Ertuğrul Özkök: Genç bir kızın başına gelenler






Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

ÖNCEKİ akşam Ankara'daydım. Son günlerde epey ilgi gören bir restoranda yemek yiyordum. Bütün masalar, hatta restoranın barı bile doluydu.

Bize genç bir kız servis yapıyordu.

Kısacık kesilmiş saçları ve sempatik hareketleri ile hepimizin ilgisini çekti.

Bana Washington'da çok sevdiğim bir restoranı hatırlattı.

Georgetown semtindeki ‘‘Paolo's’’ adlı bu restoranda üniversiteli kız ve erkek öğrenciler garson olarak çalışırlar.

O yüzden restoranda insanı çok etkileyen pozitif bir enerji dolaşır.

Bu nedenle ne zaman o restoranda bir öğle yemeği yesem, keyifli ayrılırım.

Ankara'daki restoranda da öyle oldu.

Ancak biraz sonra bize servis yapan genç kızın başından geçenleri öğrenince, keyfimiz kaçtı.

Genç kız Bilkent Üniversitesi'nde İşletme Bölümü'nde okuyormuş.

Akşamları da o restoranda çalışıp hayatını kazanıyormuş.

Önceki akşam 21.00 sularında bir polis ekibi gelerek, kızı alıp götürmüş.

Sabah 8.00'e kadar nezarette kalmış.

Aynı malum sebep.

Yani yeni bir TC Friday's olayı.

Kızın çalışma müsaadesi olmadığı için, o malum sorgulama.

Oysa kamuoyu bu konuda çok medeni bir tepki göstermişti.

Anayasa Mahkemesi olaya el atmıştı.

Çoğumuz bu ayıp ortadan kalktı diye seviniyorduk.

Meğer hiçbir şey değişmemiş.

Aynı kafa, çalıştığı mekána keyif saçan genç bir kızı alıp götürüyor.

Sabaha kadar hayat kadınlarıyla, yankesicilerle, cinayet sanıklarıyla aynı çatı altında tutuyor.

O yaştaki bir genç kızın ruhunun hangi bölgesinde derin izler bırakır umurunda değil.

O kafa, çalışan genç kıza kancayı takmış.

Onu ille de ‘‘vesikalı’’ hale getirecek.

Eline vesikayı verince de rahatlayacak.

Benim üniversite öğrenciliğimi geçirdiğim bu şehir, genç insana hayat, modernlik, kafa tutma, ileriye gitme duyguları aşılardı.

İlkbaharda yağmurların hemen arkasından Ankara daha güzel oluyor.

Masalar dışarı çekilince, grilikler kayboluyor.

Biraz sonra iğde ağaçlarının muhteşem kokusu yayılıyor.

İşte bu Ankara'nın gecelerinde, böyle olaylar insana çok batıyor.

İHALE TABUSU

Radyo ve televizyonlarda maskeli sahiplik döneminin kapanması konusunda aşağı yukarı bir görüş birliği var.

Eskiden kalmış bazı hesaplar yüzünden içi kinle dolmuş birkaç kişi dışında herkes, sahipliğin şeffaflaşmasından yana.

Ancak radyo-televizyon sahiplerine uygulanan devlet ihalesine girme yasağı konusunda bazı tereddütler var.

Daha doğrusu, ‘‘devlet ihalesine girmeyi’’ neredeyse bir suç olarak kabul ettikleri için, bu yasağın devamını bir tabu olarak görüyorlar.

Oysa bu çağda tartışılmayacak hiçbir şey yok.

Gelin bazı soruları alt alta yazalım:

Radyo ve televizyon sahipleri devlet ihalesine giremezse, bu ihalelere kimler girebilir?

Türkiye'de 250 televizyon kanalı var.

Bu 250 müteşebbis demektir.

2000'e yakın radyo var.

Bu da 2000 müteşebbis demektir.

Türkiye, müteşebbisi bu kadar bol bir ülke midir ki, bunların hepsini devlet ihalesi dışına itiyoruz?

Yani, Anamur İlçesi'nde radyo istasyonu olan bir işadamı, belediye ihalesine giremeyecek.

Bu durumda Türkiye'de devlet ihalesine girebilecek acaba kaç müteşebbis kalır?

Bu da, ihalelelerin, özelleştirilecek kuruluşların fiyatlarını düşürmez mi?

Bir düşünün.

Televizyon sahipleri üçüncü GSM ihalesine girmeseydi, acaba o ihaleye 2.5 milyar dolar veren çıkar mıydı?

Gelelim ikinci soruya:

Televizyon sahiplerinin devlet ihalesine girmesini neden istemiyoruz?

Cevabı açık.

Radyo ve televizyon sahiplerinin, ellerindeki gücü kullanarak, ihaleyi olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüyoruz.

İyi ama, yeni RTÜK Yasası'nda, elindeki televizyonu ve radyoyu kendi menfaatleri için kullanan insanlara ve kurumlara yönelik çok ağır cezalar var.

Yayın lisansı bile iptal edilebiliyor.

Adam elindeki televizyon gücünü ihaleyi etkilemek için kullanıyorsa, yapışırsın yakasına, fişini çekersin.

Bir nokta daha.

Bu ihalelerin çoğu, açık artırma ile yapılmıyor mu?

Halkın gözü önünde herkes fiyatını ilan etmiyor mu?

İhale kanununu buna göre düzenlersin olur biter.

Ve son bir nokta.

Bir taşra kasabasındaki radyo ve televizyon sahibinin yayın gücünden korkuyoruz, ama gazete sahipleri ve internet sitelerinin yayın gücünden hiç korkmuyoruz.

Elinde 20 bin satan gazetesi, günde 30 bin kişinin girdiği internet sitesi olan bir kişi, isterse İstanbul gibi bir belediyenin bütün ihalelerini alabiliyor.

Bunun bir mantığı var mı?

Yazarın Tüm Yazıları