Endişeler ve kapellalar

ÖNCEKİ hafta gittiğim Ege köylerinden birisinde şu manzarayla karşılaştım.

Haberin Devamı

Artık kulübecik mi diyeyim, yoksa başka bir şey mi bilemiyorum, etraftaki taşlar üst üste konularak yöre çıkışındaki yol kavşağına minik bir mekân inşa edilmişti.
Eni yaklaşık 50 – 60 santim, derinliği bir o kadar, boyu ise biraz daha uzundu.
İçine de, hani kaşları daima çaş çatık ve kendisine hiç benzemeyen Atatürk büstleri vardır ya, işte onlardan bir tane yerleştirilmişti.

SONRA, mukavva veya kontrplakla kaplanmış arka zemine, üzerinde yine Mustafa Kemal’in kalpaklı bir resmi bulunan bayrak gerilmişti. Burada hemen şu da ekleyeyim.
Yolculuğum 30 Ağustos bayramına da denk geldiği için fark ettim ki, Batı bölgemizde bu tür sancak artık bir “alâmet-i farika”ya dönüşmüş.
Roland Barthes’in “Modern Efsaneler” kitabını hatırladım, foto-montajlı bayrak bir simge, bir slogan, bir “tavır”, bir “duruş” olarak algılanıyor.
Eğer sırf yıldız ve hilâlle yetiniyor ve kalpaklı eklentiye itibar etmiyorsanız, demek ki bütün geri planıyla birlikte “cumhuriyetçi”, “laikçi” ve “Atatürkçü” değilsiniz.
Dolayısıyla da yaklaşan referandum öncesinde “evetçi” saflarda addediliyorsunuz.
Her neyse, tasvire devam edeyim. Güneşin soldurmasına rağmen çok itinalı bir el yazıyla nakşedildiği anlaşılan “Ne mutlu Türküm diyene” şiarı da son detayı oluşturuyordu.
Keşke basiretim bağlanmasaydı da hiç olmazsa cep telefonuyla fotoğrafını çekseydim.

Haberin Devamı

HİNDUİST ve Şintoist kültürlerde de mevcut olsa bile bu tür  “yolgeçen mabetleri” ne esas itibariyle Katolik ve Ortodoks toplumlarda rastlanır. “Kapella” veya “altare” denir.
Sokaklara, hatta ev cephelerine yerleştirilmiş olanlarıyla Yunanistan’da ibadullahtır.
Her halükarda, Avrupa’da Polonya ve Portekiz; Asya’da Filipinler; Latin Amerika’da ise bütün ülkeler olmak üzere, Vatikan’ın etkinlik sürdürdüğü diğer yerlerde de yaygındır.

EGE köyündeki gibi minyatür kulübeciklerden oluşan böylesine mekânlarda bazen çarmıha gerilmiş İsa’ya da rastlanır. Ancak bunlar son derece istisnaidir. Azınlıkta kalırlar.
Çünkü geleneğin kökeni geç Ortaçağ döneminde başlayan “Meryem kültü”ne uzanır.
Dolayısıyla da “yolgeçen mabetleri” genel olarak Mesih’in annesine hasredilmiştir.
Boyuta göre, bakire azizeyi kucağındaki oğluyla tasvir eden bir biblo vardır. Yahut küçük bir heykelcik bulunur. Artı, dekor Eski veya Yeni Ahit’ten bir alıntıyla bütünleşir.
Gerideki satha ise bir ikonanın, dini içerikli bir resim yahut tasvirin yerleştirildiği olur.
Eh, mum yakacak sofulukta Batı Hıristiyan’ı pek kalmadığı için alev tütenine artık hemen hiç rastlanmıyor ama eğer şansınız yaver giderse, bir ayağı çukurda tabir edilen cinsten ihtiyar bir kadının o mumu tazelediğini ve “altare” önünde istavroz çıkarttığını görebilirsiniz.

Haberin Devamı

DİNBİLİMCİLERİN “popüler ibadet” diye tanımladığı yukarıdaki kült, Hazreti Meryem’e yöneldiği içinde de ruhbilimciler tarafından “Anne arayışı” olarak tahlil edilir.
Aynı tarz “popüler ibadet” Sünni İslam’da “evliya”; Şii İslam’da ise Hazreti Ali tasvirleri yahut şehirli Türk versiyonu Bektaşilikte “baba” ve “dede” türbeleriyle mevcuttur.
Her halükarda, kâh o “Ana”ya, kâh o “Baba”ya dönük olarak bir “Kutsal” vardır.
Ve bütün durumlarda bir “endişe”; ve bütün durumlarda bir “imani sığınma” vardır.
Dolayısıyla, özünde bir simge yansıtan Ege bölgesi ancak, onu “laik kapella”lar inşa edecek ölçüde bir “imani sığınma” ya iten bu endişeler açıklandığı takdirde açıklanabilir.
Artı, açıklama yetmez, söz konusu endişeler mantıki veya değil, onları gidermek de gerekir .

 

Yazarın Tüm Yazıları