Dar paça, geniş yaka, halk mazlum, vatandaş imtiyazlı

RACON kesiyor, kürsüde afili duruyor, ikide bir, "be" ya da "yahu" lafı ile rakiplerine sataşıyor. Sert üslup ve "yook öyle, burası Türkiye" söylemiyle, kendisine, helal olsun be, dedirtiyor.

Bir tek, ayakkabı arkasına basması eksik. Dar paça, geniş yaka modası şimdi olmadığına göre, orada mesele yok.

Tayyip Erdoğan bu duyguyla, kendisinin "halk" dediği kesimle bütünleştiğine inanıyor.

Erdoğan meydanlarda ne söylüyor, neden söylüyor, nasıl söylüyor. İçerik analizi. Bu yöntemi kullanarak, Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını mercek altına alıyorum. Erdoğan’da çarpıcı bir ayrım dikkat çekiyor:

"Siyasetçiler yıllarca halka yukardan baktılar. Fildişi kulelerinde halk ile vatandaş arasında ayrım yaptılar. Vatandaş verdiklerine imtiyaz verdiler. Bazılarını vatandaş saymadılar. Biz bunu değiştirdik".

Sosyoloji artı siyaset bilimi açısından vatandaş ile halk arasındaki ayrım 1789 Fransız Devrimi’ne kadar gidiyor. Halka tepeden bakanların ayrımı.

Oysa, emek açısından bakıldığında, ikisi arasında fark yok. İkisi de, aynı sınıftan.

YENİ SINIF

Hayır. Erdoğan, arada fark var, ikisi aynı sınıftan değil, diyor. Yine emek açısından bakıldığında, ona göre, vatandaş üretim aracına sahip, halk değil.

Bunu böyle söylemiyor ya da böyle bir şema kafasında yok, ancak halk ve vatandaş arasında sınıf farkının altını çiziyor. Ona göre, eski iktidarlar üretim araçlarına sahip olanlara (vatandaşlara) imtiyaz tanıyor. Üretim aracına sahip olmayanlar (halk), tu kaka.

Bu söylemiyle, Erdoğan gelmiş geçmiş bütün iktidarları, bu anlamda Jakoben kabul ediyor. Fransız Devriminin türevleri olarak.

Onun halk dediği, kendisinin üretim aracı verdiği muhafazakar kesim. Biz bunu değiştirdik, derken, bunu söylüyor.

Kendine bağlı yeni bir sermaye sınıfı yarattığını itiraf ediyor.

Dünyaya daha kapalı, dine daha çok bağlı, milli gelirden daha çok pay almasına rağmen, toplumda kendini yine de yabancı hisseden, Batı kültürüne hayli uzak bir kitle. Onun "halk" dediği kitle.

Ancak, pratikte sakatlık var. Makarna, kömür, v.s. yardım paketleri söz konusu ise, geçerli olan, bizden-sizden mantığı. Yardım paketleri AKP’ye oy vereceğine inanılan insanlara gidiyor. Vatandaş-halk ayrımı orada yok.

BÜYÜK DÜŞÜN

Konuşmalarında dine hiç bir atıf yok. Sadece, konuşmasının sonunda, her yerde aynı cümle:

"Allah yar ve yardımcımız olsun."

Daha çok eski sözcükler kullanıyor. Kader, hayır, zulüm, mukaddes sık kullandığı sözcükler.

Hangi ile gittiyse, orası hakkında uzun bilgiler veriyor, iktidarı süresince o ile yapılan yatırımları anlatıyor. Yerel özellikleri konuşmasına taşıyor. Örneğin, Urfa’da "siz Fırat, Dicle kadar hayat dolu, Harran kadar bereketli siyaseti temsil ediyorsunuz" diyerek, yerel çiçekler atıyor. Yerel özellikler ile arasında bağ kurarak, o kentin halkı ile kendisini özdeş kılıyor.

"Sen Rizesin, büyük düşün, sen Sivassın, büyük düşün", sözü ile o kentin moralini yüksek tutuyor, yine kendine bağlıyor.

KRİZDE ÇUVALLAMA

Baykal ve Bahçeli’nin konuşmalarını iyi izliyor. Onlara her gün yanıt veriyor.

Çuvalladığı yer, ekonomik kriz. En çok demagoji burada.

Ekonomi Erdoğan’ın en zayıf alanı. Krizle ilgili doğrulardan kaçıyor. Bilerek saptırıyor. İşsizlik artışı, üretim kayıpları gibi hayati konularda sinirleniyor ve savunmaya geçiyor.

Savunurken, kendi dışında oluşmuş sermaye sınıfı ile kendisini eleştiren medyayı suçluyor.

Yine racon keserek, afili edayla.

Ve sürekli çifte standart. Parti kapatmayla ilgili Avrupa demokrasisine sığınıyor. Haklı ve doğru. Ama, medyaya uyguladığı baskıya Avrupa’dan tepki gelince, Avrupa demokrasisi bir anda kayboluyor. Yine dar paça, geniş yaka vaziyeti.

İnişli çıkışlı, birbiriyle çelişkili, duygusal, tepkili, sinirli üsluba rağmen Erdoğan yine de iyi bir hatip.

Ama, kötü bir Başbakan. Çünkü, sürekli "bizden ve sizden" ayrımı yapıyor.
Yazarın Tüm Yazıları