AB’den ilk sinyal çıktı

Brüksel

Doruk bildirisine giren cümle, ilk defa Türkiye ile katılma müzakerelerinin başlayacağının sinyalini veriyor. Türk çevrelerini dahi şaşırtan bu süpriz yaklaşım moralleri yükseltti.

Avrupa Birliği hükümet ve devlet başkanlarının Brüksel doruğu, iki yıldır hazırlığı yapılan Anayasaya son noktayı koymak için toplandı ancak, Türkiye’ye beklenmedik bir sinyal çıktı.

“Katılma müzakerelerinin başlamasına hazırlık olarak gerçekleştirdiği büyük ilerleme” cümlesi ve bildiri taslağındaki yerine dikkat çeken Türk yetkililer “AB komisyonu bu şekilde açıkça katılma müzakerelerine hazırlanıldığının sinyalini veriyor” dediler.

Ortak Bildiri, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyum için gösterdiği büyük çabaları açıkça övdüğü gibi, eksiklik olan alanları da şöyle sayıyor:

- Adalet sisteminin reformu ve bağımsızlığının sağlanması
- Dernek kurma, görüş açıklama ve din özgürlüğündeki son kısıtlamaların kaldırılması
- Asker-Sivil ilişkilerinin AB’deki uygulamaya yakınlaştırılması
- Güneydoğu’daki kültürel hakların geliştirilmesi ve genel ekonomik dengesizliğin giderilmesi.

KIBRIS ÖN PLANA GEÇTİ

Birkaç ay öncesine kadar Brüksel’de Türkiye ile ilişkilerden söz edildiği zaman, tartışılan konu “Kopenhag kriterlerine uyum sağlayıp sağlayamayacağı” idi. Bugün artık böyle bir sorun tartışılmıyor. Onun yerini Kıbrıs almış durumda. Bizler istediğimiz kadar “Kıbrıs, Kopenhag kriteri olamaz” diyelim, sahadaki gerçekler bambaşka.

Nitekim bu gerçek ortak bildiriye de yansımış.

Son AB Komisyonu ilerleme raporunda açıkça “Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün, Türkiye’nin AB ilişkilerini engelleyeceği” belirtilmişti. Brüksel’de yayınlanan bildiride, aynı konu bu defa tersten okunuyor ve “Kıbrıs’ta çözüm, Türkiye’nin AB’ye katılımını kolaylaştırır” deniyor.

Kıbrıs’ta çözüm bulunamasa dahi, çözüm yakında ciddi adım atan ve masaya oturan bir Türkiye, AB’den beklentilerine çok yaklaşmış olacak. Daha doğrusu HAYIR denmesi güçleşecek.

Özetle, rüzgarlar Türkiye’den yana esiyor.

* * *

ODTÜ’DE ÖNEMLİ BİR SORUN VAR

Çarşamba günü ODTÜ’de (Ankara Orta Doğu Teknek Üniversitesi) yaşanan olay hepimizin tüylerini diken diken etti. Küçücük ancak, sesini yükseltebilen bir grup, çoğunluğun arzusuna karşı bir davetliyi (Devlet Bakanı Ali Babacan) konuşturmadı. Aynı grup bir süre önce, Üniversite Kampüsünde Mac Donalds açılmasını da engellemişti.

Aslında ne bu grup yeni peydahlandı, ne de bu eylemler yeni. Uzun yıllardır, 1970’lerden kalma solcu sloganlar, aşırı milliyetçi ve bağnaz görüşlerle sürekli şekilde olay çıkarırlar. Avrupa’ya olduğu kadar ABD’ye de karşıdırlar. Türkiye’nin içine kapanmasını, eski Arnavutluk gibi hareket etmesini isterler. Almanya’nın Nasyonel Sosyalistlerini andırırlar.

Ancak bu çocuklar bu noktaya kendi başlarına gelmediler. Bu görüşlerini hocalarından ediniyorlar. Böyle eğitiliyorlar. 2000’li yıllarda hala 30 yıl öncesinin kavramları, değer yargılarıyla büyütülüyorlar.

ODTÜ’nün sorunu bu çocuklardan kaynaklanmıyor.

Sorun, bu çocuklara bu fikirleri verenlerden veya bu fikirlerle bir yere varılamayacağını anlatamayanlardan kaynaklanıyor.

Aynı durum –ODTÜ kadar- başka Üniversitelerimiz için de geçerlidir. Eğitim sistemimiz ve verilen bilgiler öylesine çağdışı kalıyor ki, ne ekersek onu biçtiğimiz bu tip kafalarla karşılaşıyoruz.

O zaman da şaşırmayı bırakalım...

