Bu kadar mı iki tat birbirini tamamlar?

Üstünden neredeyse üç hafta geçti, araya Atina ve Lizbon yolculukları girdi... Ama öyle hoş bir öğle yemeği idi ki, yazmamak olmaz. Bilenler bilir: Teoman Hünal sıkı bir biraseverdir. Öyle kuru kuruya da sevmez.

Sevmenin, emek istediğini bilir.

O yüzden de yüksünmez, gereken emeği verir.

İş yolculuğu için bir yere mi gitti? Üşenmez o yolculuğun önüne ardına bir-iki gün ekler, önceden belirlediği bira cennetlerinden birine gider. Dünyanın en iyi bira yazarlarından Roger Protz’un "Ölmeden Önce Denemeniz Gereken 300 Bira" adlı kitabında sözü edilen 300 biranın hepsini değilse de, büyük çoğunluğunu, işte uzak yakın demeden kalkıp gittiği, hazır gitmişken de o kitapta dahi sözü edilmeyen yerel üreticiler keşfettiği bu seferlerde denemiştir. Sarışın, kumral, karaşın fark etmez; biranın hasını sever. Üzüme gösterilen ilginin arpadan neden esirgendiğinin sırrını /images/100/0x0/55eb5ca6f018fbb8f8bc3722çözemez. Benim gibi, yemek dendiğinde aklına sadece şarap düşenlere, en nazik haliyle biranın da pekálá bir yemek eşlikçisi olabileceğini anlatır.

Değişik ülkelerin afili lokantalarında artık şarap mönüsü gibi bira mönülerinin de sunulduğunu, taam erbabının burun kıvırdığı bu içkinin şimdilerde yeniden keşfedilip hak ettiği saygıyı görmesinden büyük mutluluk duyduğunu söyler.

İskoçlar, İrlandalılar, Almanlar, Belçikalılar, Amerikalılar, Çekler, velhasıl yedi düvel boşuna bu içkiye vurulmamış, lezzetini farklı kılan mayasına, baharını katan şerbetçiotuna boşuna meftun olmamıştır. Osmanlı’nın, bizden daha incelmiş bir damak tadına sahip olduğunun göstergeleri arasında ecdadımızın o dönemde bile dünyanın en iyi biralarını ithal edip tüketmesini sayar. Ülkemizde ise son yıllardaki kıpırdanmalara, örneğin Tap’s ın bira evi olmanın yanı sıra bira da üretmeye başlamasına, Efes Pilsen’in piyasaya ilk buğday birası olan Gusta’yı sürmesine, marketlerde bulunan yabancı markalara ufak da olsa yeni adların katılmasına ve bizatihi kendi çabalarına karşın hálá yapılacak çok şey, atılacak çok adım var diye düşünür.

Bir yazısında da belirttiği gibi, vermenin almak kadar önemli olduğuna ve hazzın paylaştıkça çoğaldığına inanır. Bu yüzden gittiği yerlerden alıp getirdiği içkileri dostlarıyla paylaşır.

Eşi Lale ile birlikte güzel davetler verir.

Ne diyeyim işte, gerçek bir biraseverdir.

Biliyorsunuz kısa bir süre önce Türkiye pazarına yeni bir bira girdi: Brooklyn Lager.

Geçen ay Gusto dergisinin Özel Bira sayısını okuyanlar bilir ama okumayanlar için New Yorkluların kentlerinin birası olarak vaftiz ettikleri bu biranın öyküsünü kısaca anlatayım.

Biri gazeteci biri bankacı iki arkadaş 80’li yılların başında işlerinden sıkılıp o günlerde hobi olarak evlerinde yaptıkları birayı daha geniş çapta üretme kararı vermiş ve karar verdikleri anda da profesyonel hayata veda etmişler.

İyiymiş hoşmuş da, kendileri için yaptıkları ev yapımı biranın piyasaya sürülecek kalitede bir bira olmadığının da farkındaymışlar... Bunun üzerine ne yapsınlar; yeni bir formül bulmak umuduyla içki yasağı döneminin bira reçetelerini karıştırmaya başlamışlar. Deneye yanıla, yapa saça sonunda eski zamanların Kızıl Viyana biraları tadında bir bira yapmayı başarmışlar. Ve yaptıkları biranın adını biraz da oturdukları semte duydukları vefa borcu nedeniyle Brooklyn Lager koymuşlar.

Biranın öyle hoş, Amerikalıların o güne kadar içtikleri su gibi biralardan o kadar farklı bir tadı varmış ki, Brooklyn Lager’in ünü kısa zamada kulaktan kulağa yayılmış. Satışlar artmış.

