef alıyor.
Sıcak dalgası Türkiye'yi etkisine almadan bir ay kadar önce haziran ayı sonlarında ABD ve Kanada'nın batı kıyıları rekor derecelerin etkisi altındaydı. Kısaca "kuzeybatı Pasifik" olarak bilinen bölgede hava sıcaklıkları mevsim ortalamalarının 11 ila 19 derece üzerine çıktı, Kanada'da 49,6 derece kaydedildi. İki ülkede en az 905 kişi sıcağın olumsuz etkileriyle can verdi.
SICAKTAN KABUKLARINDA CANLI CANLI PİŞTİLER
Kanada'da bulunan Britanya Kolumbiyası Üniversitesi'nden deniz biyoloğu Christopher Harley ve ekibinin gerçekleştirdiği bir araştırma, yüzlerce kişinin hayatına mal olan bu korkunç sıcak dalgasından denizlerde yaşayan canlıların da büyük zarar gördüğünü ortaya koydu.
Harley ve ekibi özel ekipmanlarla sahillere inip midyelerin iç sıcaklıklarını ölçmeyi amaçlamıştı ancak ne yazık ki geç kaldılar. Sıcak dalgasının üçüncü günü itibarıyla midyeler, deniz yıldızları canlı canlı pişmiş, ölen yosunlar ve diğer küçük deniz canlıları yüzlerce kilometrelik sahil boyunca kıyıya vurmaya başlamıştı. Harley, Guardian'a, "Çürüme kokusu çok net hissedilebiliyordu. Sahili kaplayan ölü midyelerden oluşan halılar üzerinde yürüyorduk" diye konuştu.
1 MİLYARDAN FAZLA CANLI SICAKTAN TELEF OLDU
İlk tahminlere göre, Pasifik Okyanusu'nun kuzeybatı kıyılarındaki sığ sularda yaşayan 1 milyardan fazla canlı, haziran ayının son haftasında yaşanan aşırı sıcaklar nedeniyle telef oldu. Bilim insanları bu kayıpların, ölen türleri besin ve yaşam alanı olarak kullanan başka türlere de dolaylı olarak zarar vereceğini düşünüyor.
‘BU SADECE FRAGMAN, FELAKETLER BÜYÜYEREK DEVAM EDECEK’
Harley, "Sıcağın çevresel etkileri olacağını biliyordum ama yıkımın bu büyüklükte olmasına hazır değildim. Daha fazla yer dolaştıkça ve daha fazla ölüm gördükçe, sıcak dalgasını daha iyi anladım" ifadelerini kullandı. Ancak iklim uzmanlarına göre bu yaşananlar olacakların fragmanından başka bir şey değil.
İnsan kaynaklı küresel ısınma sonucu iklim değiştikçe böyle ani sıcaklık yükselmeleri de daha sık, daha yoğun ve daha uzun süreli olarak karşımıza çıkacak. Sıcaklık ve kuraklık birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğundan bu yaz yaşanan felaketler gelecekte büyüyerek devam edecek, ekosistemlere, alt yapıya ve tarıma ağır zarar verecek.
Bilim insanları son dönemde yaşanan sıcak dalgalarının etkilerini kayda geçirip anlamak için çalışmaya devam ediyor. Ancak bu tür anormalliklerin önümüzdeki 30 yılda bir norm haline geleceğine dair çok güçlü kanıtlar bulunuyor. Örneğin ABD'de tarihsel olarak yılda 4-6 sıcak dalgası yaşanırken bu yüzyılın ortasında bu sayının yılda 25-30'a çıkması bekleniyor. Bu da gelecekte havanın hep sıcak olacağına ve kuraklığın daha da yoğunlaşacağına işaret ediyor.
‘BİRAZ DAHA FAZLASINA DAYANAMAZLAR’
Uzmanlar ise hayvanların daha sık, uzun süreli ve yüksek dereceli sıcaklık dalgalarını kaldıramayacak noktaya geldiği konusunda uyarıyor.
