Çalışanlara 2012 darbesi ya da kendi ayağına kurşun sıkmak

1dk okuma

Haberin Devamı

2012’ye kötü başladık.
Mutlu bir küçücük azınlık dışında herkes 1 Ocak 2012 sabahı fakirleşerek uyandı.
2011’de hayat yüzde 10 ila 15 arası pahalanırken (*) şirketler çalışanlarının maaşına yüzde 5-7 arası bir zam yaptı.
Bu da gelirimizin ve satın alma gücümüzün bir yıl öncesine göre yüzde 5 ila 8 arası azalması anlamına geliyor.
Türk ekonomisi 2011’de (Ali Babacan’ın verdiği rakama göre) yüzde 8’in üzerinde büyürken, çalışanlara reva görülen yüzde 8 fakirleşmek oldu.
Bu yıl da çalışanlar yarattıkları zenginleşmeden pay değil... hadi terbiyemizi bozmayalım, havayı aldılar.
İşin kötüsü maaşların reel olarak düşürülmesinin gerekçesi, Türkiye’yi sarsan yahut şirketlerin zarar etmesine sebep olan bir ekonomik kriz değil.
Böyle bir krizin olasılık dahilinde olması olasılığı.
İşveren, 2012’ye girerken daha ilk sınavda çaktı. Oysa 2011’de patronların ve insan kaynakları müdürlerinin ağzından yine motivasyon kelimesi hiç düşmemişti.
Motivasyon batıdan gelen bir kavram.
Son derece duygusal ve duygusallığı da anlık olan Türk insanına motivasyon kavramını benimsetmek zaten kolay değildi.
Bir de bu 2012 darbesini yiyince...
Motivasyon kelimesinin geleneksel ‘ne kadar köfte o kadar ekmek’ deyimi karşısında tutunması artık mümkün değil.
Bu kafayla siz insanları zor motive edersiniz beyler.

Şirkete çırak girip emekli olana kadar çalışan, kendini şirketiyle özdeşleştiren hatta şirketle ortakyaşama (symbiose) halinde olduğuna vehmeden, işiyle yatıp işiyle kalkan, işi ve şirketi için yaşayan kuşaklar artık elini eteğini çekti.
Hulusi Kentmen tipi ‘baba’ patronlar ve ne yazık ki adını hatırlamadığım ama yüzü gözümün önünde o pos bıyıklı karakter oyuncusunun canlandırdığı ‘cefakar, fedakar ve sadık’ ustabaşı, siyah beyaz filmlerde kaldı.
Acaba sadece filmlerde mi vardı?
Bugün, hâlâ çalışmayı bir ‘yaşam tarzı’ gibi algılayan, varlığını hatta kimliğini işiyle anlamlandırmaya çalışanlar var. Ama sayıları çok az.
Büyük çoğunluk için çalışmak, kaçınılmaz ve sevimsiz bir zorunluluk.
Sistem bir yandan insanları giderek daha çok ve daha hızlı tüketmeye teşvik ediyor.
Sürekli eğlenmeye, gezmeye, bilgisayarda oynamaya, çetleşmeye...
Televizyonlar artık eski Roma’nın Colosseum’una (Büyük Sirk) döndü.
İnsanlar ekmek ve eğlence istiyorlar.
Ama bunun için paraya (ve zamana, yani daha az mesai yapmaya) ihtiyaçları var.
Şirketlerine bağlılık duymadıkları için (ki kabahat çalışanda değil) ancak parayla motive edilebilecek haldeler.
Ve siz, bu insanların maaşlarını kısıyorsunuz.
Size hayırlı işler!
(*) Resmi enflasyon yüzde 10 civarında açıklandı. Ne kadar doğru ve dürüst olduğu zaten tartışılır. Ama, detaya gerek yok, şu kadarını söyleyeyim ki, Hürriyet İK okurlarının maruz kaldığı enflasyon bu rakamların çok üzerinde. Ben yüzde 15 dedim, o bile şüpheli...

Haberle ilgili daha fazlası: