Başbakan Erdoğan Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’deki basın özgürlüğüne ilişkin eleştirisini bu sözlerle karşıladı.
Olaydan ders çıkarmamız lazım. Sağcısı, solcusu, dincisi, laiği, muhafazakârı, liberali... Türk toplumunun büyük çoğunluğu bugüne kadar Avrupa Parlamentosu’nun hangi kararını alkışladı ki? Sanki Türkiye ile üyelik müzakereleri açılması için “YES” pankartlarını açan bu parlamento değildi. En ufak bir eleştirisinde tüylerimiz diken diken oldu. Ortak kanı şuydu: Hemen gaza gelen bu ukala bilgisizler ordusu, kendine bir oyuncak bulmuş bizimle oynuyordu. Şu son olaya kadar da hükümetin dümen suyundaydı... Bu çerçevede düşünürsek, Başbakan’ın tepkisi şaşırtıcı olmadı. Şaşırtıcı olan, düne kadar Avrupa Parlamentosu’nu eleştirenlerin bugün mal bulmuş Mağribi gibi üzerine atlamaları. Çifte standartlı olmak iyi bir şey değil. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporuna eklenen basın özgürlüğü maddesi umarız bundan böyle AB’yi daha sağlıklı ve dengeli değerlendirmemize yol açar. Günümüzde şirketler bile kendilerini dış gözle değerlendirsin diye üstüne para verip danışman tutuyorlar. İçeriden göremedikleri aksaklıkları rapor ettiriyorlar. Avrupa Parlamentosu’nu da, yabancı basını da Türkiye’nin dış gözü olarak düşünmek mümkün. * * * Dünyayı yönetenlerin, patronların ve fikir önderlerinin okuduğu The Economist Dergisi uluslararası düzeyde en itibarlı yayın organı olarak kabul görür. Son sayısında bakın o da ne demiş: “Soruşturma, her ne kadar tartışmalı özel mahkemelerde olsa da, sivillerin ilk kez muvazzaf generallerden hesap sormasını beraberinde getirdi... Buna karşın, iktidar partisinin en büyük taraftarları bile, Şık ve Şener’in tutuklanması gibi sert taktiklere başvurulmasının, Ergenekon davasının meşruiyetini çökertmesinden kaygılı. Soruşturma başlayalı dört yıl oldu, ama hâlâ mahkûmiyet yok. Bazı şüphelilere daha suçlama yöneltilmedi. Bazıları, soruşturmanın hükümeti eleştirenleri yakalamak için tam bir bahaneye dönüştüğünü söylüyor.” The Economist bu yazısına “Türkiye’de gazeteci olmak tehlikeli bir şey” diye başlık atmış. Birlikte “sahici” gazetecilik yaptığımız eski dostlardan Mehmet Ali Yula bir soruyla buna bir katkıda bulundu: “Türkiye, çok şey olmak için tehlikeli değil mi? Gazeteci olmak, kadın olmak, çocuk olmak, içki içmek, dekolte giyinmek, telefonda konuşmak , vs. vs...” * * * Batı’da Türkiye algısı değişiyor!.. Twitter’ların tıkladığı, online siparişlerin hızla adrese teslim edildiği çağımızda, bir bakıyorsunuz, Silivri’ye koyulan gazetecilerin ismi demokrasi faturası olarak Ankara’ya iade ediliyor. Algılar, “açıklanmayan deliller”den daha hızlı... Bütün bu gelişmeler şunu gösteriyor: Türkiye’nin dünyadaki algısı bozuluyor, karizması çiziliyor. Buna AB Genişleme Sorumlusu Stefan Füle’nin söylediği “Türkiye Ortadoğu için model ülke, siz basın özgürlüğü konusunda daha duyarlı olmalısınız” sözlerini de eklersek, belki algı konusunda ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır... Yoksa, nasıl olsa bildiğimizi okuyacağımızı herkes biliyor!..