Bali’de tsunami beklerken

BALİ’deyiz.

Haberin Devamı

Bayram tatili için.

Şaka gibi, onca yol teptik, Bali’ye geldik, deprem oldu!

6.4 şiddetinde.

Olay şöyle gerçekleşti:

Dün sabaha karşı, baktık yatak sallanıyor, iki sevgili uyku sersemi, birbirimize çaresiz bir bakış fırlattık, kızımızı kucağımıza aldık, kapının eşiğinde dikildik.

Memlekete binlerce kilometre uzaklıkta, boynuna sarılmış, “Anne n’oluyor?”diyen bir çocukla...

“Yok bir şey” diyorsun ama...

Korkudan üç buçuk atıyorsun.

Epey salladı, sonra bıçak gibi kesildi. Beni deprem değil de, tsunami riski korkuttu.

Çünkü kaldığımız yer denize 30 metre.

Şimdilik bir şey yok, alarm filan vermediler, ama buralar deprem bölgesi, her zaman risk altındasın.

Zaten apartman gibi dalgalar vardı, şimdi iyice coştular.

Haberin Devamı

O andan itibaren ben denizi gözlüyorum.

Benimki Godot’yu değil, tsunamiyi beklemek.

Yoksa deniz kabardı mı, yoksa dalgalar arttı mı?

Sinir bozucu tabii.

Betûl Hanım , “Evladım ya geri gelin, illa kalacaksanız da, gözünüze bir tepe-mepe kestirin. Dalga-malga görürseniz, başlayın koşmaya” diyor.

Burası tabak gibi bir yer, tepe-mepe yok, dalgalar da tahmin edemeyeceği kadar ürkütücü, üzülmesin diye söylemiyorum.

Annem de, “Her ihtimale karşı siz pasaportlarınızı ve paranızı yakın bir yerde tutun!” diyor.

Alya, “Ben bir yere gitmem, uçurma uçuracağım” diyor.

Öyle bir rüzgâr var ki, tam uçurtmalık.

Gergin ama aynı zaman huzurlu bir bayram.

Ben korkularımın üzerine gitmeyi severim, Youtube’dan bütün tsunami görüntüleri izliyorum.

Ama tabii bunları, palmiye ağaçlarının altına sevgilime sarılarak yapıyorum. Gerçi tepemizdeki ağaç, uçtu uçacak.

Bir bu eksikti, şimdi de yağmur başladı, iliklerimize kadar ıslanıyoruz...

Alya uçurtması için ağlıyor.

Sular altında kalmış.

Biz kalmayalım da...

“Huzurlu” demiştim ya, huzurlu kelimesini geri alabilir miyim?

  

Can

 

BİZ de evde herkez gibi Can Dündar’ın başına gelenleri tartıştık tabii.

Haberin Devamı

Sevgilim, “Dünyanın her yerinde, kamuoyunun yakından tanıdığı birinin, özellikle de evliyse, bir başkasıyla görüntülenmesi haberdir. Böyle bir fotoğrafı eline geçiren, basar. Cem Hakko’ya da yapıldı, Tuna Kiremitçi’ye de. Bu işler böyle. Sen onayla, onaylama, Can Dündar’ın karısı dışında biriyle öpüşmesi haber. Ona neden yapılıyor diyemezsin, diğerlerine neden yapılıyorsa, ona da aynı gerekçelerle yapılıyor, gazeteci olması durumu değiştirmiyor. Şöhretin bedeli bu, yakalanmak istemiyorsan dikkat edeceksin!”

Buraya kadar tamam... Haklı... Habertürk’e de diyeceğim bir şey yok.

Ama yine de, beni bu olayda rahatsız eden bir şeyler var.

Sanırım Can’ın samimiyetsizlikle suçlanması.

Haberin Devamı

Ben Can’ın hem karısını sevme halini hem de görüntülendiği insanla paylaşabileceği heyecanı sahici buluyorum. “Romantik romantik aile hayatını anlatıyordu, yalancı, n’olacak!” diye değerlendirmiyorum.

Can onları söylerken de samimi olabilir, bunları yaşarken de...

“Ya o doğrudur, ya bu! Bu doğruysa, daha önce anlattıkları yalandır!” demenin, aşktan yeteri kadar nasibini almamış insanlara özgü bir şey olduğunu düşünüyorum.

Bazı şeyler, maalesef bu kadar kalın çizgilerle ayrılmıyor, ayrılamıyor.

Evet, tercih edilen bir şey değil. Ama hayatta da her şey bu kadar siyah- beyaz değil. Ve hepimiz insanız.

Unutmayın, bugün Can’ın başına gelenler, yarın bizim de başımıza gelebilir. Bugün göstermediğimiz empati ve anlayış, o zaman bize de lazım olabilir.

  

Haberin Devamı

Baba Garipoğlu’nun mektubu

 

CEM Garipoğlu’nun annesi babası olmak... Allah kimseye vermesin... De... Dün bizim gazetede yayınlanan, baba Garipoğlu’nun oğluna yazdığı mektubu okudunuz mu?

Engin Geçtan gibi bir psikiyatrın o mektubu değerlendirmesini isterdim.

Satır aralarında çok şaşırtıcı ifadeler var. Tamam, ailenin normal reaksiyon vermesini beklemiyorum ama yine de oğullarının “Geçecek, merak etme!” diye sırtını sıvazlamalarını, sanki tamamen sıradan, insani bir hata yapmış gibi davranmalarını dehşetle izliyorum.

Bilmem farkındalar mı, oğulları, testereyle sevgilisinin kafasını kesti, onlar aksini iddia edecek ama anlık işlenmiş bir cinnet cinayeti de değil, testerenin önceden satın alındığı kanıtlandı. Allah aşkına bunun neresi insani hata?

Haberin Devamı

Yargılanmanın adil bir şekilde yapılmasını diliyorum.

  

O ben değilim bir illüzyon

  

DÜNKÜ ilavenin kapağındaki ben değilim. Peşin peşin anlaşalım da. O bir illüzyon. Allah’tan o illüzyonu, ben üzerime alınmadım.

Lütfen siz de ben sanmayın.

Fotoğraflardaki öyle kadınları, Tanrı yaratmıyor arkadaşlar, moda sektörü işte bu!

Make-up artistler (Burak Ertaş) seni allıyor pulluyor, suratına beş bin tane şey sürüyor, hiçbir şey yok gibi oluyor, doğal gibi, değil halbuki...

Sonra öyle şeyler giydiriyorlar ki moda direktörleri, editörleri (Yaprak Gerçek, Hafize Çeliktürk), gerçi o fotoğrafta her şeyi çıkarıp, sadece o kolyelerle durmak isteyen benim ama beni görüntüleyen Nihat Odabaşı...

 O olmasa ben nah öyle görünürüm!

“Yana dön, elini kaldır, dalgın dur, yüzünden gülümsemeni sil!” diyen hep o.

O bir büyücü. Ve tabii ki photoshop var, bütün moda fotoğraflarında var...

  

Yılmaz Özdil


YIlmaz
Özdil’e bayılıyorum. Dünkü, “Nerede o eski bayramlar” yazısı bitirdi beni. Muzip, fırlama, şefkatli, biraz da ‘‘yılansı’’ buluyorum. Dili, bazen Murathan Mungan’ın deyimiyle, kötülük kuyularından su çekiyor, ama her şeyi mizah sınırlarında yapıyor ve gerçeği anlatıyor. Çok seviyorum. İyi ki var.

 

Yazarın Tüm Yazıları