Cesareti olanlar kalbini koysun ortaya!

İçiniz kıpır kıpır bu aralar değil mi?

Her şeye yeniden başlamak istiyorsunuz.

Kalbinizde yeni bir şeyler yaşamanın heyecanı...

Yeniden, yeni…

Doğanın her şeyi yenilediği gibi, insanın da coşkusunu kalbinde hissettiği, içindeki her şeyi yenilemek istediği, yenilediği, yenilendiği zamanlardır bahar ayları.

Umutların, mutlulukların, hayallerin, heyecanların, ilişkilerin…

İçimizdeki tomurcuk çatlayıp, mis kokulu güle, renk renk çiçeğe bırakır kimliğini bahar gelince. Tıpkı dallardaki tomurcuklar gibi…

Baharın müjdecisi olan portakal çiçeklerinin, yaseminlerin, sarmaşıkların, güllerin kokusunu içime çekmek ne güzelmiş, her nefeste.

Sardunyaları, menekşeleri, erguvanları, laleleri, ortancaları görmek...

Çocuksu duyguların yaşattığı coşkuyla koşarak yemyeşil kırlara uzanmak...

Ne kadar da özlemişim meğer.

Kasvetli ve gri günlerin ardından, hasret kaldığımız güneş ışınlarının tenime değmesi ne güzel.

Hüzünle bezenmiş gri kış günlerinden sonra, rengini beğenmediğim gökyüzünün, rengini, berrak semâda parlayan adeta mutluluğun simgesi olan güneşe bırakması, o güzel havayı görmek, içimi kıpır kıpır yapıp, çocuksu duygularımı ortaya çıkarıveriyor, bir anda.

Nedendir bilinmez ama baharı algılamaya başladığımız ya da baharın içimize işlediğini hissettiğimiz anda, herkes gibi aşkı düşünmeye başlıyorum ben de.

Tarifsiz bir duygu yoğunluğu, bizi bulutlara uçuran, sonunda da yerden yere vurup, bizi süründüren bir kavram olan aşkı düşünmek, aşktan bahsetmek, çok zor aslında.

Ve tabii ki o anlatılmaz duygu yoğunluğu dediğimiz aşkı yaşamak da...

Kanımıza girdiği anda aksini savunduğumuz, karşı koyduğumuz şeylerin tam tersini yaptıran, gözümüzü kör eden bir güçtür aşk.

Aşk ne kadar çekici...

Yasaklar kadar kışkırtıcı...

Geceleri uykuları kaçıran, gündüzleri bizi tatlı telaşa boğan...

Hiç aşık olmamış ya da aşkı yaşamamış masumlar için hayat ne kadar rutin ve ne kadar sıkıcı...

Daha aşka başlamadan, aşkın sonunda yaşanacak ayrılığı, “Sonunda acı var, hüzün var” mantığı ile düşünmek.

Sırf bu yüzden aşkı yaşamamak, yaşamak istememek...

İşte akıl ile yürek arasındaki uyumsuzluk, kararsızlık.

Evet, aşık olursanız sonunda gözyaşı, acı, hüzün, keder, yalnızlık var.

‘Sonunda yalnızlık, ayrılık, gözyaşı var’ diye düşünüyorsanız aşk için, neden dünya nüfusunun yaklaşık yarısından çoğu aşık?

Bu kadar aşık insanın sonu ne olacak?

Tanrı, insanları, aşktan uzak mı tutmalı?

Mümkün mü?

Her insan aşık olmalı.

Bu güzel duyguyu yaşamalı.

En azından tatmalı.

Aşk, kendi aşkınsa aşk.

Aşk, kendi aşkınsa güzel.

Aşk, kendi aşkınsa dinlemez yasak.

Aşk kendi aşkınsa özel.


***

Aşık olalım.

Ama yasak aşk olmuş bu.

Ama platonik aşk.

Ama gerçek aşk.


Aşık olmadıysanız eğer hiç, siz korkaksınız, ihanetiniz kendinize.

Zevklerinizi, heyecanlarınızı buduyorsunuz, hayatı ıskalıyorsunuz.

Aşık olursanız, sonunda gözyaşınızın sel olup, bitmesinden mi korkuyorsunuz siz?

Yalnızlıktan mı çekiniyorsunuz, sizi dipsiz kuyulara atar diye?

Ayrılıktan sonra kendinize gelememek mi yoksa endişeniz?

Evet, aşık olursanız sonunda acı, hüzün, keder var.

Aşık olursanız sonunda gözyaşı, yalnızlık...

Ama şimdi de aşkı düşünün.

Sakin bir limanda yüreğinizin aşka değdiğini düşünün.

Beyninizden, yüzünüzden, yüreğinizin her bir hücresinden taa ayaklarınızın ucuna kadar bütün bedeninize bir sıcaklık yayıldığını düşünün.

Ve kalbinizin hızlı hızlı çarptığını...

Ve dahası…

Daha da fazlası…

Değmez mi?

Sırf bunun için aşık olmaya değmez mi?

Bir kez açsanız yüreğinizi aşka, öyle bir ferahlayacaksınız ki...

Aşkı öyle seveceksiniz ki...

İçiniz eriyorsa aşk için, aşık olun.

Tam da bahar gelmişken…

Korkmayın.

Göze alın.

Aşksız yaşamı korkaklara, cesaretsizlere bırakın!

 

                                                                  MELİKE BİRGÖLGE

 

Haberin Devamı

Yazarın Tüm Yazıları