Çarşaf üstü altıok

BRÜKSEL /İSTANBUL
MEMLEKETİ üç dört günlüğüne bile bırakmaya gelmiyor. CHP kara çarşafa girmiş, İstanbul milletvekili Nursuna Memecan’ın Başbakan için verdiği ev daveti memleketimizin en mühim meselesi haline dönüşmüş. Önce Nursuna Memecan’ın ikram ettiği şarap markası tartışılmış, sonra da bir kadın gazete yazarımız, Başbakan’ın yanına Prof. Nur Vergin’i buyur etmesini diline dolamış...

Kara çarşaf üzerine altıoklu rozet bana Mimar Sinan’daki yaratıcı öğrencilerin geçmişte İstanbul Bienali için yaptıkları bazı çalışmaları hatırlatmaz mı! Biraz da sanattaki Litvanya/ABD kökenli, "değişim" ya da Latince’de "akmak" anlamına gelen 1960 doğumlu Fluxus akımını... Sokakta rastladığınız sıkılmış portakal kabuğu dolu bir çöp tenekesi ya da saçları yolunup gözleri oyulmuş taş bebek... Bunlar Fluxus anlamında sanata ya da daha doğrusu anti-sanata dönüşebiliyorsa, siyasetten sahneleri de Fluxus’a yormanın yok bence sakıncası.

Öteki meseleye gelince, Prof. Nur Vergin ülkenin sayılı sosyologlarından, önemli de bir kadın entelektüel. Canı nereye isterse oraya oturur.

Bu arada Brüksel’de günün anlamına uygun biçimde "Geçiş Toplumlarında Kadın" konulu uluslararası bir toplantıya katıldım. İranlı ve Faslı hemcinslerimizle "kadın dayanışması"nı konuştuk. Kadınlararası dayanışma demokrat toplumların özelliği, ne acı ki bakıyorum siyasetten iş dünyasına hangi alandan olursa olsun bizdeki çoğu kadının birbirlerine tepkisi sanki hálá haremde "odalık"mışçasına... Yetmiyor, bir de her devirde haremin "gözde"liğine soyunanlar da çıkıyor.

* * *

Ve Brüksel’de Tanpınar’ı hatırlamak... Antonio Banderas’a benzeyen genç bir adamın, Brüksel hükümetinde Devlet Bakanı olan Emir Kır’ın makamında Beş Şehir’e gönderme yapmak... Türk kökenli bu sosyalist siyasetçi, Kuzey Garı’na yakın bir binanın 13’üncü katındaki ofisinin duvarlarına siyah beyaz eski Brüksel fotoğraflarını asmış. Eski güney garı muhteşem heykelleriyle birlikte yerle bir... Kuzey Garı’nın yerinde gökdelenler yükseliyor... Eski Rogier Meydanı dümdüz edilmiş. Bir dönem olmuş, otomobiller üstün nesne sayılmış, onlara özel caddeler açmak gerekmiş. Özetle burada da tarihi varlıkların tepesine baltalar inmiş.

Tanpınar, Beş Şehir’den İstanbul’u anlatırken Paris’ten dem vurur, oranın da 20’nci yüzyılın başında uğradığı değişime değinirken geçmişe özlem duyar. Ve her şehrin başına geldiğini anlarsınız bu katliamın. Paris, Brüksel, İstanbul... Sonuçta tüm şehirler değişimden nasibini almış. Ama yine de Brüksel’deki Güney Garı’nın eski fotoğrafına bakıp bir de yenisini görseniz, katliamın böylesine az rastlanır dersiniz.

* * *

İstanbul uçağına binerken Türk gazetelerini aldım kapıda. Gündüz Aktan’ı kaybetmişiz. Elimde olmadan bir "ah" sesi çıktı içimden. Bir iki yabancı yolcu bana baktı. Ne diyebilirdim? Büyük bir beyindi.

Bir anda fark ettim ki bir süredir onun yazıları olmayınca entelektüel dünyamız önemli bir dürtüsünü kaybetmiş. Karşıtlarına beyin bileten adamlar ve kadınlar eksildikçe, giderek yavan bir tat hákim oluyor zihin dünyamıza...

Çarşaf üstü altıok... Memleketin hali Fluxus gibi değişken ve akıcı...
Yazarın Tüm Yazıları