OPERA denince akla Milano’daki La Scala gelir ama ondan önce Napoli’deki San Carlo vardı. Geçen pazar akşamı 1737’den kalma bu ihtişamlı binada bir ödül töreni izledim.
Fondazione Mediterraneo-Akdeniz Vakfı’nın dağıttığı Akdeniz Barış Ödülleri aralarında Şansölye Merkel, İsveç eski Başbakanı Carl Bildt, El Pais Gazetesi, El Cezire TV, Kudüs Latin Patriği Fuad Twal, Portekizli mimar Alvaro Siza’nın da olduğu 17 ünlü şahsiyet ve kuruma sunuldu. In memorium, yani ölmüş birinin anısına sunulan ödüllerden biri ise bizim buralı birine verildi. İskederun’da şoförü tarafından öldürülen rahip Luigi Padovese’ye... Rahip Padovese cinayetiyle ile ilgili kanı Napoli’de yüksek sesle dillendirilmese de bunun bir Hizbullah eylemi olduğuydu. Ancak İsrail’le yaşanan gerilim nedeniyle barış gecesinde konuşulmayan bir konuydu bu. San Carlo’daki törende Rahip Pavadose’nin bir ay önce çekilen filminde Türkiye’ye beslediği olumlu duyguları aktarışını seyrederken bu acı tesadüfe hayıflanmamak elde değildi. * * * Ertesi gün gurme Engin Akın’la birlikte Napoli’nin Nişantaşı sayılan Chiai Caddesi’nde bir kahveye oturduk. Yabancı gazetelerden “eksen kayması” makalelerini okurken gaipten tuhaf sesler duymaya başladım: “Teyzeee Allah rızası için birkaç kuruş ver...” Pek oralı olmadım, ama hafiften huzurum kaçmadı değil. Aynı cümleyi ısrarla duymaya başlayınca kafamı çevirdim. Arkamda Tahar Ben Jelloun’un Napoli’de geçen romanı Yoksullar Hanı’ndan fırlama 20 yaşlarında bir delikanlı dikilmekteydi. Ve bu bir Türk dilenciydi! Şaşırmama fırsat kalmadan dilenci bize “teyze” dediği için çok kızan arkadaşım adamı “abla” dedirtene dek iyice haşladı. Böylece adam birkaç kuruş değil, birkaç Euro’yu kopardı. Gazetelerin çoğu Türkiye’nin ekseninin Doğu’ya kaydığı kanısındaydı, gel gör ki bizim dilenciler Şam’da değil Napoli’de dileniyorlardı. * * * Napoli’den ayrılmadan önce gözüme Ferzan Özpetek filmlerinden çıkmış gibi görünen bir evde öğle yemeği yedik. Napolili ünlü etno-kültürel şarkıcı Eugenio Bennato ve kendisi gibi şarkıcı olan eşi Pietra’nın tepelerden denize bakan evinde Akdeniz Vakfı Başkanı Michele Capasso da vardı. Kahveleri Capasso’nun aynı zamanda bu vakfın merkezi olan evinde içtik. Evi derken, burası Doğu Akdeniz’de ve Balkanlar’da barış için pek çok üst düzey beyin fırtınası toplantısının yapıldığı, Ürdün kralının yatıya ağırlandığı bir Napoliten saraydı. 18’inci yüzyılda bir Fransız seyyahın “perdenin hiç inmediği büyük bir sahne”ye benzettiği bu şehirden ayrılmak kolay olmadı. Avrupa ekonomisi Pompei’nin son günlerini yaşarken bizler Vezüv Yanardağı’nın parçalarından oluşan kolyelerimiz boynumuzda, Napoli damgalı Scarletti’den Pergolosi’ye uzanan bir operakomik ruh halinde havaalanının yolunu tuttuk. Arkamızda tüm zamanların en büyük tenoru Caruso’nun şarkıları Türk dilencinin sesine karışıyordu. Napoli’de bir gece /Una notte a Napoli kimseye yetmezdi ve soruyorduk şarkıdaki gibi: “Quanto tempo puo durare / quanto notti da sognare / quante ore, quante giorni -Ne kadar zamanımız var? Kaç gece hayaller için / kaç saat, kaç gün?.