Eğer dört kocam olsaydı

Bugün tam ne yazsam diye düşünürken bir arkadaşımdan eposta geldi. Suudi televizyonunda her yıl yayınlanan Suudi Arabistan'ın en ünlü komedi dizisi Tash Ma Tash’ta bir kadının dört erkekle evlendiği bölüm izleyenleri çok güldürmüş ama muhafazakâr din adamlarını da oldukça sinirlendirmiş. Bunu okuduktan sonra bir an düşündüm dört tane kocam olsa ne yapardım diye, düşündüklerimi de paylaşayım dedim haliyle.

Şimdi diyelim dört koca alma hakkımız var ama nasıl olacak? Mesela  evlenecek bir tane adam bulamayan ben, benimle evlenmek isteyen dört enayiyi aynı anda nereden bulacağım?
Ama yazı işte bu nedenle bulduğumu farz edeceğiz. Gelelim adamların tiplerine, işlerine.
Öncelikle hepsi yakışıklı olsun bir zahmet ve de benzemesinler birbirlerine. Hepsinin tipi farklı olsun tabi ki ama hepsi uzun boylu ve fit olsun. Ben de uzun boylu ve fitimdir de.
İşlerine gelince; hepsi çalışsın, bir kere emekli falan istemem, evde ayakaltında dolaşan adamdan haz etmem. Kazanç seviyeleri de eşit olsun birbirlerine ki sonra hır gür kıskançlık çıkmasın evde. Yoksa şimdi biri doğum günümde araba, tek taş hediye ederken bir diğeri; “Aşkım bir şey alamadım affet, malum para durumum belli” derse olmaz işte.
Tipleri, işleri, paraları pulları hallettikten sonra, sıra geldi beşimizin yaşayacağı pembe panjurlu evimize; pardon malikânemize; bir pardon daha “sarayımıza”.
Saray dedimse şımarıklıktan değil, yanlış anlaşılmasın lütfen, bize en az 15 oda lazım. Her kocaya birer oda eder 4, bana özel bir oda etti 5, her adamdan 2 çocuk yapsam; ekle 8 oda daha kaç etti; 13. Bakın az bile demişim, 15 de yetmedi. Bir de personeli var bu işin. Bahçıvanı, şoförü, dadısı var… Neyse, 20’de kanaat kılalım, fazlasını isteyip mokunu çıkarmanın âlemi yok.
Ev işini de hallettikten sonra sıra geldi nikâha. Hiçbir koca adayım kusuruma bakmasın, toplu düğün istemem. Her biriyle farklı mekânlarda, farklı gelinliklerle, farklı konseptlerdeki düğünlerle evlenmeliyim.
Aynı gün içinde olması lazım biliyorum, mühim değil. Sabah başlarız nikâhları kıymaya, akşam da topluca bir yere kutlamaya gideriz, benim için mahsuru yok.
Yalnız her kocam  bana alacağı düğün hediyesini bir zahmet itinayla seçsin, şimdiden uyarayım. Kadınım çünkü belli olmaz ne edeceğim, sonra bir kavga sırasında; “Al işte, senin ne olduğun aldığın düğün hediyenden belli Ahmet, bak Mehmet’e adam ne almıştı bana, sen ne almıştın” diye ortalığı kızıştırmayayım.
Bu şekilde yuvayı dişi kuş edasında yapıp, nikâhları da bastıktan sonra geliyoruz en önemli kısma; 4 kocayla aynı evde yaşamaya. Sabahları kalkıyorum, ben odamdan kahvaltı için yemek salonuna indiğimde, her şey hazır ve nazır oluyor ve dört kocam da sofrada beni bekliyor oluyorlar. Sırayla elimi öpüp; “Günaydın aşkım, kraliçem, meleğim, bebeğim” gibi sözlerden sonra ailecek kahvaltı ediliyor.
Kahvaltı sonrası her eşimi sırayla kapıdan işlerine doğru uğurluyorum. “Hayırlı işler Ahmet, hayırlı işler Mehmet, hayırlı işler Kenan, hayırlı işler Murat”,  bitmesi neredeyse bir saati bulan bu uğurlama faslından sonra mutfağa geçip akşam ne pişirileceğine karar vermeye geliyor sıra.
