Görüşemedik be Sam...

Geçtiğimiz Cuma, yani 30 Nisan’da SEV (Sağlık ve Eğitim Vakfı)’in 35. kuruluş yıldönümü yemeği vardı.

Amerikan Bord Heyeti’ne bağlı okullardan birinden, İzmir Amerikan Lisesi’nden, yani ACI’dan mezun olmamızdan dolayı biz de davetliydik. (Bakmayın yani, nefretlik listemizin en başında Busht’un ABD’si olmasına; bu kulunuz, Sam Amca’sının kollarında büyümüştür.)

Başımızla beraber deyip, her türlü programı bir yana koyup, koşa koşa icabet ettik.

İlle ki gitmek lázımdı. Bir sürü eski dostu görmek gibi bir şansımız olacaktı. Bu zevk yetmezmiş gibi, Sezen Aksu da konser verecekti üstelik.

‘İnsan başka ne ister? Sezen Aksu sahneye çıkıp mönüyü okusa bile huşu içinde dinleriz’ imanıyla allem ettik, kallem ettik, işimizi erkenden bitirip Taksim’e doğru yola koyulduk.

Erken dediysem, ben tabii her zamanki gibi, yine biraz geç kaldım.

Olsun varsın, geç olsun güç olmasın hesabına, koşaradım Lütfi Kırdar’dan içeri daldım.

İçerideki kıyamet kalabalığını gözlerimle şöyle bir taradım.

Masalar arasında turluyorum, tanıdık bir Allah’ın kulunu göremiyorum.

Arıyorum, arıyorum, bizim orada buluşacağımız arkadaşın telefonu kapalı; mümkünü yok, ulaşamıyorum.

Yetmezmiş gibi, sahnede de Sibel Tüzün var, iyi mi!

Başta zannettim ki Sezen Aksu’dan önce Tüzün sahne alıyor. Kenarda köşede bir sandalyeye çöküp beklemeye koyuldum. Ama yok yani...

Saat olmuş bilmem kaç, Sezen Aksu’nun da bizim cankuşların da yerinde yeller esiyor.

Üstelik benim haricimde kimse de durumdan şikayetçi görünmüyor. Bu garibanın haricinde herkes deliler gibi eğleniyor. Elele tutuşup halka yapmış kadınlar zıplayıp hoplayarak ‘Bağlamaz beni, beni bağlamaz’ şeklinde haykırıyor.

Yetkili gibi görünen bir adama yaklaştım ve programda yapılan değişikliğin neden daha önceden duyurulmadığına dair en bilmiş tonumla hafif tertip bir fırça kaydım.

Sonunda suratıma Japonca konuşuyormuşum gibi bakan adama laf anlatamayacağımı idrak edip, öfkeyle ortamdan uzadım.

Bilin bakalım?: Bizim organizasyon diğer salondaymış!

Ben davetsiz misafir olarak Yapı Kredi’nin kurumsal bilmem ne kutlamasına katılmışım.

Tamam yani, bende zaman ve yön mefhumları az biraz güdüktür ama korkum odur ki artık şuursuzluğun boyutlarını zorlamaya başladım.

Ne eski dostlar, ne Sezen... Hepsini kaçırdığımız gibi, ardından bir de arkadaşların hakaretamiz alaylarına maruz kaldım.

Anlamadım ki bu ne hikmettir... Bu aralar bünye içinden Amerika kelimesi geçen her şeye farkında bile olmadan tepki mi veriyor nedir...

Ne diyelim, şu Busht da defolup gitsin; nasipse artık 70. yılda görüşürüz Sam Amcacığım...

Asparagas

Sözleşme bi bitsin...

Beş aydır hayatında bir erkek olmadığını, menajeriyle yaptığı sözleşmeye göre, önümüzdeki bir sene boyunca da olmayacağını söyleyen ve eski sevgilisi Kürşat Başar ile yazar olduğu için özel olarak etkilenmediğini ‘Onu çok sevdim, ilişkimle de gurur duydum. Ama yazar olması beni etkilemedi. Kitaplarını okumamıştım. Benimle röportaj yapmaya gelmişti, elektriğine hayran oldum. Richard Bach’la birlikte olsam belki haz duyardım, kitaplarını biliyordum’ cümleleriyle ifade eden Seray Sever, okurluğun tehlikeli bir iş olduğunu, bu yüzden cinsel tercihlerini baştan belirlemek zorunda kaldığını beyan etti: ‘Son olarak Duygu Asena’nın yeni kitabı Pa-ram-par-ça’yı okudum ve çok beğendim. Önümüzdeki yılın sonunda, aşk yasağı biter bitmez Duygu Hanım’a çıkma teklif etmeyi düşünüyorum. Gerçi arkadaşlar kabul etmeyeceğini söylüyorlar. Ama kitabı çok beğendim, yapacak bir şey yok. İkna etmek için her şeyi denerim. Hatta o isterse dekolteden bile vazgeçerim.’
Yazarın Tüm Yazıları