Amerika ve Türkiye; Korku ve Cehalet...

Salonda oturma düzeni o kadar sıkışıktı ki, konuşmaya başlarken kendime ilişkin yaptığım “İki generalli sandviçin arasında bir salam dilimi gibiyim” esprisi geçerliydi.

Haberin Devamı

Solumda General Joe Ralston, sağımda General Edip Başer. Neyse ki, kahve molasında, oturum başlarken isim tabelalarını değiştirmişler, Edip Başer’in sağında kaldım. Benim sağımda da Prof. Henri Barkey. Dizdize, omuz omuza, birbirine yapışık oturma düzeninde ise değişiklik olmadı.

Odayı gözümle taradım. 40-45 kişi. ABD’de bunca yıldır, bunca toplantıya katıldım, kimi kez konuşmacı, kimi kez izleyici, kimi keztartışmacı olarak; Türkiye’nin konuşulacağı bir toplantıda “elit ortalaması” bu kadar yüksek bir topluluğu pek az gördüm. Türkiye’de son 25 yılda görev yapmış tüm Amerikan büyükelçileri –Eric Edelman ve Robert Pearson hariç- Morton Abramowitz’ten başlayarak, Marc Grossman ve Mark Parris ve halen görevdeki büyükelçi Ross Wilson ile birlikte salonda (daha doğrusu odada) idi.

Haberin Devamı

Bir karış önümde Bush I’in ulusal güvenlik başdanışmanı,bugünkü ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın, Savunma Bakanı Robert Gates’in, Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Stephen Hadley’in “patronu” ve “pir”leri General Brent Scowcroft. Ona bitişik konumda oturan ve toplantıyı yöneten, eski Savunma Bakanı Frank Carlucci.Çaprazda raslantısal biçimde yine yan yana düşmüş Reagan döneminin, Dışişleri ve Savunma’da iki etkili bakan yardımcısı iki Richard’lar, Richard Burt ve Richard Perle. Temsilciler Meclisi’nin uzun yıllar en ünlü üyelerinden biri Stephen Solarz. NATO Temsilcisi olduğu dönemde ismini Amerikan diplomasisine kalın çizgiyle yazdıran Robert Hunter. Ayrıca, Rand Corporation adlı think-tank’ın Türkiye uzmanları Stephen Larrabee ve Ian Lesser. IMF’nin eski başkanı Ann Krueger.

Ve, Zbigniew Brzezinski. 80 yaşına gelip dayandığını, ne fiziğiyle ve ne de en önemlisi berrak beyniyle hiç göstermeyen, Amerika’nın sayılı –ilk üçe girer- stratejik beyinlerinden.

Türk tarafında başta Ali Koç, ayrıca Ferit Şahenk, Şerif Egeli gibi iş adamları, İlter oluşan “diplomatlar grubu”, Soli Özel, Cüneyt Ülsever, İlter Turan ve Asaf Savaş Akat’tan oluşan “akademisyen-köşe yazarları” ekibi.

Toplantının düzeyinden, içeriğinden hemen tüm katılımcılar çok memnundu. Gün boyu üç ayrı başlık altında Türkiye tartışıldı. Benim konuşmacı olarak General Ralston ve General Başer’le ve Henri Barkey’le birlikte katıldığım, panel düzenindeydi ve “Irak’ın geleceği ve PKK terörizmi” başlığını taşıyordu. Bu gibi toplantılar için geçerli olan kurallar gereği, kimin ne söylediği yazılmaz ama bu kural, öğle yemeğinden daha lezzetli bir konuşma yapan Zbigniew Brzezinski’den söz etmeye engel değil.

Haberin Devamı

 

***         ***    ***

 

Konuşmamda Brzezinski’nin hafta başında Washington Post gazetesinde çıkan “Terrorized by War on Terror” (Teröre Karşı Savaş yüzünden Terörize Olmak) başlıklı yazısındaki bir bölümden alıntı yapmıştım. Bush döneminin Amerikan dış politikasına ciddi ve ağır bir eleştiri getirdiği bu yazısında şöyle diyordu:

“’Teröre karşı savaş’a sürekli atıf yapmak bir temel amacı yerine getirdi: Korku kültürünü harekete geçirdi Korku, aklı önüne geçer, duyguları şiddetlendirir ve demagog politikacıların izlemek istedikleri politikalar doğrultusunda kamuoyunu seferber etmelerini sağlar.”

Haberin Devamı

“Korku”nun “akıl”ı alt etmesi, “duygular”ı ateşlemesi. Brzezinski’nin Bush yönetiminin bugünün Amerika’sı ve Amerikan toplumuna verdiği “en büyük zarar” olarak işaret ettiği bu husus, aslında Türkiye’de bizim genel halimizi de özetlemiyor mu? Bizim genel halimizi de ifade etmiyor mu? Bizim genel halimizi de yansıtmıyor mu?