Ama tabi mutfağa geçtiğimde ilk önce duvarda asılı olan listeye göz atıyorum; salı akşamı Ahmet’in iş yemeği, perşembe Murat’la konser, cumartesi gecesi Kenan’ın ailesinde aile yemeği…
Eğer o gece herhangi bir kocamla katılmam gereken bir davet varsa, akşama ne pişeceği beni pek ilgilendirmiyor, kalan üçü Allah ne verdiyse yesinler deyip, mutfaktan ayrılıyorum ama eğer akşama hepimiz evdeysek işte o zaman işim çok zor.
Aşçıya diyorum ki; “Akşama karnıyarıkla, pilav yapalım.”
“Olmaz Ayşe Hanım, biliyorsunuz Mehmet Bey patlıcandan nefret ediyor.”
“Eee o zaman kuru fasulye-pilav yapalım.”
“Ayşe Hanım ne diyorsunuz, siz hiç Kenan Bey’in fasulye yediğini gördünüz mü?”
Her sabah aynı terane ve sonunda benden gelen bir çığlık; “Aaaaaaaaa yetti be! Bu adamların hepsinin sevdiği ortak bir yemek yok muuuuuuuuu?” diye.
Kadınım, haliyle sinirimi koşar adım gittiğim kuaförümde çıkarıyorum.
“Hoş geldiniz Ayşe Hanım, bugün ne yapacağız?”
“Bir de soruyorsun ne yapacağımızı, boya tabi ki, baksana saçım oldu dört renk. Neymiş; biri kızıl severmiş, biri sarı, biri siyah, artık  başlayacağım. Sen boya benim saçımı tek renge, tepem atık zati.”
Kuaförden sonra orada burada, elimde dört kredi kartı, bolca alışveriş yapıp iyice yatıştıktan sonra eve geliyorum ve başlıyor “Hoş geldin Ali, günün nasıl geçti?”, “Hoş geldin Mehmet, işlerin iyi gitti mi?”, “Hoş geldin  Ahmet, nasıl geçti toplantın?”, “Hoş geldin Ali, anlaşmayı yapıp işi kaptın mı?” faslı.
Bunu da atlatınca, sıra geliyor akşam yemeğine. Hangi koca başa oturacak diye kavga çıkmasın diye bir taktik geliştirdim; kura çekiyoruz her gece, kimin başa oturacağını da bu şekilde belirliyoruz.
Bazen bakıyorum akşam yemeklerinde hiçbirinin çıtı çıkmıyor, sıkılıyorum haliyle. Biraz dalaşsınlar istiyorum, bana eğlence çıksın diye. O zaman da ya "Galatasaray-Beşiktaş-Fener" diyorum ya "Recep Tayyip-Gandi Kemal", of nasıl karışıyor ortalık, al bana eğlence.
Yemekten sonra herkes kendi özel televizyonunun olduğu odalara dağılıyor. Bana; “Karıcım ne olur yanıma gel, beraber film, dizi, talkshow falan izleyelim” diyene cevabım hep aynı; “yazı yazmam lazım.”
Uyku saati gelince hepsinin alnına bir öpücük kondurup, tek tek “İyi geceler kocacım” diyorum ve başka hiçbir soruya mahal bırakmadan da direk yapıştırıyorum “Başım ağrıyor canımmmmmmmmmmm.”
Dört kocayla evli olmanın tek güzel yanı; gece sokağa çıkmak istediğimde, “Hadi canım bu gece gezmek istiyor” dediğimde biri ben yorgunum diyorsa, bir diğerinin beli ağrıyorsa, illaki bir tanesi; “Tamam çıkalım hadi karıcım” diyor.
Not: dört avukatımı birden arasam mı, ne bu çok eşlilik beni baydı. Tek kocam olsun sobalı evim olsun, bir oda- bir salon olsun bana yeter.
Yazarın Tüm Yazıları