AÇILIŞINI NEW YORK’UN EFSANEVİ BELEDİYE BAŞKANI YAPTI

Gel gelelim iki arkadaş bu kadarla da kalmamış, daha da mükemmel bir tat yaratmak umuduyla hem müthiş yetenekli olduğunu bildikleri hem bira-yemek uyumu konusunda uzmanlığına güvendikleri dünyaca ünlü bira yaratıcısı Garett Oliver ile çalışmaya başlamışlar.

Ondan sonra tut tutabilirsen.

Broklyn Lager’e kısa süre sonra Brooklyn Brown Ale, East India Pale Ale ve dünyanın en görkemli biralarından biri olarak kabul edilen Black Chocolate Stout da eklenmiş.

Bu yeni biralar züppelikleriyle bilinen New Yorkluları da kısa süre içerisinde mest etmiş. O kadar ki, Brooklyn Brewery’nin açılışını bile dönemin estiği estik, kestiği kestik karizmatik Belediye Başkanı Giuliani yapmış.

İşte kısa bir süre önce Türk pazarına giren Brooklyn Lager’in kısa öyküsü böyle.

Peki kehribar renkli bu biranın mest ettiği sadece New Yorklular mı?

Değil elbet.

Meğer Boorklyn Lager, Teoman Hünal’ın da gözde biralarından biriymiş.

İSMİ ZOR, TADI MUHTEŞEM BİRALAR

Sevdiğiniz bira ayağınıza gelirse, başka yolculuklardan derlediğiniz birkaç şişeniz daha varsa, üstelik ülkenin en yetenekli şeflerinden biri olan genç dostunuz da en az sizin kadar biraya düşkünse ne yaparsınız?

Sizi bilmem ama Teoman hepsi birasever, sevmekle de kalmaz "birabilir" dostlarını öğle yemeğine çağırdı.

Bir de beni. Gaflet uykusundan uyanmayı reddedeni.

Davet tarihi belli olur olmaz Mehmet Gürs ile baş başa vermiş ve içilecek biralarla örtüşeceğini bildikleri nefis bir mönü hazırlamışlar.

Ben oraya gittiğimde hemen herkes gelmiş, barın etrafında şimdi adını elimdeki not defterine bakarak yazdığım, ama ne o gün ne de bu gün asla telaffuz edemediğim Aecht Schlenkerla Rauchbier’lerini yudumluyor ve içtikleri bu zarafetin damakta bıraktığı tat üzerine konuşuyorlardı.

Bana da tahmin edeceğiniz gibi köpüğü de, ısısı da olabilecek en iyi kıvamda bir bardak bira verdiler. Tütsülü, baharatlı, tadı genizde uzun kalan yoğun bir bira.

Uzmanlar bu yoğun tadı eminim çok daha ayrıntılı tarif ederler ama ilk kez içtiğim ve ancak üç hafta sonra yazabildiğim bu lezzet için benim söyleyebileceğim bu kadar.

Schlenkerla’nın ikinci bardağını yemekle birlikte içmek üzere Mikla’nın Haliç’e bakan muhteşem manzaralı masalarından birine geçtik.

Mehmet Gürs’ün bu biraya uyacağını düşünerek yaptığı yemek tütsülenmiş somona refakat eden karamelize rezene.

Daha ilk lokmada ve onu izleyen ilk yudumda Teoman’ın iyi biraların iyi yemek eşlikçileri olabilecekleri konusunda bu kadar ısrar etmesinin nedenini anladım.

Bu kadar mı iki tat birbirini tamamlar?

GEÇ OLDU AMA SONUNDA ANLADIM

İlk yemekten sonra ortaya meşhur Brooklyn Lager geldi.

Peki, ona ne eşlik etti?

Kalın tabanlı döküm sahanlarda her biri öksüzdoyuran, tam kıvamında, yani az pişmiş New York usulü dilimlenmiş biftek.

Peki sonra?

İşte bu lezzeti anlatmak için gerçekten sıfat uydurmak gerek.

Ona boşu boşuna dünyanın en görkemli biralarından biri dememişler.

Black Chocolate Stout, biranın şahikası.

Tatlıların yanında içilebileceği gibi, tek başına da yudumlanabilecek ve her yudumda seretonin saldıracak bir içki.

Mehmet bu kakao renkli ve aromalı biraya eşlik etsin diye sıcak çikolata musla çikolatalı dondurma hazırlamış.

Benimkine yemek-içmek denmezdi. Resmen yaladım yuttum.

Ve dahası: Gaflet uykusundan geç uyanmanın yasını tuttum...
Yazarın Tüm Yazıları