Bir varmış, bir yokmuş

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Varmış ve de yokmuşun tam birleştiği çizgide bulunuyoruz. Geçmiş ve geleceğin birleştiği noktada...

Yaşam dediğimiz şey, tam da şu an, ben bunları yazarken ve de siz okurken yaşanıyor. Sonra...

Sonra, masal oluyor.

Oda komşum Serdar Devrim (Dış Haberler Müdürü) hızla geçerken, ardına kadar açık kapımdan içeri bakmadan edemiyor. Ne zamandır görüşmüyoruz, bilmiyorum. Aylar oldu herhalde. Ve tabii beni içerde görünce hızı kesiliyor. Kısa bir selam-sabahtan sonra iki dakika oturması için ısrar ediyorum. Acelesi var belli. (Ne zaman yok ki, herkesin olduğu gibi) Ama beni kıramıyor. İçeri geliyor.

Kısa bir hoş-beşten sonra ‘‘bugün bir varmış, bir yokmuş, diye yazacağım’’ diyorum. Bir masal anlatacağımı sanıyor ve tam soracakken hemen atılıyorum ‘‘daha dün Gülçin Telci, bugün Tekin Aral’’ derken anlıyor ve lafı ağzımdan alıyor, ‘‘yaa sorma, yavaş yavaş temizleniyoruz’’ hemen atılıyorum, ‘‘ne yavaşı’’ bunun üzerine ‘‘haklısın’’ diyor, ‘‘daha çok gençtiler, daha da ötesi hayat dolu, enerjik’’ lafı bu kez ben onun ağzından alıyorum, ‘‘en verimli olacakları dönemdeydiler’’.

Öyle ya, hem Gülçin Telci, hem de Tekin Aral onca yıl uğraşıp emek verip biriktirdikleri bilgileri aktarmaya henüz başlamışlardı ki, göçüp gittiler. Türkiye için büyük bir kayıp.

Hem bir dostu, hem de ortaya koyacakları değerli ürünleri kaybetmiş olmanın hüznü içinde bilginin hiç de öyle kolay birikmediğini düşünüyorum. Üstelik sadece bilgilenmekte yetmiyor. Birikenler iyice yoğrulup şekil almadan bir şeye benzemiyor. Gülçin'in kaybı, ne yazık! Tekin'in kaybı, ne yazık!

Serdar Devrim, ‘‘çok yazık,’’ diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor;

‘‘Bütün bunlar bana seneler önce Zeytinburnu et kombinasında yaşadığım bir olayı hatırlattı. Hiç alakası yok belki ama kaç gündür bunu düşünüyorum. Et kombinasında (Mezbaha) sığırları padokta hazırlayıp sonra da tek sıra halinde diziyor ve teker teker kesiyorlardı. O sırada dikkatimi çekmişti, genç bir boğa tam sırası gelmek üzereyken önündeki ineğin üstüne çıkmaya çalışıyordu. O zamanlar 'hayvana bak az sonra ölüp gideceğini göre göre hala ne yapmaya çalışıyor?' demiştim. Şimdi öyle demiyorum. Hayvan düpedüz son ana kadar yaşamaya çalışıyor. Peki biz ne yapıyoruz? Biz de son dakikaya kadar yaşamaya çalış mıyormuyuz? İşlerin peşinden koşturup dururken kapıdan çıktığımız anda ölmeyeceğimizi kim garanti edebilir?’’

‘‘Vallahi çok doğru söylüyorsun’’ dedim. ‘‘Gülçin öleceğini bile bile son ana kadar yazmadı mı? Onun için yaşamak, yazı yazmak demekti. Müthiş bir keyif ve heyecanla yazıyordu. Yani yaşıyordu... Tekin, son ana kadar çizmedi mi? Büyük bir keyifle yarattığı tiplerini konuştururken, esprili yazılarını yazarken yaşamıyor muydu? Elbette, yaşıyordu. Çünkü, keyif alıyordu.

Bir de sadece iş edindiği, yapmak zorunda olduğu için, farkında olmadan, keyif almadan koşturanlar var. Sadece yapması gereken işleri düşünüp yaşamaya fırsat bulamayanlar. Ve pek çok zaman hepimiz kendimizi kaptırıyoruz ve sözün özü ‘‘sığır kadar bile olamıyoruz’’

Serdar, önce şaşkınlık içinde bana baktı, sonra ‘‘haklısın’’ dedi, ‘‘hayvan yaşıyor, biz onu bile yapamıyoruz. Şunun şurasında iki çift laf edecek vakit bile yaratamıyoruz. İşlerden başımızı kaldırıp birbirimizi bile göremiyoruz.’’

Bunun üzerine aklıma eski fotoğraf editörlerimizden Oğuz Şeren geldi. Bir gün yazı işlerinden çıkmış tam asansöre bineceğim sırada ‘‘nerelerdesin, ne zamandır görünmüyorsun, aşağı gel de bir şeyler içip laflayalım’’ demişti. Ben de telaş içinde ‘‘çok işim var, çok işim var’’ deyip asansöre hamle etmiştim ki, kapıyı tutup ayak üzerinde şu Bektaşi fıkrasını anlatmıştı;

‘‘Bektaşinin teki oturmuş demlenirken önünden geçen adama seslenir, 'birader gel de bir tek atıp iki çift laf edelim' -adam, 'mümkün değil çok işim var, bitirmem lazım’’ der. Bunun üzerine bektaşi elini uzatıp arkasındaki mezarlığı işaret ederek 'bunların hiçbiri işini bitirip buraya gelmedi' der.’’

Bektaşinin sözüne itibar göstermemek mümkün değil lakin, bitirilmesi gereken işler de yabana atılır gibi değil.

Bu durumda ne yapmak gerek diye soracak olursanız, bencileyin şöyle bir tavsiyem olacak; çalışmak için yaşamak yerine, hem çalışıp hem yaşayacaksınız. Hatta çalışırken yaşamayı başaracaksınız. Tabii bunun için ‘‘şevk’’ gerekiyor. Yani seveceksiniz. Tıpkı Gülçin ve Tekin gibi... Gerisi bir varmış, bir yokmuş, dünya masalmış işte!

Yazarın Tüm Yazıları