RED YANITI BÖLGEYİ KARIŞTIRIR

Son iki gündür, 2004 Aralığında AB’nin Türkiye ile katılma müzakerelerinin veya yeni bir erteleme anlamına gelecek, koşullu bir tarih önerisiyle ortaya çıkması durumunda neler yaşanabileceğini anlatmaya çalışıyorum.

Tam üyeliğin önceki yıllarda, kimselerin inanmadığı bir rüya sayıldığını, ancak son iki yıldır tam bir tutkuya dönüştüğünün altını çizdim. Öyle bir tutku ki, red anlamı çıktığı taktirde, kamuoyundan büyük bir öfke, tutulması güç bir tepkinin doğacağı, müthiş bir batı aleyhtarlığının yaşanacağı, tüm aşırı güçlerin tekrar sahneye çıkıp bu ülkeyi yepyeni bir siyasi-sosyal ve ekonomik istikrarsızlığa itebileceğini vurguladım.

Bugünkü yazımda da, dış politikada karşı karşıya kalınabilecek tepkili tutumlardan söz etmek istiyorum. Tarih alınamaması durumunda kamuoyunda belirecek hayal kırıklığı ve tepkiler dış ilişkileri de etkileyecektir.

AB İLE DEFTER KAPANACAKTIR

Ne yazık ki, Türkiye İngiltere değildir. Bu ülkede soğukkanlı İngilizler değil, duygusal Türkler yaşamaktadır. İngilizler, kendi katılma müzakereleri sırasında (1960-70 dönemi) Fransa’dan iki defa veto yemiş, buna rağmen soğukkanlılığını kaybetmemiş ve sonunda istediğini elde etmiştir.

Türkiye’nin tepkisi, tam aksine son derece duygusal olacaktır. Olay kişiselleştirilecek, Avrupalıların Türkleri sevmediği (!) vurgulanacak ve Ankara’dan sert tepki göstermesi istenecektir. Türk hükümeti de, uzun vadede ülke çıkarlarına ters düşse dahi, dış politikasında hissi kararlar almak zorunda bırakılacaktır.

İlk zaiyat Türk-AB ilişkilerinde görülecektir. Büyük olasılıkla tam üyelik defteri tümüyle kapatılacak ve durum böyle olunca da Gümrük Birliği sorgulanmaya başlanacaktır.

Gümrük Birliğinin iptal edilmesi için baskılar arttıkça, Türk hükümeti ister istemez Almanya’nın uzun süredir önerdiği ünlü “özel statü” çağrılarıyla karşı karşıya kalacaktır. Tam üyelikle ilgisi olmayan “özel statü” , Türkiye’yi AB’den daha da uzaklaştıracaktır.

Türkiye AB ile ilişkilerini kesmeyecektir. Böyle birşey düşünülemez dahi. Ancak Avrupa Birliğinin Ankara üzerindeki siyasi ağırlığı büyük oranda azalacak, bu da orta vadede ekonomik ilişkilere yansıyacaktır.

Bütün bu gelişmelerin kısa vadede yaşanabileceğini, orta ve uzun vadede ise, Türkiye’nin kendine yeni bir ilişki düzeni kurmaya çalışacağını söyleyebiliriz. Bu düzenin, tümüyle AB ile iç içelik yerine, daha çok ABD ve bir oranda da bazı Uzak Doğu ülkeleriyle paylaşımı gündeme getireceği tahmin edilebilir.

BÖLGE ÜLKELERLE İLİŞKİLER FARKLILAŞACAK

AB’den tarih alamamış bir Türkiye’nin dış politikasının genelinde pek Batı yanlısı olmayacağı veya kerhen Batı yanlısı görüneceği açıktır. Kendine özgü içine kapanık ve aşırı milliyetçi duyguların egemen olacağı bir sürece kayılacaktır.

AB’den beklediğini bulamamış bir Türkiye’nin dış cazibesi kalmayacaktır. Siyasi ağırlığı, ABD ile ilişkilerinin yoğunlaşmasına orantılı olarak artacak veya azalacaktır. Süper güç ABD’nin global istek ve beklentilerini Türkiye’nin nasıl karşılayabileceği de büyük bir soru işareti olarak kalacaktır.

Dış politikasında sadece ABD’ye dayanan, Washington ile başbaşa kalmış bir Türkiye, bölge ülkeleri tarafından ABD’nin jandarması olarak nitelendirilecektir. Bu durum da ister istemez, bölge ülkelerinin ( Orta Doğu- Kafkaslar-Orta Asya Cumhuriyetleri) Türkiye’ye bakışlarını olumsuz yönde etkileyecektir.

Türkiye, İslam dünyasına “model ülke” olma statüsünü yani cazibesini kaybedeceği için, ilişkilerini daha çok askeri gücüne dayandırmak zorunda kalabilecektir.