San Francisco Eyalet Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nden Prof. Jonathon Stillman, şu anki aşırı yüksek sıcaklıklara uyum sağlamış olan hayvanların, sıcaklıkların daha da artmasıyla uyum sağlayamaz hale geleceklerini belirterek, "Hava sıcaklıkları alıştıkları maksimumun üzerine çıktığında baş etme becerisine sahip değiller. Biraz daha fazlasına dayanamazlar" diye konuştu.
Bu hayvanlara su ihtiyaçlarının sınırında yaşayan kuşlar ve yumurtlama bölgelerine ulaşamayan balıklar da dahil.
Örneğin California'nın merkez vadisinde yaşayan ve bu yıl bahar aylarında yumurtadan çıkan Chinook somonlarının tamamı öldü. Butte Creek'teki 15 bin yetişkin somonun da yüzde 83'ünden fazlası sıcağa dayanamayarak can verdi. Yetkililer bunun bölgedeki en büyük yetişkin somon kaybı olduğunu bildirdi.
Daha kuzeyde bulunan Columbia Vadisi'ndeki somonların da su sıcaklığındaki yükseliş nedeniyle normalden daha yavaş yüzdüğü, daha uykulu olduğu ve derilerinde geniş kırmızı lekeler ve yanık izleri olduğu ifade edildi.
BİZİM SULARIMIZDA DURUM NE?
Peki ABD ve Kanada'nın bir ay önce yaşadığı sıcak dalgasının bir benzerinden geçen ülkemizin etrafını çeviren denizlerde neler oluyor? Geçtiğimiz günlerde Gebze Teknik Üniversitesi (GTÜ) Harita Mühendisliği Bölümü İleri Uzaktan Algılama Teknoloji Laboratuvarı'nda optik ve termal uydu görüntüleri kullanılarak hazırlanan haritalarda Manavgat ve çevresinde deniz suyu sıcaklığının 27 dereceye ulaştığı bildirilmişti.
Bu dereceler denizlerimizde yaşayan canlıları nasıl etkiliyor? Günlerce konuştuğumuz müsilaj belasının etkilerini bile henüz tam atlatamamışken, denizlerimizi ve tatlı sularımızı bu kez de sıcak havaya mı kurban edeceğiz?
İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Firdevs Saadet Karakulak ve özel bir üniversitede Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü Öğr. Üyesi Doç. Dr Canan Acar’a küresel ısınma nedeniyle ani sıcaklık yükselişinin sularımızdaki ekosisteme etkisini, balıkçılık sektörüne yansımalarını, su kaynaklarının bilinçli kullanımı ve sürdürülebilirliğinin sağlanmak için neler yapılması gerektiğini sorduk.
Gezegenimizin yüzeyinin yaklaşık yüzde 70’inin okyanus, deniz, akarsu, göl gibi su kaynaklarımızla kaplı olduğunu ve bu kaynakların küresel olarak büyük öneme sahip olduğunu hatırlatarak sözlerine başlayan Canan Acar, “Mevcut bilimsel kanıtlara dayanarak insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının 21'inci yüzyılda iklimde küresel olarak önemli değişikliklere neden olacağını zaten hepimiz biliyoruz. Artık bir kriz olarak sonuçlarını gördüğümüz bu süreç; sanayi, arazi kullanımı değişikliği, çevre kirliliği ve aşırı avlanma nedeniyle zaten stres altında olan kıyı ve su ekosistemleri için sorunlara yol açıyor. Su ekosistemleri insan faaliyetlerinden kaynaklanan artan karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonlarından orantısız bir şekilde etkileniyor” İfadelerini kullandı.
