Edebiyatın çalışma odası Kahveler

O masalarda kimler oturmadı ki?

Haberin Devamı

Markiz’den Meserret’e, İkbal’den Küllük’e Adliye Kıraathanesi’nden Cafe De Flore’a, edebiyatçılar müdavimi oldukları kahvelerden ayrılmazdı. Orada oturur, yazar, arkadaşlarıyla görüşür, hayranlarıyla buluşurlardı

Okumaya, yazmaya hevesli olan kişiler, hemen bir ‘çalışma odası’ peşine düşerler. Kimi sessiz odalarda, kimi loş aydınlıkta, kimi manzaralı bir odada daha verimli yazacağını sanır. Kimi yazarlar için bu doğru olabilir. Örneğin Orhan Pamuk, yazarken kimsesizliği tercih eder. Sanırım Selim İleri de. Belki başkaları da vardır çalışma odasının sessizliğine sığınmayı tercih eden.
Ama kalabalıkları sevenler çoğunluktadır. Yakın geçmişte edebiyatçıların devamlı gittikleri kahveler vardı. Yazar orada çalışır, okuyucularıyla buluşur, arkadaşlarıyla sohbet eder, hatta yemeklerini bile orada yerdi.
Bunların en ünlülerinden biri, Beyoğlu’ndaki Markiz Kahvesi’ydi. 1940’ta ‘Marquise de Sevigne’ adlı çikolata firmasından esinlenerek adını Markiz koyan kahvenin müşterileri arasında kimler yoktu ki: Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Abdülhak Şinasi, Servet-i Fünuncular, Fecr-i Aticiler… Kimi şiirini, kimi romanını burada yazdı, burada buluşup, kuramlarını oluşturdu.
Markiz’in hemen karşısındaki Lebon’un müşterileri hemen hemen aynı kişilerdi. Mekân değiştirmenin nedenlerinden biri, edebiyatçıların sert tartışmalarda birbirlerine küsmeleriydi. Barışana kadar, küs edebiyatçılardan biri Markiz’de diğeri Lebon’da otururdu.
Edebiyatçıların önemli ‘çalışma odalarından’ biri de Sirkeci’de, Ankara ve Ebusuut Caddesinin kesiştiği köşedeki ‘Meserret Kahvesi’ydi. Yazarlarla birlikte gazetecilerin de uğrak yeriydi. Sirkeci’deki Sansaryan Han’daki emniyet müdürlüğünden sızdırılan haberler burada gazeteye verilirdi.
Meserret’in devamlı müşterileri Ali Naci Karacan, Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Rauf, Orhan Kemal, Melih Cevdet Anday’dı. Orhan Kemal birçok eserini burada yazmaya başlamıştı. Ünlü yazar kahveyi şöyle anlatır: “Meserret Bâb-ı Ali’den ekmeğimi çıkarmaya çalışmanın başlangıç noktasıdır.”
Meserret kapanınca yerini Nuruosmaniye’deki İkbal Kahvesi aldı. Bu kahve için edebiyatçıların şu cümleyi kurduğu anılarda yazılıdır: “İkbal, bize evimiz kadar hatta evimizden daha çok yakın oldu…”
Türkiye’nin fikir yaşamında önemli rol oynayan kahvelerden biri de Beyazıt’ta, Edebiyat Fakültesi’nin karşısındaki ‘Küllük Kahvesi’ydi. Ne mutludur ki, bu kahvenin son zamanlarında, burada çay içme fırsatını bulabildim. Beyazıt Camii’nin duvarına yaslanmış, çitlembik akasya ağaçlarının gölgelediği kahve, 1950’lerde kültür merkezi işlevi görüyordu. Reşat Nuri, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Neyzen Tevfik, İlhan Berk, Orhan Veli, Cahit Sıtkı ve daha nice yazar, şair, düşünür bu kahvenin tutkunlarıydı. Faruk Nafiz ve Behçet Kemal’in 10. Yıl Marşı’nı bu kahvenin masalarında yazdıkları söylenir.
Sultanahmette’ki ‘Adliye Kıraathanesi’ edebiyatçıların ve gazetecilerin paylaştıkları çalışma odalarındandı. Bir yanda Aziz Nesin, Peyami Safa, Yaşar Kemal, Yaşar Nabi gibi edebiyatçılar, öte yanda Çetin Altan, Doğan Nadi, Burhan Felek, Abdi İpekçi gibi gazeteciler yazılarını burada kaleme alırlardı.
Kahveleri gerçek bir ‘çalışma odası’ gibi kullanan yazarların başında Attilâ İlhan gelirdi. Ünlü yazarın ‘dışarıda bir masaya oturmasına’ sağanak yağmur neden olmuştur. Maçka’daki evinden çıkıp Taksim’e doğru yürüyen yazar, tam Divan Oteli’nin önünde sağanak yağmura yakalanır. Islanmamak için Divan Pastanesi’ne giren Attilâ İlhan, tam dokuz yıl her gün bu pastaneye gelmiş, aynı masada oturmuş, yazılarını yazmıştır.
Daha sonra, Gezi Parkı’nın altındaki Bulvar Kahve’ye taşınan yazar, başından hiç çıkarmadığı şapkasıyla buranın simgesi olmuştur.

