En büyük beslenme günahı

En büyük günahımız yanlış karbonhidratları fazlaca yiyip içmemiz. Dahası, beslenme planımızda karbonhidrat oranı da arttı. Temel sorun bu. Bu yanlış, yaşadığımız birçok sağlık probleminin de tetikçisi

Şehirde oturan biriyseniz; hele bir de fastfood besleniyor, hazır besinler tüketiyor, rafine gıdalara ağırlık veriyor, evde yemek pişirmek yerine, durumu hazır yemeklerle idare ediyorsanız; karbonhidrat tüketiminiz ister istemez çoğalıyor, yiyip içtiklerinizdeki yanlış ve tehlikeli karbonhidratların oranı da yükseliveriyor. Dikkatli bir inceleme yapıldığında şehirde yaşayan orta yaşlı ve genç nüfusun günlük enerji ihtiyacının neredeyse yüzde 60’ından fazlasını karbonhidratlar yani un, şeker, tahıl ürünleri, nişastalı besinler, bakliyat grubu yiyecekler, sebze ve meyveler oluşturuyor. Türkiye’nin hızla şehirleştiği dikkate alınırsa işlediğimiz günahın önemi daha kolay anlaşılır.
Problem yalnız karbonhidrat grubu besinlerdeki miktar artışıyla sınırlı değil. Tükettiğimiz karbonhidratlar da ‘yanlış karbonhidrat’ olarak tanımlanan zararlı yiyecek içecekler. Dahası, karbonhidrat deposu bir besin ne kadar yanlış ve günahkârsa o oranda da fazla tüketililiyor!

İYİ-KÖTÜ KARBONHİDRATLAR

Özetle, her şey gibi karbonhidratların da iyisi-kötüsü, doğrusu-yanlışı var. Karbonhidrattan zengin bir besin (mesela meyve veya buğday) ne kadar doğal ve ‘tam’ ise o oranda iyi ve doğru bir besin oluyor. İşlenip öğütüldükçe, yani ‘rafine edildikçe’ tehlikeli değilse de sorunlu hale geliyor. Örneğin, elmanın, elma püresinden, elma püresinin elma suyundan daha az sorun yaratması, taze sıkılmış elma suyunun, elma suyu konsantresinden daha iyi ve faydalı sayılmasının sebebi bu.
Benzer şekilde buğdayı haşlayıp yemek bulgur pilavından, bulgur pilavı yemek beyaz fırın ekmeği yemekten daha faydalı ya da daha az zarar verici bir beslenme davranışı. Çünkü bir karbonhidrat işlenip ufalandıkça özümsenmesi ve şekere dönüşmesi hızlanıyor.
İşte bu nedenle hızla sindirilen ve çabucak özümsenen bu tür yanlış karbonhidratlardan (un, nişasta, şeker içerikli besinler) zengin beslenmek işlenebilecek en büyük günah olarak gösteriliyor. Çünkü bu günah, kanda insülin patlamalarına, şeker ve trigliseridde tehlikeli artışlara, neticede de çok sayıda kronik hastalığa sebep olabiliyor.

PİZZA PATLAMASINA DİKKAT

Mesela, pizza tüketimimizdeki artış bu hızla devam ederse, gazoz, kola, meyve aromalı içecekleri bu kadar çok içersek, patates cipsi adeta bir gençlik modası haline getirilirse, bisküviler, krakerler, şekerle, çikolatayla kaplanmış grisiniler, gofretler, her gün reklamlarla tekrar tekrar gençlerin gözünün içine bu kadar çok sokulursa diyabet patlamasından ya da obezite salgınından daha farklı bir sonuç bekleyemeyiniz!
Uluslararası pizza zincirlerinin Türkiye’ye akın etmelerinin, ulaştıkları ciro büyüklükleriyle övünmelerinin, cips üreticilerinin işi ‘cips akademileri’ kurmaya kadar götürmelerinin sağlığımız açısından hiç de hayırlı şeyler olmadığını, bu gıdaların özelikle gençler ve çocuklarımız için ciddi bir tehdide dönüşebileceğini unutmayalım. Dahası, bu gelişmelerin yalnız diyabet değil; damar sertliği, hipertansiyon, hatta bazı kanserlerle bile bağlantılı olabileceğini aklımızdan hiç çıkarmayalım.

