Báki kalan kulisten sadálar

TÜRK musikisinin önemli bestecilerini, icracılarını, onların müzik dünyasındaki değerlerini, sahneden kulise, kulislerden evlerine taşan özel yaşamlarını öğrenmek isterseniz, Sermet Sami Uysal’ın Báki Kalan Bu Kubbede... kitabını okuyun.

Uysal, 1950’den bu yana sahnede, radyoda dinlediğimiz, kara plákları önce pikaplarda dönen, sonra CD’lerde çalınan sanatçıların, bilmediğimiz öykülerini anlatıyor.

Yazar çeşitli dergilerde onlarla röportaj yaptı, gazinolarda onları dinledi, birlikte birçok anıları oldu.

Şimdi biten gazino kültürünün usullerini, sanatçıların disiplinini öğrendiğinizde sanırım, şimdilerde özleyeceğimiz birçok kuralın yıldızlık kaprisi ve şımarıklığı gölgesinde yok olup gittiğini fark edersiniz.

Kitapta yer alan sanatçıların birçoğunun bestelerini, seslerini dinlemişsinizdir, eski kuşağın belleğinde, bilgilerle birlikte, şarkılar da vardır, anılar da.

Genç kuşağın bir bölümü ise, onları sadece CD’den, kasetlerden dinlemiştir.

Kimler var bu kitapta? Hepinizin tanıdığı bir bölümünü sıralayayım:

Seláhattin Pınar, Yorgo Bacanos, Ercüment Batanay, Osman Nihat Akın, Münir Nurettin Selçuk, Yesári Ásım Arsoy, Zeki Müren, Erol Sayan, Cevdet Çağla, Yusuf Nalkesen, Safiye Aylá, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Muallá Gökçay, Gönül Yazar, Şükran Özer, Emel Sayın.

Sermet Sami Uysal, Önsöz’
de şarkıların hayatımızdaki yerini, Türk musikisiyle tanışmasını, dinledikleriyle dostluk kurmasını, kitabın öyküsünü anlatıyor:

‘Şarkılarımız bizim romanlarımızdır’ diyen Ahmet Hamdi Tanpınar, şarkılarımızın (ve hatta türkülerimizin) yaşantımızdaki çok önemli yerini; en kısa, en özlü yoldan belirtmiştir...’

Ortak anılar, sanatçılar hakkında bilmediklerimiz...

İlk okuyuşta bu klişe bir yargı gibi gelebilir. Oysa Uysal sanatçıları hoş göstermek, hoş görünmek için yazmamış kitabını. Onları tatlı tatlı eleştiren, küçük iğnelemelerle bize tanıtan bir üslup kurmuş.

Türk müziği sanatçılarının yetişmesini, müziği öğrenmesini, rastlantılarla dolu meslek hayatlarını okurken, yıllar önce bu kuşağın usta-çırak ilişkisi ile öne çıktığını, ustaların onları keşfedişini okuduğunuzda, müzik tarihimiz açısından yeni bilgiler ve belgelerle karşılaşacaksınız.

Uysal’ın kitabının benim ilgimi çeken bir başka yanı da, müziği bilen, müziğin yaslandığı edebiyatı bilen, onların arasında yaşamış birinin anlatması.

Sadece görev icabı röportaj yapan, dostluklar kuran bir gazetecinin notları, söyleşileri değil. Sanatçıların söylediklerinin arkasındakini de ortaya çıkaran, onları temellendiren bir bilgi birikimi.

Kitaptan bazı alıntıları okuduğunuzda sanırım, kitap hakkında daha gerekçeli yargılara varacaksınız.

Müzik ve sahne dünyasının acı, üzüntülü yanlarıyla, şaşaalı yanlarını bir arada, bir çelişkiler toplamı halinde görünce hem üzülecek, hem güleceksiniz.

Elbette bu kitapla bazı öznel bağlarım olduğunu da söylemeliyim.

Ben de bu sanatçıların hemen hemen hepsini ailemle birlikte gittiğim gazinolarda dinledim, radyodaki seanslarını kaçırmadım, bazılarının bestelerini çaldım.

Duyduğum lezzette bunun da katkısı var.

Kitaptan

Seláhattin Pınar’ın sırrı

Seláhattin Pınar’ın ilk eşi, sahnelerimizin ilk kadın sanatçısı Afife Jale’nin uyuşturucu bağımlısı olduğunu, hatta ölümüne de bu illetin sebep olduğunu biliyoruz...

Daha Sonra Sadun Aksüt; Seláhattin Pınar’ın ağzından müthiş bir açıklamada bulunuyor; ‘Kendisi gençliğinde bir iki kere esrar içmiş olmasına rağmen buna alışmamış. Fakat daha sonraları kokain denen bu illete alışmış. Tıbbın bıraktıramadığı bu illeti nasıl bıraktığını da anlattı.