Biz de böyle değil miyiz? “Bölünme korkusu”, “Sevres sendromu” her yanımızı sarmadı mı? “Akıl”ı askıya alıp, kuşkular içinde dış dünyayı ve daha da önemlisi “kendi içimizi” düşmanlarla dolu görmüyor muyuz? “Akıl” durgunlaşmış, “bilgi” bir kenara itilmiş; “korkular”ın tetiklediği “komplo teorileri” hayatın başlıca tanımlama aracı haline gelmiş. Asabi, tedirgin, kaygılı, şaşkın bir toplum haline dönüşmedik mi? “Yükselen ulusalcılık-milliyetçilik” denilen, aslında, bu “korku-cehalet” işbirliğinden, hatta “izdivacı”ndan dünyaya gelen bir “sakat çocuk” değil mi?

Haberin Devamı

Bir bakıma bunun da bir “küresel sistem”in lideri olan ülke ile büyük benzerlikler gösteren, bir “küresel olgu” olmasıyla belki teselli bulunabilir. Zbigniew Brzezinski’nin son kitabı “Second Chance” (İkinci Fırsat) bu konuda bazı ipuçları veriyor.

Tam ismiyle “Second Chance – Three Presidents and the Crisis of American Superpower” (İkinci Fırsat- Üç Başkan ve Amerikan Süperdevletinin Krizi), Soğuk Savaş sonrasının yeni kurulan dünyasında, dünyanın en güçlü devletinin üç başkanı, Bush I, Clinton ve Bush II’nin başkanlık dönemlerinde ABD’nin içine düştüğü ve dolayısıyla tüm dünyayı sürüklediği krizin özelliklerini irdeliyor ve “çıkış yolu” üzerinde duruyor.

Haberin Devamı

Öğle yemeğinde, masadaki sohbette Brzezinski’nin anlattıklarından algılanan, Demokrat aday adayı Barrack Obama’nın 2008’de Başkan seçilmesi halinde, Amerika’nın eski uluslararası itibarına tekrar kavuşması şansı bulunduğu ve kitabın Obama dönemine bir tür “kılavuzluk” amacıyla yazılmış olduğu.

Bizim toplantıdan çıktıktan sonra, ilk iş olarak, Brzezinski’nin yeni kitabını gidip satın aldım. Ve, Türkiye’deki durumun sebebinin köklerinin ABD’de yattığını keşfettim...

 

***            ***         ***

 

Brzezinski’nin pek yeni, son kitabından satırlar:

“Amerika’nın bir gerçek demokrasi olduğuna göre, yapıcı bir küresel siyaset izleyebilmesi, son tahlilde, iyi enforme olmuş bir kamuoyuna sahip olma yeteneğiyle ilgilidir Buna rağmen, krarlarını halk iradesi zemininde alan dünyanın tek süperdevleti, dünya hakkında şaşırtıcı ölçüde cahil. Amerikan halkının büyük çoğunluğunun dünya tarihi ve coğrafyası hakkında pek az bilgisi var. Ne yazılı medya ne de televizyon haberleri bu durumu pek düzeltmiyor ve eğitim sistemi, sözü edilen bu iki disiplin konusunda özellikle zayıf.

Amerikan yüksek öğrenim gençliğinin ancak yüzde 1’i ülke dışında eğitim görüyor ve çoğu, diğer ülkelerin nerede olduğuna ilişkin en ufak bir fikre sahip değil. 2002 yılında National Geographic Society tarafından yapılan bir çalışmanın bulgularına göre, genç Amerikalıların yüzde 85’i Irak ve Afganistan’ın yeriniharita üzerinde gösteremiyor, yüzde 60’ı İngiltere’nin yerini bulamıyor ve yüzde 29’u hatta Pasifik Okyanusu’nu işaret edemiyor. Dahası, pek az Amerikalı gelecekte uluslararası açıdan önemli olacak Çince ve Arapça dil öğrenimi görüyor. Korku tarafından kolaylıkla güçlendirilen kamusal cehalet, dünyada Amerika’nın nasıl yapıcı bir rol oynayabileceğine ilişkin ciddi bir tartışmanın yapılabilmesi konusunda olumsuz şartlar yaratıyor...”

İstatistik bilgilerinin Türkiye’de de revaçta olduğu şu günlerde, Brzezinski’nin şu satırlarını Türkiye şartlarına tercüme etmeyi deneyin. Buradan yola çıkarak, acaba, “Amerika’nın bizden farkı yokmuş” diye teselli mi aramalıyız, yoksa “çıkış yolu”na kafa mı yormalıyız.

Amerika’nın beyinleri –her şeye rağmen- çalışıyor. Burası, -her şeye rağmen- demokratik bir ülke.

Biz de “beyinlerin çalışması”nı teşvik için, ifade özgürlüğü ve ifade özgürlüğü için “demokratik” bir ülke gerekiyor...

Yazarın Tüm Yazıları