Bastırılan ve kıstırılan ruhlar!

Yapmak istediğimiz bir dolu şey vardır.

Haberin Devamı

DilediÄŸiniz gibi yaÅŸamak istiyorsunuzdur.

 

İstediğiniz kıyafetleri giyinmek…

 

Gönlünüzden geçenleri yapmak…

 

İstediğiniz saatte eve gelmek…

 

İstediğiniz okulda okumak…

 

İstediğiniz mesleği seçmek…

 

Aşık olduğunuz kişiyle beraber olmak…

 

Düşlediğiniz şehirlere gitmek…

 

Bu örnekleri sıralamak ve çoğaltmak mümkün…

Haberin Devamı

 

Kısacası kendi hayallerinizin diyarında hayatı gönlünüzce, içinizden geldiği gibi yaşamak…

 

Ha ama bunların kaçını yapabiliyor bir insan, çok istediği halde?

 

İşte orda kalıyorsunuz.

 

Verilen cevapların çoğu tek bir ortak paydada buluşuyor çünkü.

 

Hiçbirini!

 

İyi ama bunlar gerçekleştirmek istendiği halde neden gerçekleştirilemez?

 

Çünkü izin verilmez.

 

Kimdir izin vermeyen…

 

Önce aile sonra ekonomik, beşeri şartlar…

 

Sonra çevre…

 

Ah tabii! Bir de ‘Elalem ne der’ uzantısı var ki, bu insanın hayatını kısıtlamakla kalmayıp başka yöne sürükleyenlerden…

 

Tabi ki içindeki yaşadığımız toplumun kurallarına uymayacağız anlamına gelmiyor bu.

 

Haberin Devamı

Tam tersi, değerlerimize daha da sıkı sarılıp gerekeni yapacağız.

 

Ama bazen hatta çoğu zaman kurallara uymayı insanların hayatını zorlaştırmak – kısıtlamakla karıştırılarak ipin ucu kaçırılıyor toplum tarafından.

 

Üst komşu, sokaktaki manav hatta bazen eş – dost bile…

 

E haliyle n’oluyor, coşmak, çok şey yapmak isteyen ruh içine kapanıyor.

 

Üretemiyor, yaşayamıyor.

 

Bu da haliyle mutsuzluÄŸu, bezginliÄŸi, depresif halleri de beraberinde getiriyor.

 

Hem de en koyusundan…

 

Niye gülmeyen yüzler, daralan ruhlar, mutsuz insanlarla karşılaşıyoruz gün boyu?

 

İşte bu yüzden…

 

Çünkü ekonomik, beşeri, o veya bu nedenle kapana kıstırılıyor ruhumuz bir şekilde.

 

Dolayısıyla da…

Haberin Devamı

 

Halbuki…

 

İzin verilmesi ve öğrenmeyle başlıyor her şey.

 

Yani toplum ve birey o dengeyi sağlayabilirse… Ah bir sağlayabilse…

 

Bu, yapmak istedikleriniz için de geçerli, yeteneğinizi fark etmede de, hayatı yaşama sürecinde de…

 

Nasıl mı?

 

Şöyle ki;


Eğer çevre izin verirse herkes öğrenmeyi seçtiği şeyleri öğrenebilir.

 

Birey de kendine izin verirse çevre ona öğretmesi gereken her şeyi öğretir.

 

Bunun için de yetenekli ya da yeteneksiz olmanın bir hükmü yoktur.

 

Eğer izin verilirse zaten içinizdekiler ve yetenekler ortaya çıkacaktır.

 

Çünkü bu durum kişinin kendini deneyimleme ve görebilme kapasitesini ortaya çıkaracaktır.

 

Keza yetenek de, bireyin kendini deneyimleme kapasitesidir.

Haberin Devamı

 

Çevre ve birey; bu izin verme ve bundan doğacak olan öğretme – öğrenme bilinci ve dengesiyle giderse zaten her şey kendiliğinden gelecektir.

Kişi kendini deneyimlerken hem entelektüel, hem fiziksel hem de sezgisel gücü devreye girer.

 

Ki sezgi, öğrenmenin ve başarmanın en önemli parçasıdır.

 

Sezgi, insanı yönlendirip, harekete geçiren, istediğini gerçekleştirme yolundaki en önemli adımlardan biriyken, öğrenmenin en önemli parçasıyken günümüz toplumunda hep geri plana hatta bilinçaltımıza itiliyor.

 

İlkokul yıllarımızı düşünün.

 

Ta o zamanlardan…

 

Sonraki eğitim ve yaşam sürecimizde de…

 

Ezberle gel, ezberle yaz.

 

Ve bu, bir yaşam boyu…

 

Düşünebiliyor musunuz bir yaşam boyu…

Haberin Devamı

 

Fikirler sunmak mı, herhangi bir konu hakkında bile düşüncelerini paylaşabilmek mi, kendi yorumunu söyleyebilmek mi?

 

Hayır! Ne mümkün!

 

Çünkü normlara, toplumdaki çoğunluğun kabul ettiklerine, katılmasan da uymak zorundasın.

 

Aksi olamaz.

 

Yoksa laf olur.

 

Elalem ne der sonra!

 

Neden çoÄŸu insan; çocukluÄŸundan baÅŸlayarak tüm hayatı boyunca düşüncelerini söylemek, fikirlerini paylaÅŸabilmek, istediklerini yapabilmek, yeteneklerinin - hayallerinin peÅŸinden gitmek yerine ta önceden herkesin bildiÄŸi, dayatılanları tekrarlamak, renkli ve çiçekli yollarda yürümek (ki o yolda çakıl taÅŸlarının acıttığı da olacak, dikenlerin battığı zamanlar da... Ki bu, ruhsuz ve mutsuz bir hayattan daha iyidir. Çünkü yapmak istediklerimiz, kararlarımızdır bizi çağıran, bize hayat veren) varken, tek tip bir yol ve yaÅŸam izlemeye mahkûm ediliyor dersiniz?Â

 

 

             Â                                                          MELÄ°KE BÄ°RGÖLGE

 

 

Yazarın Tüm Yazıları