Davul ve “ehliyet”

DÜN “davul”un sadece bir ramazan geleneği olarak değil, siyasetten sokak düğününe, açılışlardan törenlere kadar gümbür gümbür hayata katılmasından söz etmiştim.

Davul hem evrensel, hem de farklı yorumlarıyla yerel bir enstrüman.
Ve usta ellerde, tellileri, yaylıları, nefeslileri, vurmalılarıyla toplu bir müziğin bazen vazgeçilmez parçası.
Misal, Anadolu Ateşi’ni, doğudan batıya rengahenk halk danslarını davulsuz düşünebilir misiniz.
* * *
Ama davulun sadece uzaktan değil yakından da kulağa hoş gelmesi, tıpkı müezzinlik gibi “ehil olmayı” gerektiriyor.
Ve özeni.
Adabı...
Örneğin, arabeskleşmemeyi.
Bir kamyonetin arkasına ilişip nara atar gibi, yaşlanmış-ayarı-tonu kaçmış derisiyle neredeyse “patlak” davulu tekdüze patırdatmamayı.
* * *
Müezzinin sesi de, davul da bir “enstrüman”.
Bu nedenle, “bilmeyi”, “ehliyet”i gerektiriyor.
Ehil olmak, entrümanlardan çıkan sesin niteliğini de belirliyor.
Ya müzikal bir ritm çıkıyor ortaya.
Ya da gürültü:
Davulla “yort savul”...
* * *
Zaten bu nedenle mesela Altındağ, Yenimahalle Belediyeleri kurslar, “operasyon”lar düzenledi.
Zabıta ekipleri sokakları dolaştı.
İzinsiz çalışan, ehil olmayan davulcuları topladı.
Bu nedenle, “davulcu adayları”na 10 gün kurs verildi.
Kondisyon, Genel Kültür, Davul Çalma, Mani Söyleme gibi başlıklarda...
O dönem, kursu tamamlamak ve “sertifika” almak, bu nedenle şart koşuldu.
* * *
Amaç bir geleneği, sokakları dolaşan hoş bir sedayı yaşatmaksa bu şart.
Yok değil de, sadece sahurda uyandırmaksa...
Davula, tokmağa, “masraf”a ne gerek.
Teneke çalsınlar.
Zaten bazıları davulu teneke, tokmağını tek düze, ayarsız ritmiyle çekiç eylemiyor mu?
Yazarın Tüm Yazıları