BU yaz İstanbul’a dönük ciddi bir Arap çıkarması var.
Şu sıralar Beyoğlu’na çıkanlar adım başı karşılaşacakları çoluklu çocuklu, bol kadınlı, siyah çarşaflı Arap aileleri gördükçe İstanbul’un bir Ortadoğu metropolüne benzediğini düşünebilirler. Hatta İstanbul’a ilk kez gelen Batılı turistler, Türkiye hakkında “Bunların ekseni hakikaten Doğu’ya kaymış!..” gibi fikirlere de kapılabilirler. Şu sıralar yalnızca İstanbul değil, Avrupa’nın birçok kenti Arap akınına sahne oluyor. Londra hadi neyse de geçen hafta gittiğim Montrö’yü de burkalılar istila etmişti. Bunu “kamusal alanın çoğulculaşması” diye yorumlayabiliriz... Ancak bu çoğulculaşma, ille de demokratikleşme anlamına gelmiyor. Örtünme meselesi şu anda özellikle Batı Avrupa’da Batı ile İslam medeniyeti arasındaki çatışmanın ana konusu. Tam da Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkelerde burka ve çarşafı yasaklarken Avrupa sokaklarının çarşaf istilasına uğraması yazın bir cilvesi olsa gerek. Konuyu Facebook’ta paylaşınca arkadaşlardan “Sadece orası mı, Zekeriyaköy’ü de bastılar” ya da “Antalya’da otelin havuzunda haşemalı ile üstsüz yan yana güneşleniyor” diye tepkiler geldi. ¡ ¡ ¡ Aslında Araplar açısından olaya baktığınız zaman orada da bir “açılım” görülebilir. Ne açılımı mı? “İstanbul açılımı, Türkiye açılımı, Avrupa açılımı...” Arap ülkeleri insanları da, ekseni bir oraya bir buraya kayan kaotik dünyamızda kendilerine farklı bir yer arıyorlar. Bu değişimin odak noktasında eskiden olduğu gibi yine kadınlar duruyor. Peyami Safa, Türkiye’de Tanzimat’tan beri sürüp gelen modernleşme kavgalarını öykülerine, romanlarına döken en ilginç yazarlarımızdan biridir. “Biz İnsanlar” adlı kitabında “Memleket sallandıkça kadın kalbi bu zikzaktan kurtulamaz” der (Bkz. Tarihin Cinsiyeti-Fatmagül Berktay). “Kadınlar medeniyeti gözleriyle anlamaya mahkûm olduklarından” der Peyami Safa ünlü “Fatih-Harbiye” romanında, “Somut maddi hazlar vaat eden Batı’ya hayranlık duymaları, görünüşe kapılmaları elbette doğaldır”. Fatih-Harbiye tramvayı kalkalı çok oldu ama, Beyoğlu’nda şirin bir biblo gibi gezinen tramvayımız, Arap kadınların çarşaf arasından bakan gözlerine modern hayaller taşımaya devam ediyor. Beyoğlu’nda dolaşan Araplara dikkatle bakarsanız, arada çarşafı atmış, rengârenk yazlık elbiseler giymiş çok sayıda Arap kadını olduğunu fark etmeye başlarsınız. İstanbul Arap kadınları çarşaftan çıkarmaktadır. ¡ ¡ ¡ İstanbul merkezli kültür coğrafyası, en iddialı açılımları bağrında eritecek en uygun yerdir. Ancak ne çarşafın atılması, ne de burkalının sokakta rahat rahat dolaşması kamusal alanın demokratikleştiği anlamına gelmeyebilir. İslami kadın kimliği kamusal alana çıktı diye orası demokratikleşmiyor. Tam tersine şu anki durumda kamusal alanda yan yana durmakla birlikte birbirini dışlayan, aralarında hiçbir gerçek diyalog olamayan “öteki”ler yaratılıyor. Antalya’da plajda yan yana yatan haşemalı ile üstsüz buna iyi bir örnek. Soru şudur: İslamcı kadın kimliğini savunan politikalar kamusal alanı gerçekten demokratikleştirmekte midir? Mahrem olanı kamusal alana taşımak neyi dönüştürmektedir?