SICAKLIK BİR DERECE ARTSA BİLE ÖLÜM ORANLARI ETKİLENİYOR
Acar, kıyı ve su ekosistemlerindeki sıcaklık değişikliklerinin burada yaşayan canlıların metabolizmasını etkilediğini, ekolojik süreçleri değiştirdiğini ve burada yaşayan türlerin, yüzlerce hatta milyonlarca sene içinde belirli çevresel sıcaklık aralıklarına uyum sağladığını hatırlatarak, sıcaklıktaki 1 derece kadar küçük bir artışın bile bazı organizmaların ölüm oranları ve coğrafi dağılımları üzerinde önemli ve hızlı etkilere sahip olduğunu vurguladı.
“Sıcaklıklar değiştikçe, türlerin coğrafi dağılımları genişleyebilir veya daralabilir. Bunun sonucu olarak öngörülemeyen şekillerde etkileşime girebilecek yeni tür kombinasyonları ortaya çıkabilir. Göç edemeyen veya kaynaklar için diğer türlerle rekabet edemeyen türler, yerel veya küresel yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir” ifadelerini kullanan Acar, iklim değişikliğinin okyanuslardaki hava ve su dolaşımını da etkilediğini, bu tür değişikliklerin, su ekosistemleri için gerekli besinlerin ve oksijenin mevcudiyetini azaltabileceğini belirtti.
Acar, “Yükselen sıcaklık ve artan sera gazlarının etkisiyle asit oranı artan sular da ekosistemler için bir tehdit. Hava ve su dolaşımındaki değişiklikler ayrıca bölgesel su ve kara sıcaklıklarında ve türlerinin coğrafi dağılımlarında da önemli değişikliklere neden olabilir” sözleri ile iklim değişikliğine bağlı yağış değişikliklerinin ve deniz seviyesindeki yükselmenin de su ekosistemlerinin dengesi için önemli sonuçlar doğurabileceğinin altını çizerek iklim değişikliği sonucu deniz seviyesinin yükselmesi kıyı bölgelerini kademeli olarak sular altında bırakacağından bu bölgelerdeki ekosistemlerin de tehdit altında olduğunu sözlerine ekledi.
BİR AN ÖNCE HAREKETE GEÇİLMELİ
Acar, mercan resifleri ve diğer kritik kıyı ekosistemlerinin, iklim değişikliğine karşı özellikle hassas olduğunu, bu tür ekosistemlerin, dünyadaki biyolojik çeşitliliği en yüksek ve en üretken ortamlar olduğunu ve bu ekosistemlerinin bozulmasının, etkileşimde oldukları toplulukların da fiziksel, ekonomik ve gıda güvenliğinin tehlike altına girmesi anlamına geldiğini vurguladı.
“Düşük karbon emisyonlu çözümlere geçmek, doğaya verdiğimiz tahribatı en aza indirmek, plastik ürünler yerine doğada çözünebilir malzemeleri tercih etmek su ekosistemlerinin sağlığını korumak için son derece önemli” diyen Acar, gezegenimiz ve bizler için kritik öneme sahip olan ekosistemlerin daha fazla zarar görmemesi için iklim değişikliğine karşı bir an evvel harekete geçmemiz gerektiğini konusuna dikkat çekti.
2050’YE KADAR ÖNEMLİ MİKTARDA BALIK TÜRÜ KAYBOLABİLİR
Sıcaklıkların sularımızdaki ekosisteme ve balıkçılık sektörüne yansımaları konusunda görüşlerine başvurduğumuz Saadet Karakulak ise yeni bilimsel araştırmaların, denizlerimizin yükselen sıcaklığı ile balık göçü üzerindeki güçlü bir ilişki olduğunu gösterdiğini, bu yeni bulgulardan yola çıkarak normalde tropik bölgelerde gelişen balıkların daha serin denizleri keşfetme çabası içinde hızla göç ettiğini söyledi ve ekledi:
“Bu göç eden balık türleri, daha iyi oksijenli su ve çok daha zengin bir gıda kaynağı arayışı içinde kutup bölgelerinin topraklarına doğru gidiyor. Çeşitli üniversiteler ve çevre örgütleri tarafından yapılan son çalışmaların sonuçlarına göre; 2050 yılına gelindiğinde iklim değişikliğinin arttığı ve küresel ısınmanın devam etmesi halinde önemli miktarda balık türünün kaybolacağı tahmin ediliyor.”