-Sadun bu korkunç bir illet. Bütün kazancımı hemen her gün buna yatırıyorum. Kokaini çektiğim zaman, kendimi pembe bulutlar üzerinde uçuyor, kendimi Kanuni Sultan Süleyman gibi görüyordum. Ancak bunun sabahleyin bir ayılması, bir humarı vardı ki felaket bir şeydi.. Asabiyet, baş ağrısı, her türlü rahatsızlık.

Günlerden birinde eve geldiğim zaman elimde, küçücük kokain şişesi vardı. Tabii gece idi dönüşüm. Biraz da çekmiştim. Evin girişindeki taşlıktan bir türlü geçemiyordum. Taşlıkta biraz su vardı, fakat ben onu göl gibi görüyordum. Asabileştim ve birdenbire elimdeki şişeyi bütün kuvvetimle taşlığa savurdum. Su yarılmıştı, üzerinden yürüdüm geçtim ve bir daha da elime almadım o illeti. Böylece o korkunç canavardan kurtuldum.

Burası Maksim, burada içkili sahneye çıkamazsın

Hayatının son dönemlerinde üst üste sorunlar, yıkımlar yaşayan Necati Tokyay’ın özel hayatı iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Durum böyle olunca o da pek çok sanatçı gibi çareyi alkolde aramıştı. Böylesine ölçülü, efendi bir sanatçı gazinoya bile artık içkili gelmeye başlamıştı. Yine bir gün çalışmakta olduğu Taksim’deki ünlü Maksim Gazinosu’na içkili geldiğinde Gazinocular Kralı olan Fahrettin Aslan durumunu fark edince, sahnedeki fasıl heyetinin önüne gelerek:

-Necati Bey, Necati Bey!... Burası Maksim Gazinosu, burada sahneye böyle içkili, boyasız ayakkabı ve tıraşsız çıkamazsın,

diye azarlar...

İsmail Şençalar, hemen Necati Tokyay’ı zar zor sahneden çıkarıp evine yollar. Öfkesi geçmeyen Fahrettin Aslan, sahne komisine emredip Tokyay’ı sahne kıyafetini gazinonun arka kapısından Kazancı Yokuşu’na attırır.

Gözlere de hitap etmeli idim

Zeki Müren, giyilmesi büyük cesaret isteyen bu kıyafetleriyle ilgili olarak çok önceden karar verdiğini ileride şöyle açıklayacaktır: ‘1945’lerde halk önüne çıkmaya başladığımda karar vermiştim. Kulaklarla birlikte gözlere de hitap etmeye kararlı idim. Sahne konserlerine başlamaya karar verince ilk olarak renkli smokinler düşündüm. Gerçekte küçücük pavyonumdan başlayarak bugünkü kıyafetime kadar, renkli pullar ve taşlarla halk huzuruna çıkmayı çoktan tasarlamıştım. (...) Her alanda memleketimiz dünyaya ayak uyduruyordu. Ben niçin Paris ve NewYork sahnelerinde yapılanları yapmamalıydım?’

Evet NewYork sahnelerinde, Zeki Müren’in ‘akıl hocası’ vardı. Rusya’dan Amerika’ya göç ettikten sonra, giydiği kıyafetlerle kadınların ağzının suyunu akıtan Liberace!...

Müren’in hayatında Liberace etkisi son derece büyük olmuştur. Allı pullu köstümleri, gümüş çizmeleri, platin renkli uzun saçları bunun önemli örnekleriydi. Bir Liberace konseriyle kazandığı değişim, uzun hayatının iksiri olmuştur. Hatta öyle ki Liberace’ın ‘Güneş Kral’ unvanını bile ‘Sanat Güneşi’ olarak kendi adının önüne takıverecekti.

SERMET SAMİ UYSAL KİMDİR

Sermet Sami Uysal, 29 Ekim 1925’te Çorum’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi’nde iki yıl okudu, Türkoloji Bölümü’nü birincilikle bitirdi. Ayrıca Paris Üniversitesi Fonetik Enstitüsü’nden mezun oldu. Sorbonne’da doktora yaptı. Galatasaray Lisesi’nde müdür muavinliği ve edebiyat öğretmenliği, Brüksel ve Paris üniversitelerinde Türk dili ve edebiyatı okutmanlığı yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra, İ.Ü. Yabancı Diller Okulu Türkçe Bölümü Başkanlığı’nı emekli oluncaya kadar sürdürdü. Bu sırada aynı zamande İTÜ’de Fransızca okutmanlığı yaptı. Halen 101.000 madde içeren Büyük Arkadaş TÜRKÇE Sözlük’ün genel yayın yönetmeni. Orta Arkadaş TÜRKÇE Sözlük ile İlk Arkadaş TÜRKÇE Sözlük’ün ön hazırlıklarını sürdürüyor.

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Yeryüzünde Bir Yolcu Nedim Gürsel Haz: Hale Seval Doğan

Popüler Kültür ve Yüksek Kültür Herbert J. Gans YKY

Beethoven ve Devrim Çağı Frida Knight Literatür

İşgal Teoman Ergül İnkıláp

Gece ve Gündüz Virginia Woolf İletişim
Yazarın Tüm Yazıları