BİLİNÇLENELİM

İnsülin direnci ve obezite salgını nedeniyle orta yaşlarda ortaya çıkabilecek kronik hastalıklar patlamasının (kanser, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon gibi) önümüzdeki dönemde sağlık gündemimizin ilk sırasına yerleşeceğinden kuşku duymayalım. Bunları önlemenin de her şeyden evvel yanlış karbonhidratlar konusunda bilinçlenmekten geçtiğini hep aklımızda tutalım. Kısacası, lütfen biraz bilinçlenelim!

BİR ÖNERİ
Fikir detoksu yapın

Hatasıyla, sevabıyla 2011’i geride bırakıyor, her zamanki gibi “iyi ve güzel günler gelecekte” deyip beklentilerimizi 2012’nin omuzlarına yüklüyoruz. Beklentileri geleceğe yüklemek konusunda farklı düşünenler de var. Bakın ABD başkanı Abraham Lincoln 1862 tarihli yeni yıl mesajında neler söylemiş: (*)
“Sakin ve huzurlu geçmişin kuralları şimdide geçerli değildir! Fırsatlar zorluklarla üst üste birikir. Fırsatlar önemlidir. Bizler fırsatlarla yükselmek zorundayız. Her fırsat yeni bir durumdur. Bizler de yeni düşünmeli, yeni davranmalıyız. Kendimizi azat etmeliyiz. Ancak böylelikle ülkemizi kurtarabiliriz.”
Bu deyimden, yani ‘kendimizi azat etmek’ kavramından çok etkilendim. Bence buna hepimizin ihtiyacı var. Bu yaklaşımla ülkemizi değilse bile kendimizi kurtarabiliriz!
*(Abraham Lincoln’ün yaklaşımını Mark Stevenson’un ‘Geleceğe Yolculuk’ kitabından aldım)

GELİPGEÇİCİ DÜNYA

Mark Stevenson bize şunları da hatırlatıyor: “Konforadino Adası’nda sahilde otururken düşünme ve mantık yürütme biçimimin ‘gelip geçmekte olan bir dünyaya’ takılıp kaldığını fark ettim. Ölümü atlatabileceğimiz, yaşamın kodunu çözebileceğimiz, makinelerin düşünüp hissedebildiği, güneş ve havadan yakıt üretebileceğimiz, iklimi yönetebileceğimiz, göğü zapt-ı rapt haline alabileceğimiz nereden belliydi ki?” (*)
Yazar ve ünlü fütürist Mark Stevenson ile aynı fikirdeyim. Aslında dünyayı iyileştirecek pek çok olanak, fırsat var ve bunlar kafamızın içinde vızıldayıp duruyor. Biz bugün kadar, belki bugünden de çok, gelecekteki dünyaya ait şeyler düşünmeliyiz yeni bir yıl beklerken. Bunu başarmanın yolu da fikirlerimizi azat etmekten geçiyor. Bunun bir yolu da zaman zaman ‘düşünce-fikir detoksu yapmak’ olmalı.

2012 BİR FIRSAT

Önerim şu... Bildiklerinizin çoğunu unutun. Takılıp kaldığınız fikirleri zihninizden kovun. 2012’yi bir azat yılı yapın! Hayatın her alanında, her şeyin sivriliklerini, köşelerini, fazlalıklarını azat etmenin fırsatı haline getirin.
Emin olunuz ki azat ettikçe hafifleyecek, temizlenip yenilenecek, daha farklı, daha güzel ve daha yeni ve yararlı şeyler üreteceksiniz. 2012’yi bir azat festivaline çevirmeye ne dersiniz?
*(Mark Stevenson: Geleceğe Yolculuk/Butik Yayıncılık/2011)
Yazarın Tüm Yazıları