68’in kadınları

YAŞIMIZ ortaya çıkmasın diye değil, kimsenin aklına gelmediği için 68’in kadınları susuyor.

68’in 40’ıncı yılı televizyon ekranlarında, gazetelerde tartışılıyor ve kadınlar yok. Kimse de ne oldu bizim kadın arkadaşlara, "yoldaşlar"a demiyor.

Zamanında çok beğenilen ama benim tüylerimi hep diken diken eden o ünlü deyişiyle, "bacılar" akıllara gelmiyor.

Halbuki, bugün Türkiye’deki en güçlü ve gerçek sivil toplum hareketinin kökeninde o 68’li kadınlar var.

Savaşma seviş, Ho Ho Ho Şi Minh daha fazla Vietnam’dan, basma elbiseleri, uzun saçları ile geçip ve o güne kadar üzerlerindeki aile ve mahalle baskılarına baş kaldırarak, bağımsızlık, demokrasi ve eşitlik platformlarında, üniversite işgallerinde erkeklerle omuz omuza yer alan, halkın içinde erimek adına okullarını, ailelerini terk edip gecekondularda, fabrikalarda köylerde devrimci harekete "neferlik" yapan kadınların hiç mi söyleyeceği yok?

Bizim anlatacak çok şeyimiz var.

Hem 68 kuşağının eylemcileri olarak hem de kadın olarak aktaracak deneylerimiz var.

***

68
öncesi öğrenci hareketleri içinde en çok kadın, sol hareketlerde yer aldı. Sonraki yıllarda en fazla kadın yine sol harekette vardı. Halkın her kesiminden kadınlar, kocalarına ya da oğullarına çay taşıdıkları ve konuşulanlara kulak misafiri oldukları için değil, düzenlerini riske atarak, hayatlarından özveride bulunarak, en tehlikeli görevlere soyunarak ve militan olarak yer aldılar.

Tehlike lafını görüp, şimdi sol hareketi "şiddet" ile eşleştirmeye çalışanların, "aman gençliğe örnek olmasın" telaşına kapılanların yönlendirmeye çalıştığı gibi aklınıza bombalar gelmesin.

O zamanlar, soğuk savaşın en kızgın dönemlerinde, Rusya ile ABD’nin dünyayı kıyasıya paylaşmaya çalıştıkları günlerde Türkiye’de "bağımsızlık"tan söz etmek, işçi hakları köylünün durumu filan gibi en insani soruları sormak, hele de hükümeti, düzeni sorgulamak çok "tehlikeli"ydi.

Cumhuriyet Gazetesi okudukları için insanların otobüslerden indirildiği, kırmızı ışıkta gitar çalan gençlerin sorgulandığı günlerdi.

Kitapların en büyük tehlike sayıldığı dönemden söz ediyorum. Evimize ilk polis baskınında kitaplığımı altüst eden ve kız kardeşimle paylaştığım odamda Che Ğuevara posteri gören polisin babama "sen p.. misin?" diye hakaret ederek ikimizi birden Birinci Şube’ye taşıdığı günler. O, her zamanki gibi papyon kravat bleyzeri ile gelmişti polisle birlikte, beni bulunduğum bir toplantıdan almaya. Birinci Şube polisinin "Sen hangi örgüttensin?" sorusuna verdiği yanıt sonra dilden dile dolaşmıştı arkadaşlarımız arasında "Dev-Mor!", "Yani?" "Devrimci Moruklar" demişti babam. Biz, henüz Dev-Genç’tik çoğumuz.

Ve Sansaryan Han Mütefferika’da Jülide (Aral) ile ilk kez karşılaşmıştım o gecenin sabahında.

Bugün televizyonlarda Fahri’yi (Aral) görüyorum sık sık 68’i anlatırken, "Neden Jülide hiç konuşmuyor?"

68’in kadınları yok muydu?

***

BİZLERİN
özgeçmişlerini dikkatle inceleyen çıktıysa eğer, hayatımızın en az on beş yılının boş bırakıldığını fark etmiştir. Üniversitelerin orta yaşlarda bittiğini de.

Ne yazacaktık ki? Gecekonduları, fabrikalardaki işçiliğimizi mi, remayöz ustalığımız, iplikçiliğimiz, örgütlenme çalışmalarımız, çeviri işlerimiz, gözaltılar, işkenceler, hapisleri mi yazacaktık?

Aslında bizi biz yapan yaşanmışlıklar onlar. Bazıları prim toplamaya çalıştığı için üzerlerinden, birçoğumuz boş bıraktık özgeçmişlerimizde o dönemi.
Yazarın Tüm Yazıları