Yürüyelim arkadaşlar!

Yürümeyi severim. Hem de çok severim.

Bir yere varmaktan çok yürüme eylemini sevdiğim için yürürüm.

Durup geri döneceğim noktayı düşünmeden çıktığım yürüyüşler de var; rotasız, hedefsiz.

Ama genellikle "Tarihi Yarımada Parkuru" gibi sevdiğim ve tekrarlamaktan usanmadığım parkurlar yaratmayı tercih ederim.

Yürürken sıkılmam. Kafamda her zaman halletmem gereken meseleler vardır nasıl olsa.

Yürüye yürüye, düşüne düşüne rahatlarım.

Hepinize de tavsiye ederim: Yürüyünüz arkadaşlar!

*

Yürüme hadisesine egzersiz olarak yaklaşanlar arasında yürüyüşlerimi nafile görenler hep çıkar.

Onlara göre doğada yürümezsen, temiz havada yürümezsen, belli bir ritmin ve rotan olmazsa boşa yürüyorsun.

Katılmak zorunda olmadığım, sıkıcı, kısıtlayıcı, uyuz bir yaklaşım biçimi.

Ayak benim, bacak benim, istikamet benim; kim karışır?

*

Zaman içinde pek çok yol arkadaşım oldu. Yürüyüş parkuruma özenip yancı yazılanların çoğu yolda kaldı.

Kimseyi yarı yolda bırakmayı istemem. Yorulanlarla, sıkılanlarla birlikte ben de yürüyüşümü noktaladım. Ama bir daha yorgunluğu bahane eden bu kişilerle yola çıkmadım.

Beraber yürümek zor ve kısıtlayıcı. Ritim tutturmak gerekiyor, yanınızdaki yol arkadaşının kafası dağılabiliyor, yola değil başka şeylere odaklanabiliyor...

En iyisi kapıyı kapattıktan ve yola çıktıktan sonra bildiğin gibi, istediğin istikamette, istediğin kadar tek başına yürümek.

*

Müziğe duyduğum büyük aşka rağmen, dikkatimi dağıttığı için yürürken müzik de dinlemem.

Yanımda müzik olur; durduğum, soluklandığım, likit yüklemesi yaptığım yerde kulaklıklara davranıp müzik dinlerim.

Fakat yürürken asla!

*

Gittiğim yabancı şehirleri de yürüyerek tanımaya çalışırım.

Genellikle yüksek bir binadan kerteriz alıp, geri dönüş yolumu kontrol altında tutarak yavaş yavaş açılırım.

Belli bir ritmim yoktur, kafama estiği, canımın istediği yerde dururum.

Otomobille hızla geçip giderken kaçan güzellikleri yürürken ıskalamazsınız.

Ne küçük bir sokak kahvesini, ne enteresan bir dükkanı kaçırırsınız.

Yürüyen insan kontrol sahibidir.

İstediği yerde durur, istediği zaman hareket eder.

*

"Birader, sıcak mı çarptı? Havaya baksana! Sanırsın 7/8 Hasan Paşa Fırını’nın kapağı düşmüş, oradan çıkan sıcak da gelip bizi bulmuş... Bu havada yürünür mü?" diyebilirsiniz.

Doğrudur. Bu havada yürünmez.

Evden yürümek için çıkıp sıcaktan kafayı yemek ve Amok Koşucusu’na dönmek kuvvetli bir ihtimal.

Fakat beni de David Le Breton dürttü.

*

Kim bu David Abi?

Fransız bir akademisyen. Strasbourg İnsan Bilimleri Üniversitesi’nde görev yapan bir antropolog ve sosyolog.

Sel Yayıncılık’tan İsmail Yerguz’un çevirisiyle yayınlanan "Yürümeye Övgü" adlı kitabın yazarı.

Kitaptaki kısa biyografisinde araştırmalarını "beden antropolojisi ve riskli tavırlar antropolojisi" üzerine yoğunlaştırdığı belirtiliyor.

Siz de benim gibi bu ifadeden pek bir şey anlamadıysanız, daha açıklayıcı olmak için "sessizlik" ve "yürüyüş" gibi kavramlar ve eylemlerle uğraştığını söyleyeyim.

*

David Le Breton, boyut olarak "küçük fakat içi dolu bilgicik" tarzı keyif verici eserinde tarihteki meşhur yürüyüşçülere selam sarkıtıyor.

Rimbaud, Mao, Gandhi, yönetmen Werner Herzog, Rousseau, Kazancakis, Walter Benjamin, Roland Barthes... Ortak özellikleri yürümeye sevdalı olmaları.

Kimi idealleri için, kimi macera olsun diye, kimi kafasındaki meseleleri gezintiye çıkartmak için yürümüş.

David Le Breton, aile büyükleri tarafından coşkuyla karşılanan ilk adımlardan sonra kanıksanan ve değeri pek bilinmeyen bu güzel ve erdemli eylemi yüceltmek için oturup bu kitabı yazmış.

*

Enis Batur’un "Kelliğe Övgü", Erasmus’un "Deliliğe Övgü"sünden sonra bir de "Yürümeye Övgü" yazılmış böylece.

Hem okuyun hem yürüyün. Ama ikisini aynı anda yapmaya kalkmayın!

Problem yaratabiliyor...
Yazarın Tüm Yazıları