Biliyor musun, odalarını ayırmışlar

YILLAR önce şöyle bir cümle okumuş veya işitmiştim. Yazan kim, söyleyen kim derseniz hiç hatırlamıyorum.

İsimler uçup gitmiş, geriye sadece söz kalmış.

O söz aynen şöyleydi:

‘Karı koca arasında da mahrem vardır.’

O cümleyi şöyle yorumlamıştım:

İnsanların evlilikte de sadece kendilerine ait bölgelerin, arka odaların olması gerekir.

İşte bu cümleden, son günlerde çevremde çok sorulan ve çok tartışılan bir konuya geleceğim.

* * *

Evli insanlar ayrı odalarda mı yatmalı?

Biliyorum çok zor bir soru.

Daha şimdiden birçoğunuzun, ‘Canım olur mu böyle şey’ dediğini işitir gibi oluyorum.

Durun, piyaniste ateş etmeyin.

Ben sadece çevremde çok konuşulan bir konuyu dillendiriyorum.

* * *

Bizim kuşaklarımız, iç içe, mıcık mucuk bir aşk ve sevgi duygusuyla büyüdü.

Birbirini seven insanlar mutlaka aynı yatağı paylaşmalıdırlar.

O yüzden mutluluk temennisini dile getiren tabu cümle de şudur:

‘Allah bir yastıkta kocatsın...’

Gençliğimizde, daha sonraki yıllarda birlikte yatma kültüründe en titizlikle uymaya çalıştığımız kural, seviştikten sonra ilgiyi devam ettirmekti.

Hepimiz biliyorduk ki, bir erkek için uyulması en zor kural buydu.

Ama yatağı terk eden erkeğin, kadının iç dünyasında çok ince bir bölgeyi tarumar ettiğini düşünüyorduk.

Ön sevişmeden, sevişmeden daha çok sevişme sonrası önemliydi.

Kadın ruhunun en inceldiği, kendini en zayıf hissettiği anın bu olduğunu bizzat kendileri söylüyordu.

Birçok aşkın o hoyrat terk ediliş anlarında bittiğini işitiyorduk.

O anlarla ilgili hikáyeler dinliyorduk.

Paylaşılan yatak, evlilik cüzdanından, aşk fısıltılarından çok daha önemliydi.

Çünkü gerçek sevginin ispatlandığı an o andı, yer de o yerdi.

* * *

Zaman zaman şu cümleyi işitirdik:

‘Yataklarını ayırmışlar...’

Bu cümle, boşanmanın, ayrılmanın işaret fişeğiydi.

Dedikodunun aile mahremiyetine ilk darbesi buydu.

Ayrılan yatak; ayrılan hayatlar, bir daha birleşmeyecek olan yollar anlamına geliyordu.

Çünkü yan odadaki öteki yatak, kırık kalplerin inzivaya çekildiği yerdi.

* * *

Yıllar geçti.

Biz değiştik.

Ama kadınlar daha çok değişti.

Hayat çeşitlendi ve renklendi.

Aynı televizyon programını, aynı müziği paylaşmanın ne kadar zor bir şey olduğu fark edildi.

Ortak yaşamak, aynı yatağı paylaşmak denilen o efsanenin aslında, iki insandan birinin kendi arzularından vazgeçmesi anlamına geldiği anlaşıldı.

Daha da kötüsü, bu beraberliğin yürümesi için hep aynı kişinin arzularından vazgeçmesi gerektiğini öğrendik.

Uzaktan kumanda aleti, aile içinde iktidarın en kudretli sembolüydü.

Tıpkı müstebit bir hükümdarın asası gibi.

Aileyi kurtaran ikinci televizyon oldu.

Sonra üçüncüsü...

Şimdi gelelim bunu itiraf etmeye.

Evet bir zamanlar ayrılan yatak, evliliğin sonunu ilan ediyordu.

Oysa şimdi bakıyorum ve kendi kendime şunu soruyorum:

Acaba ayrılan yatak evliliğin, aşkın, sevginin kurtuluşu mu oluyor?

Terminatör, kurtarıcıya mı dönüşüyor?

Galiba öyle...

* * *

Bundan üç yıl önce şu soruyu sormuştum:

‘Yılın 350 günü birlikte olan insanlar, tatile de birlikte mi gitmeli?’

O yazıya ne çok tepki almıştım.

Çoğu olumlu, pek azı olumsuz tepkiler.

Belli ki çok sayıda insan aynı soruyu hissediyor, ama bir türlü telaffuz edemiyormuş.

Tatilleri ayırmak sevginin eskimesi, yorulması anlamına mı geliyor?

Bana göre hayır.

Ya yatakları ayırmak?

Acaba zorlanan bir ilişkiyi kurtaracak harika ilaç yan odada, ne bileyim bir üst veya bir alt kattaki odada mı?

Sakin bir şekilde düşünmek lazım.

Sakin ve önyargısız...
Yazarın Tüm Yazıları