EN ÇOK, KIBRIS VE EGE ETKİLENECEK

2004 Aralığında beklentileri karşılanamamış, Avrupa’dan dışlanmışlık duygusuna kapılmış bir Türkiye’nin, öfkesini en somut şekilde gösterebileceği iki alan vardır.

Bunlardan biri Kıbrıs, diğeri de Ege’dir.

Türkiye Kıbrıs konusunda sertleşecektir.

Uzun vadeli çıkarlarına ne kadar ters düşerse düşsün, kısa ve orta vadede KKTC’deki konumunu daha da derinleştirecek ve Güney Kıbrıs’a daha büyük bir kuşkuyla bakacaktır.

Ankara’nın Kıbrıs’ta atacağı her adım, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini daha da gerginleştirecektir. Tam üye konumundaki Kıbrıs, bir süre sonra Brüksel’i “Kuzey topraklarım işgal altında. İşgalci ülkeyi cezalandırın” diye sıkıştırmaya başlayacak ve çok daha gerilimli bir döneme kayılacaktır. Zira AB’nin, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’ın isteklerini görmezden gelmesi beklenmemelidir.

Bu çerçevede ikinci gerilim noktası da, Ege olacaktır.

Atina ile Ankara arasında, birkaç yıldır yaşanan bahar havasının devam etmesi imkansızlaşacaktır. 70-80’lerdeki gibi askeri çatışmalar dönemine girilmese dahi, Ege’de hava yine kararacak ve karşılıklı olarak yine süngüler takılacaktır.

Yani belirli oranda eskiye dönülecek, silahlanma dönemi açılacak, harcamalar arttırılacak, ekonomik kalkınmaya ayrılan fonlar askere kaydırılmak zorunda kalınacaktır.

TARİH VERMEMENİN FATURASI ÇOK BÜYÜK

Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini başlatmamanın iç ve dış faturaları son derece büyüktür. Hem Türkiye, hem de bölge istikrarsızlığa itilecek, nerede biteceği belli olmayan bir döneme girilecektir.

Ben AB başkentlerinin böylesine dar gürüşlü ve vizyonsuz olabileceklerine inanmak istemiyorum.

Psikolojik ön yargılarla hareket etmek, AB’ye stratejik derilik, büyük bir Pazar ve İslam dünyası ile yeni bir sayfa açma olanağı verecek olan Türkiye’ye sırt çevirmek, AB’nin kendi bindiği dalı kesmesinden başka birşey değildir.

Bundan dolayı, 2004 Aralığında olumsuz bir kararın çıkmasını düşünmek dahi istemiyorum.

ABD PKK KAMPINA SALDIRMAYACAK

İşte bize bir uzatma daha...

Bu defaki Washington’dan kaynaklanıyor.

Türkiye uzun süredir, Kuzey Irak’ta bulunan PKK kampının dağıtılması ve PKK elemanlarının yakalanıp teslim edilmesi için ABD’yi zorluyor.

Bir süre önce Ankara’da bu konuda ABD’lilerle görüşme yapıldı ve bir hareket planı üzerinde anlaşmaya varıldı. Ancak, Ankara sabırsız ve biran önce ABD’nin harekete geçmesini istiyor. Amerikalılar ise, ısrarla baştan beri söylediklerini tekrarlıyorlar.

Buna göre Amerikan kuvvetlerinin PKK kampına karşı askeri bir harekat için 10-15 bin asker ayırmasına henüz imkan olmadığını, üstelik Kürtlerle genel ilişkilerini bozmak istemediklerini belirtiyorlar.

ABD, Türkiye’nin de bazı adımlar atmasını ve bu kampta bulunanların kendi kendilerine dağılmalarını tercih ediyor.

Washington olsun, Irak’taki Amerikan askeri yetkilileri olsun, yeni bir cephe açma niyetinde görülmüyorlar. Belki de Kandil dağındami PKK kapını Türkiye ile ilişkilerde bir pazarlık kartı olarak ellerinde tutmayı tercih ediyorlar.

Edirne Darüşşifası'na Avrupa Müze Ödülü

5 Aralık tarihinde toplanan Avrupa Konseyi Kültür, Bilim ve Eğitim Komisyonu Edirne’deki Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ni 2004 yılının en iyi müzesi seçti.

Ödülün alınmasında Doğu ile Batı kültürleri kültürleri arasında köprü olmamızın payı büyük...

Bu ödülün ülkemizin tanıtımında da büyük etkisi olacağına inanıyorum. Müzenin ödülü 27 Nisan 2004 tarihinde Avrupa Konseyi binasında verilecek ve ayrıca ünlü heykeltraş Joan Miro'nun bir eseri de bir yıl boyunca Edirne Darüşşifası'nda sergilenecek.


(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları