Annelik ile iş hayatı arasında kalınca

Birbirinden farklı gibi görünse de aslında birbiriyle ilintili iki konuda karar vermeniz gerektiğinde, sizden önceliklerinizi listelemeniz istenir. Ne var ki, bu yöntem her zaman işe yaramaz. Hele verilmesi gereken karar kadının doğasına özgüyse.

Son zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de çalışan kadınların yüzde 62’sinin mutsuz olduğu ve geleceğe güvenle bakmadığı ortaya çıktı. Bu araştırmanın aynı zamanda anne olan kadınlar arasında yapıldığı düşünülürse, sonuçların gerçeği yansıttığı düşünülebilir.

Çalışan birçok kadın sosyal, mesleki, maddi nedenlerle bebeği doğduktan sonra çalışma hayatına devam etmekle ara vermek arasında çelişkiye düşüyor. Üstelik kendisine sunulan yasal izinlerin de ötesinde daha uzun sürecek bir izne ihtiyaç duyuyorsa, konu iyiden iyiye bir açmaza sürüklenebiliyor. Yasal izni dışında bebeğiyle birlikte evinde kalma fırsatı elde edemeyen pek çok kadın, ya derin bir vicdan azabıyla işine geri dönüyor ya da anneliğin hiçbir duygudan daha üstün olamayacağı düşüncesiyle işinden ayrılmak durumunda kalıyor. Bazıları annenin bir işte çalışıp çocuğuna bakım koşulları sağlamasını yararlı bulurken, bir grup hem anne hem de babanın çalıştığı koşullarda çocuğun zarar göreceğini, bu nedenle ebeveynden birinin en azından çocuk üç yaşına gelene kadar hiç değilse yarım gün evde kalması gerektiğini hararetle savunuyorlar.

Kadının rolü değişiyor mu

Geleneksel aile yapısı içinde erkeğe verilen rol; evin ve ailenin korunması, kuralların, sınırların belirlenmesi ve ailenin geçiminin sağlanması gibi temel ilkelere dayanıyordu. Kadınlarsa çocuğun bakımı, beslenmesi, ev içi düzenin sağlanması gibi konularda söz sahibiydi. Ancak yaşadığımız çağın gereği olarak kadınların iş hayatına eskiye oranla daha hızlı girmesi, kariyer basamaklarını daha hızlı çıkma çabası ve artık kadının da eve para getiriyor olması, söz konusu rol değişimini beraberinde getiriyor. Artık çocuk sahibi olmakla yetinmeyip sosyal hayatta da erkeklerle aynı kulvarda yarışmayı tercih eden kadınlar, bir anlamda aile yapısının değişmesine de neden oluyor.

Anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile içinde kadınlar, ekonomik sorumlulukları erkeklerle eşit biçimde paylaşmak zorunda kalıyor. Doğal olarak bu durum, çocuğun bakımı ve gelişimiyle ilgili sorumlulukların da anne ve baba arasında eşit biçimde paylaşılması zorunluluğunu beraberinde getiriyor. İş hayatına girmekle başlayan rol değişimi kadınların kariyerlerinden vazgeçmek istememelerini de beraberinde getiriyor. Babanın kariyerinden vazgeçerek çocuğun bakımını üstlenmesi durumunda annenin de işi en az baba kadar zorlaşıyor. Kariyerini tercih eden anne, bir yandan ailenin tüm ekonomik sorumluluğunu sırtlanırken öte yandan içindeki ona sürekli "Şu an bebeğinin yanında olmalıydın, onun sana ihtiyacı var" diyen annelik içgüdüleriyle ve vicdan azabıyla da baş etmek zorunda kalıyor. Elbette tüm bu duygusal iç hesaplaşmalar kadının kişiliğiyle ilgili olarak boyut kazanıyor. Yani bebeğinin söylediği ilk sözcüğün "anne" değil de "baba" olmasını ya da gece uykusundan uyanan bebeğin "baba" diye ağlamasını kendine "dert" etmeyen anneler gönül rahatlığıyla işlerine konsantre olabiliyor.

Pi-Si-Ko-Pat!

Dan dan dan... Emre’yi hazırlıyoruz Leyla ile birlikte. Sabahın çok erken saatleri. Hani karganın kendinden çıkan şeylerle uğraştığı, yemeli mi yememeli mi diye düşündüğü saatlerdeyiz. Acelemiz de var. Emre "Odamdan bir şey alacağım" diyor. Derdi ses değiştiren oyuncağı. Üflüyorsun sesin uzaylı gibi veya astronot gibi çıkıyor. Şahane bir şey, ben de oynuyorum. Leyla "Ama ayakkabılarını giydin" diyor. Derdi merdivenler ve Emre’nin odası pislenmesin. Bizim evde ayakkabı ile gezmek yasak. Ben "İçtin mi vitaminini?" diyorum. Derdim belli. Anneler anlar beni. Böyle bir uçuş anındayız. Herkes kendi tuttuğuna asılıyor.

Benim maymun merdivenlerden yukarı çıkmaya başlıyor. O arada şöyle bir dönüyor. Slow motion duruma geçiyoruz. Biz aşağıdayız. Avuçlarının içini bize doğru açıyor. Kollarını sallıyor, iki yana açıyor ve ağzından şunu döküyor: "Psikopat mısınız siz?" O an benim bittiğim andır durumuna geçiyoruz biz Leyla ile birlikte. Şimdi ne denir dört yaşında böyle laf eden bir herife? Anne olsam o anda: "Bana bak. Bu ne biçim kelime doğru konuş lütfen. Hem kimden öğrendin bunu sen?" diyerek çıkışmak lazım.

Arkadaş olsam o anda: "Hihhoooohoooo afferim dostum. Çak bakalım!" demem ve çakmam lazım! Bakıcı olsam: "Emrecim böyle şeyler söylemek ayıp. Annen ne kadar üzüldü şu an" falan gibi yapmacıktan sallamam lazım. Ama değilim işte. O devleşti merdivenlerde. Biz fare kaldık yerde. Kös kös bakakaldık ev arkadaşım Leyla ile birbirimize. 20 saniye falan tahminen kaldık. Öylece. Leyla gülsün mü ağlasın mı bilemedi. Eee ben evdeyim ve otoriteyim ya, kız tepki veremedi. Ama yanağını ısırıyor.

Bu 20 saniye içinde Emre gülerek tekrarlıyor: "Bir şey sordum anne. Cevap versene. Psikopat mısın sen? Leyla Abla da psikopat mı? Niye susuyorsun anne? Anneler psikopat mı olur? Soru sordum anne dört kere mi söyleyeceğim?" Diyemiyorum ki; "Anana kal geldi evladım. Dur. Bekle. Düşünme hakkımı kullanıyorum. Büyümenden kıllanıyorum. Başıma -gelecek yıllarda neler gelecek- diye düşünüp ağlamak istiyorum." Ve kendiliğinden şu şekli alıyorum: Önce hiyoyyooohihhoooo şeklinde böğürerek gülüyorum. "Aferin be oğlum o zor kelimeyi nasıl güzel söyledin bir daha söyle yavaş yavaş gurur duyayım seninle" diyorum.

Soğuk füzyonu keşfeden Emre Berent edasında tekrarlıyor. Sanki karşısında Kenan Işık var ve büyük soruyu bilip kazanmış. Zaferin keyfini çıkarıyor: "Pi-Si-Ko-Pat". "Bir daha" diyorum. Söylüyor: "Pi-Si-Ko-Pat". "Aferin" diyorum. "Gurur duyuyorum demedin ama" diyor. "Gurur duyuyorum seninle" diyorum. Ve ekliyorum. "Ne demek bu zor kelime?" "Güzel bir şey." "Anlamı ne peki?" "Değişik bir şey bilmiyorum." "Hımmm acaba ne demek? Kim söyledi sana peki?" "Can söylemişti. Ama eski okulumdaki." "Çok merak ettim iyi bir şey mi? Bugün sözlüğe bakalım Leyla. Ama bence iyi bir şey değil. İstersen bir kez daha kullanma. Akşam konuşuruz. Anlamını öğrenelim karar veririz." "Yok yok iyi bir şey merak etme sen anne." diyor. Beni rahatlatıyor. "Tamam o zaman." diyorum. Pes ediyorum. Zaten bu dünyada sadece iki kişi karşısında bende ego falan kalmıyor.

Kulaklarım çınlıyor. "Pi-Si-Ko-Pat", "Pi-Si-Ko-Pat", "Pi-Si-Ko-Pat" diye tekrarlayarak odaya gidip oyuncağı alıp geliyor. Ve öylece okula gidiyor. "You’ve Got Mail" filminde Tom Hanks’in yanında FOX kelimesini "Ef-Oooo-Eks" şeklinde sürekli heceleyen çocuk geliyor aklıma. "Haaaa haaaa sen çok sevmiştin beni izlediğinde. Çok özenmiştin al sana al sana" diyor. "Haklısın" diyorum. "İyi ki hatırlattın kendini, aferin sana da.."

Şu anda durum: O akşam bu konuyu konuşmadık. Ve Emre Berent bir kez daha söylemedi. Çünkü anlamını tam bilmese de kötü bir şey olduğunu tahmin ediyor. O anda kurnazca ilgiyi başka yöne çekmeye çalıştı ve başardı. Benim korkum bir kez daha söylemesi değil, bilip dile getirmedikleri. İçinde gizledikleri... Biriktirdikleri... Pınar ben, anne olan bütün anneler gibi Pi-si-ko-pat olan.

Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler kitabı soruyor

* Öncelikleriniz neler?

- Hayatınızda neyin sizin için en önemli olduğunu anlamaya çalışın. Bir káğıda önceliklerinizi sıralayın. Bunlar bebeğiniz, aileniz, mesleğiniz, maddi güvence, hayatın lüksleri, tatiller, ders çalışma gibi maddeleri içerebilir ve kapı komşunuzunkinden ya da yan masadaki çalışma arkadaşınızınkinden tamamen farklı olabilir. Önceliklerinizi belirledikten sonra bunların en önemlilerini gerçekleştirmek için çalışmanızın mı yoksa evde kalmanızın mı daha uygun olduğunu kararlaştırın.

* Hangi tam zamanlı rol size daha uygun?

- Evde bebekle kalmanızın sizin için en iyisi olduğundan emin misiniz? Yoksa evde oturmak sizi sabırsız ve gergin mi yapıyor? İşe gittiğinizde bebeğinizle ilgili kaygılarınızı bir yana bırakabilecek misiniz?

* Ne kadar enerjiniz var?

- Gerek duygusal gerekse fiziksel olarak yüksek bir enerjiye sahip olmalısınız. Sabahları bebekle birlikte kalkıp, ardından işe hazırlanıp, bütün gün işte çalıştıktan sonra bebeğinizin, evinizin ve eşinizin ihtiyaçlarını karşılayabilesiniz.

* İşiniz ve bebeğiniz ne kadar stresli?

- Eğer işiniz stressizse ve bebeğiniz de şeker gibiyse ikisini birden idare etmek kolay olabilir. Eğer işinizde baskı yaşıyorsanız ve bebeğiniz de stresliyse her gün ve her gece her ikisiyle birden baş etmeyi imkánsız bulabilirsiniz.

* Maddi durumunuz nasıl?

- Çalışmamanız ailenizin ekonomik yükünü çok artıracak mı yoksa sadece hoşlandığınız ekstra harcamaları kesmeniz yeterli mi olacak? Eğer işe geri dönerseniz işle ilgili masraflar bütçenizde ne büyüklükte bir delik açacak?

* İşiniz ne kadar esnek?

- Eğer bebeğiniz veya bebek bakıcınız hastalanırsa işten izin alabilecek misiniz? Evde acil bir durum olduğunda geç gelip erken ayrılabilecek misiniz? İşiniz saatler boyu, hafta sonları çalışmayı ve/veya seyahati gerektiriyor mu? Bebeğinizden uzun süre ayrı zaman geçirme konusunda istekli misiniz?

* İşe geri dönmeniz kariyerinizi nasıl etkileyecek?

- Bir kariyeri beklemeye almak bazen işe geri döndüğünüzde geride kalmanıza neden olabilir. Bunun size de olacağını düşünüyorsanız (gerçi pek çok kadın işlerine döndüklerinde bu korkularının gerçekleşmemiş olduğunu görürler) böyle bir ödün vermeye hazır mısınız? Tam gün çalışmaya geri dönmeden evde olduğunuz yıllar içinde profesyonel olarak işinizi sürdürme imkánınız var mı?

* İşe ne zaman başlamalı?

- Önceden kestirilebilen mükemmel bir zaman bulunmamaktadır ve kimse size "Tamam artık işine dönebilirsin." demeyecektir. İlk yıl içinde işe dönmeye karar verirseniz evrak çantanızı ve yemek poşetinizi alıp çıkacağınız zamanın ne zaman geleceği işinizin türüne, ne kadar doğum izni kullandığınıza ve kısmen de sizin ve bebeğinizin hazır olmasına bağlıdır.

Seçme şansınız varsa uzmanlar bebeğinizle birbirinize "bağlanana" veya "yaklaşana" ve kendinizi bir anne olarak yeterli hissedene kadar beklemenizi önermektedirler. Bağlanma üç ay da sürebilir beş-altı ay da. Ne yazık ki zor bebeklere sahip olan anneler sanki başka birisi bebekleriyle daha iyi bir iş yapabilecekmiş gibi aceleyle işlerine dönerler. Bağlanma yarım kaldığı için bu kadınların bir kısmı hiçbir zaman anne olarak kendilerini yeterli hissetmezler bu da anne-çocuk ilişkisi açısından çok zararlıdır.

Yurt çapında doğum izinlerinin sürelerinin artırılması ve iş garantisi gündeme gelmektedir. Ülke olarak dünyanın pek çok ülkesine kıyasla geri kaldığımız söylenebilir. 100’den fazla ülkede doğum izni garanti edilmişken ABD’de çalışan kadınların ancak yüzde 40’a yakını herhangi bir doğum izni kullanabilmekte ve toplam altı hafta olan bu izin ücretsiz olmaktadır. İtalyanlar beş aya kadar izin kullanıp maşlarının yüzde 80’ini alabilmektedirler. Biz de en az bu kadar iyi şartlara, hatta daha iyisine sahip olmalıyız.
Yazarın Tüm Yazıları