Gariptir: Ne zaman sevdadan sersemlemiş o kız çocuğunu özlesem nasıl bir tesadüfse, huzura damardan

Nakliyat dönemlerinin, yani ev indirme bindirmelerinin, ustalarla uğraşmak, oluk gibi para akıtmak gibi sıkıntılarının yanında başka türden tehlikeli yan etkileri de olabiliyor.

Dolaplar dağılır, koliler toplanırken insan, kişisel arşiviyle, unutmaya çalıştığı, unuttuğunu sandığı birçok şeyle, geçmişiyle, geçmişe gömdüğü kendisiyle karşılaşıyor ve kaçınılmaz olarak dağılıyor.

Dostlarla paslaşılmış notlar, vakt-i zamanında gelmiş mektuplar, eski fotoğraflar, eski günlükler ve en beteri de işte onlar: Yazıp da yollayamadığın mektuplar... Kimi zaman, zaten hiç yollamamak üzere başına çöktüğün mektuplar...

Üzerine ciğerini, bağırsağını, yüreğini, kanını, terini ve gözyaşını akıttığın, mürekkebi uçmuş, sarı-sepya káğıtlar...

Arabeskin dibine vurduğun kara saatlerde, karşındakinden ziyade kendinle kavgaya tutuştuğun, ne düşündüğünü ve hissettiğini ancak yazdıklarını okuduktan sonra anladığın, kendi gözünü korkuttuğun, nihayetinde hem muhatabının canını sıkmamak hem de korkakça kendini korumak adına, cesaret edip de gönderemediğin o mektuplar...

Yine de o zamanlar en azından aşka düşmeye, dostlarla kavgaya tutuşmaya ve küsmeye yüreğimiz varmış be!

Şimdi öyle mi? O zamanki cahil cesaretiyle boyundan büyük sevdalara tutulmuş kız çocuğu nerde, şimdiki kinik, sarkastik, kalbi nasır tutmuş kadın nerde...

Gariptir: Ne zaman o sevdadan sersemlemiş kız çocuğunu özlesem, nasıl bir tesadüfse, huzura damardan bir Nilüfer şarkısı gelir.

Bundan seneler önce yaptığımız bir röportajda yüzümü kızartıp kendisine de söylemişimdir: ‘Ben sizin şarkılarınızla çok aşık oldum; hatta en çok sizin şarkılarınızla aşık oldum.’

Nilüfer, muhteşemdir... Bu ucuz şöhretlerle, kıymeti kendinden menkul şimal yıldızlarıyla dolu álemde, kendisinden bahsederken birinci tekil şahısla konuşan, ‘Nilüfer’in olayı samimiyettir, Nilüfer olayı da böyle bir şeydir’ benzeri kakofonik, şizofrenik cümleler kurmayan nadir örneklerden biridir.

O, böyle şeylerin altını aptal saptal cümlelerle çizmeye gerek duymaz, çünkü gerçekten öyledir: Durudur, 30 yıllık başarılı bir kariyere, klásik mertebesine ulaşmış onca şarkıya, Türk müziğinin en büyük yıldızlarından biri olmasına rağmen her daim mütevazı bir ifadeyle sakin sakin, gamze gamze gülümser: Samimidir...

O röportajı yaptığımız zaman, kendisini gördüğümde, hayrete düşmüştüm. Arkasında ördüğü saçları, beyaz tişörtü, haki pantolonu, makyajsız yüzü ve minyon bedeniyle bir genç kız gibiydi. Acılara Son’un klibini izleyenler herhálde hakkını teslim edecektir: Hálá da öyle...

Bestekárı, güftekárı, klip yönetmeni Mete Özgencil olan klipte Nilüfer, kameraya doğru uzattığı elleriyle ‘sevgiliye’ yakarıyor, isyan ediyor, ona yaklaşıyor, onu itiyor ve o harikuláde sesiyle dinleyenin ciğerini dağlıyor yine:

‘Acılara son / Acıyı bırak / Kaderini kır / Hadi / Kedere tuzak / Hadi beni bul / Yanıma sokul / Saatini kır / Hadi / Sabaha inat / Hadi benim ol / En sonuncum ol / İnadı bırak / Hadi / İnada inat / Güz geliyor, hep zor geliyor yalnızlara / Gün bitiyor, biniyor geceler omuzlara / Can çekiyor, hep can çekiyor karda kışta / Çöz, hadi çöz beni, saçmasapan bir bulmaca /Acılara son / Acıyı bırak...’

Belki de acılı bir yürek, nasırlı bir yüreğe yeğdir. Kimbilir, bu nesnesi meçhul karın ağrısını çektiğimize, Nilüfer’in sesini duyunca bir fena olabildiğimize göre -çıkmayan candan ümit kesilmez- belki şu aşk-meşk meselesinde ecel vaktimiz henüz gelmemiştir.
Yazarın Tüm Yazıları