Benim adım Yeni

Kutsal topraklarda doğmuşum. İçimden müzik çıktığı için vatandaşı olduğum, o medeniyetten bahsediyorum.

Bana yerleştirilen bir teybi dinleyip, duyduklarımı söyleyip, söylediklerime dans ettiğim için böyle diyorum. İllaki birileri o şarkıları dinler, kendi kendine hah işte hissettiğim buydu der... Başka birine al işte söylemeye çalıştığım buydu der... İşte bu ruhani tercümanlık, beni öyle sayın ya da saymayın bana kutsal geliyor. Kendini paragraflarca kutsamak kibir olur, fakat bunun için şükretmem herhalde kimseyi rahatsız etmez.

New York’ta bir müzik tüpünün içinde bir hafta geçirdim. Tabii ki oraya göre bacaklarımı ve zihnimi hızlandırmam kolay oluyor. Artık anlamışsınızdır, benim için zor olan yavaşlamak, dingin olmak, huzur... New York’un beat’ine hemen bir melodi buluyorum. Her şeye şaşırdığım, her diyaloğu yazdığım bir ’hayat toplayıcısı’na dönüşüyorum. Bu beni yormuyor. Aksine, bir elektrik süpürgesi gibi karnımı dolduruyorum. Her sabah yayla fırlayarak uyandım. Bir işim vardı. Her akşam 5’te prova vardı. Hayatımda yeni bir topluluk vardı. Öyle içimde bir meydana varıp, otogarda inen turist kafilesi gibilerdi. Hem müzisyenlerdi, hem komik, hem insan, hem tanıktı hepsi çoktan. Bu hissi bilirsiniz. Bazı insanlarla hiçbir zaman ilk kez tanışılmaz. Davulda Kenny, perküsyonda ve bazen vokalde Otto, basta Alp, klavye ve saksofonda İlhan, vokalde bazen ben. Dünyanın en umut vaat eden grubuyuz ya da bana öyle geliyor. Ama kesinlikle şöyle bir diyalog oldu birgün, Nublu barın çıkışında. Beni dinleyen biri sordu: "wow, I havent heard of you before... you were good... who are you? (Hey, iyiydin ahbap, seni daha önce buralarda duymadık, kimsin sen?) I’m new. (Ben yeniyim) sonra menajerim Çagrı’ya dönüp şunu dedim: Newton diye isim var, new diye neden olmasın? O yerçekimini buldu ben de yerden çekilmeyi...

Bu kadar şımardım. Hatta daha da şımardım. Gitar dükkanında, kendime küçük bir egzersiz gitarı bakarken yanıma gelen sanatkar tipli bir adam, "Fine, art fotoğrafçısıyım, modellik yapmayı düşünür müsünüz" diyince ellerimi göğsümde kavuşturup, ’REALLY’ (Gerçekten mi?) diyecek kadar şımardım. Adam bana kartını verip uzaklaştı, bir baktım, siyah beyaz bir çıplak kadın fotoğrafı. Kesinlikle sanat için soyunulmuş. Peki ben? Çagrı’yı görünce şunu dedim: I’m new. I’m in New York. (Hem yeniyim, hem New York’tayım) Bunu yapmam gerekebilir, her Amerikan rüyasının ilk chapter’ında yazar:) bu şakayı yapacak kadar yukarı zıpladı ruhum. Hafiftim hafif.

Alıştığım birçok şey yoktu. Yeniydim çünkü. Toronto’da lavabodan su akmadı, dişlerimi küvette fırçaladım. Farzettim ki, o iş zaten orada yapılır. Alıştığım bazı şey de daha çoktu. Mesela her gün müzik vardı. Her gün saçmasapan bir yerden nem kapıp, beste yapmak mümkündü. İnsanın yeter ki ruhu zıplasın, havada dolaşan şey çoktu. İnsan yerlerden hastalık, göklerden heves kapardı.



Heves kaptım. Kavis yaptım. Bir sırrım vardı, herkese anlattım.



Bir yer buldum takılar satan. Yüzüğe hayvan, kolyeye de ne yiyiyorsa onu koymuşlar. Mesela ayı yüzük, balık kolye ya da kurbağa yüzük, solucan kolye gibi. Bu da yeniydi aldım.

Sincapla, palamut benimkisi.

(Bizi çok merak ederseniz, Montreal Jazz Festivali’nde ’grandma’ adlı besteyi söylerkenki halimiz, youtube’da wax poetic part3 yazınca çalıp oynuyor.)
Yazarın Tüm Yazıları