Sadece balıkların değil diğer deniz canlılarının hayatlarının bir parçası olarak toplu göç ettiğini dile getiren Karakulak, şu örneği verdi:
“ABD'nin Virginia eyaletinde küçük bir balıkçı köyü dünyada dil balığı ile meşhurdu. Son yıllarda yükselen su sıcaklıklarından dolayı dil balıkları, New York ve New Jersey gibi yakınlardaki daha soğuk sulara göç etti. Mavi midyeler yaz sıcaklıklarıyla mücadele ederken, mavi yengeçler önceden Kuzey Amerika bölgelerinde bulunmazken son yıllarda kuzeye doğru göç etmeye başladılar."
KARADENİZ AKDENİZLEŞİYOR
Karakulak, sıcaklık artışlarının balıkçılık sektörümüze etkilerini ise şu sözlerle anlattı:
“Türkiye’de uzun yıllara dair araştırmalar bulunmamasına rağmen, balıkçılık faaliyetlerinde bazı değişimler olduğu biliniyor. Balıkçılık sezonu 1 Eylül’de açılıyor ancak yaklaşık iki hafta boyunca avcılık faaliyeti gerçekleşmiyor. Bunun nedeni su sıcaklığının yüksek olması ve balık sürüsünün dağınık halde bulunması. Ancak su sıcaklığının düşmesi ve balık sürülerinin bir araya gelmesiyle balıkçılık faaliyetleri başlar. Ayrıca, palamut göçlerinde de değişimler görülüyor.
Daha önceleri eylül-ekim aylarında Karadeniz ve Marmara Denizi’nde palamut avcılığı daha yoğun yapılmakta iken son yıllarda aynı dönemlerde Çanakkale Boğazı’nda avcılık yoğun. Bu veriler palamut balığının Marmara’da kalmayarak çok kısa sürede göç ettiğini gösteriyor. Doğu Akdeniz sularının ısınmasıyla birçok türün Karadeniz’e çıktığı ve Karadeniz’de yeni tür kayıtlarının olduğu da bilinmekte. Mavi yengeç, sardalye, kupes balıkları bunlardan bazıları. Birçok bilimsel makalede Karadeniz’in Akdenizleştiğinden bahsediliyor.”
1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra, Kızıldeniz’den birçok deniz canlısının Akdeniz’e girmeye başladığını da hatırlatan Karakulak, bu türlere lesepsiyen türler adı verildiğini, dünyadaki iklim değişimin sonucu olarak artan su sıcaklıklarının lesepsiyen türlerin daha fazla Akdeniz’e girmesine ve dağılım alanlarının genişlemesine yol açtığını ifade etti.
Doğu Akdeniz’de 775 tür kaydedildiğini, ülke sularımıza yeni giren bu türler ile yerli türler arasında rekabetten dolayı balık stoklarımızda azalmalar görüldüğünü sözlerine ekleyen Karakulak, Marmara Denizi’nde bu sene yaşanan müsilaj olayının da iklim değişikliğinin ve deniz kirliliğinin etkisiyle oluştuğunu hatırlatarak yapılması gerekenleri şu ifadelerle anlattı:
“Su sıcaklığının artması, denizin durağan hale gelmesi, denizde artan azot ve fosfor miktarları fitoplanktonlar için stresli bir ortam yaratmıştır. Deniz kirliliğin önlenmesi, azot ve fosfor yükünün azaltılması, atık suların derin deşarj altında denize bırakılmaması oldukça önemlidir. Deniz ekosistemine müdahale edilmedikçe insan etkisini azalttığımız sürece sistem kendi kendini yenileyecektir. Karbon ayak izimizi mümkün olduğunca azaltmamız gerekir.”