GELENEĞİN MERKEZİ PARİS

Kahvelerin ‘çalışma odası’ olma geleneğinin başladığı yer Fransa’dır. Hatta bu kahvelerde devrimlerin altyapısını hazırlamışlardır. Paris’in ilk kahvesi ‘Procope’ bunlardan biridir. Üst katındaki gizli odada toplananlar, Fransız Devrimi’nin tohumlarını atmışlardır.
Paris’in edebiyat kahveleri neredeyse bütün dünya yazarlarına ‘çalışma odası’ olmuştur. Bunlardan en ünlüleri, St-Germain-des-Pres semtindeki ‘Les Deux Magots’ ile ‘Café de Flore’dur. Sartre ve Simone de Beauvoir Magots’da, yan yana iki küçük masada oturup, varoluşçuluk üstüne yazarlardı. Picasso, Giacometti, Hemingway de buranın müdavimleriydi. Burası aynı zamanda sürrealist ressamların toplanma yeriydi.
Magots’nun biraz ilerisindeki Cafe de Flore da Apollinaire ‘Paris Geceleri’ni yazmıştı. Boris Vian, Hemingway, Aragon, Rimbaud, Camus, Picasso ve Troçki sabahtan akşama kadar bu kahvenin masalarında çalışırlardı. Sarte ve Simone de Beauvoir, kış aylarında Magots’dan Café de Flore’a taşınır, sobanın yanındaki masada çalışmalarını sürdürürlerdi. Patron Boubal, ünlü müşterisi için şu yorumu yapmıştı: “Sartre benim en kötü müşterim. Önündeki kâğıtları karalayarak saatler geçiriyor, üstelik sabahtan akşama kadar ısmarladığı tek içecekle yetiniyor.”
La Closerie des Lilas da, 19’uncu yüzyılın ünlü edebiyat kahvelerinden biriydi. Andre Gide, Salvador Dali, Hemingway’in yanı sıra Yahya Kemal Beyatlı da devamlı müşterileri arasındaydı. Hatta Yahya Kemal’in oturduğu masanın kenarında, onun adını taşıyan küçük bir plaket bulunur.
Bizdeki sözünü ettiğim kahveler çoktan kapandı. Hatta unutulup gittiler! Ama Avrupa’daki kahveler hâlâ aynı masalarda bu kuşağın yazarlarını, sanatçılarını ağırlamayı sürdürüyorlar. Bir müze gibi turistlerin hücumuna uğruyorlar. Yazarların kitapları, onların oturdukları masalarda okunuyor.
Benim mekânım, Boğaz’ın en eski kahvelerinden biri olan ‘Bebek Kahvesi’. Orada, üstü mermer bir masada hem yazılarımı yazıyor hem gazete ve kitaplarımı okuyor hem konuklarımı ağırlıyor, kaşarlı simidimi yerken demli birkaç bardak çay eşliğinde huzur buluyorum.

Şiirlerde Markiz izi

Haberin Devamı

1940’da kurulan Markiz, Lebon’la birlikte edebiyatçıların ikinci eviydi. Birçok yazar, şair, gazeteci eserlerini orada yazdı. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın ‘Ayten’in Sonu’ şiirinin ilk dörtlüğünü okuyalım:
“Ayten’i Markiz Pastanesi’nde vurdular
Onu ben vurdum.
Ayten kanlar içinde yere düştü,
Bense ağlıyordum.”

Yazarın Tüm Yazıları