Paylaş
Hikâyesi 1971’de Kadıköy’de başlıyor... Baba tarafı Eskişehir kökenli ama yıllar önce İstanbul’un Kadıköy ilçesine yerleşiyorlar. Somer Sivrioğlu, “Kadıköy’de, tam olarak Rexx Sineması’nın karşısına” diye detaylandırıyor çünkü bu detayın hayatında önemli bir yeri olacak! Annesi de Kadıköylü... Çift çok geçmeden boşanıyor. Somer Şef de Kadıköy sınırları içinde biraz anne, biraz baba evinde ama daha da çok sokaklarda büyüyor. Hem yemekle hem de hayatla ilgili ilk hatıralarının Rexx Sineması’nın karşısındaki aile apartmanında olduğunu söyleyerek başlıyor: “Apartmanda kapılar hiç kapanmazdı. Yemeği o sırada nerede oynuyorsak o evde yerdik. Anneannem Balkan göçmeniydi. Onunla çok zaman geçirirdim. Çok iyi börek ve karnıyarık yapardı. Halen en sevdiğim yemek karnı yarıktır. Çok güzel Balkan yemekleri yapardı. ‘Şekerpare yaptım, gelin’ diye çağrı yapar, bütün aile onun evinde toplanırdı. Yemeğin birleştirici gücünü ilk kez orada gördüm.”
‘EVİMİZİN ÜNLÜ MİSAFİRLERİ’
Somer Şef’in anneannesiyle bir başka ortak keyfi daha vardı; Rexx Sineması’nda film seyretmek... Öğreniyoruz ki ilk aşkı da aslında yemek değil sinemaymış! Anlatıyor: “Sinemaya çocukluğumdan beri düşkünüm. Anneannemle haftada bir mutlaka Yeşilçam filmlerine giderdik. Bir Cüneyt Arkın hastasıydım. Halen Hollywood ve Yeşilçam filmleri üzerine çok bilgim vardır. Yarışmaya girsem iyi derece alırım! Liseden itibaren okulun kültür-edebiyat kolu başkanıydım. Piyeslerde oynardım. Annem üçüncü kez evlendiğinde bana başka bir kapı açıldı. Annemin eşi Altın (Pınar) ağabeyin arkadaşları sanatçılardı. Savaş Dinçel, Müjdat Gezen, rahmetli Tuncel Kurtiz, Ferhan Şensoy hep bizim evdeydi. Onlardan çok etkilendim.”
'ANNEM HERKESİ KOVUNCA...'
Özel Moda Lisesi’ni bitiren Sivrioğlu sinema tutkusunu mesleğe dönüştürmek istedi ama... Devam ediyor: “Ben yönetmenlik, yazarlık istiyordum. Babam ‘Sinema okuma, başka mesleğin olsun’ dedi. Onun iknasıyla Bilkent Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü’ne girdim. Bu arada annemler Ataköy’de ‘Voo-doo Club’ isimli bir restoran-bar açtı. Çılgın bir projeydi! Bir kahvehaneden aldığımız, politikacılara küfür eden bir papağanımız, kadınların ayaklarını ısıran bir maymunumuz vardı. Ben mutfağa çok girip çıkıyordum çünkü annem devamlı birilerini kovuyordu!” Somer Şef gülerek: “Benim yemeklerimi de beğenmiyordu ama ben ciddiye almıyordum. Kendi çok güzel fava yapar. Altın abinin çok iyi bir rizottosu vardı, onu da yapardım” diyor. Bu günler, onu mutfaktaki geleceğine hazırlamış...
'EN SERT JÜRİM ÜLKÜ PINAR'
“İlk ve halen en sert jürim annem Ülkü Pınar’dır. Avustralya’da yaptığım yemek etkinliklerinde ‘Ben inanamıyorum, bu çocuk nasıl yemek yapıyor, Somer hiç yemek yapmaz ki’ filan derdi! Yemekleri bir ona beğendiremeyiz! Benim yemek yolculuğumda en büyük payı olan insandır annem. Bugüne kadarki en büyük iltifatı önce ‘Çiğ olmaz’ diye itiraz ettiği bir kereviz salatasına yaptı. Onda da ‘Bu kadar kremaya ben de güzel olurum’ diye ekledi (gülüyor)... Kendisi gerçekten çok iyi yemek yapar. Pek çok restoran açtı ve çok da başarılı oldu. Gastronomi çevresinde çok sevilir, sayılır.”
'MUTFAĞIM OLMADAN EVSİZ GİBİYİM'
Somer Şef’in öneri ve yorumlarını seyredebiliyoruz ama Türkiye’de yemeklerini tadamıyoruz. Kendi ülkesinde bir restoran açmayı hiç düşünmemiş mi? Şöyle yanıtlıyor: “Çocuklarım Deniz 2005’te, Derin 2007’de doğdu. O arada ikinci restoranımız ‘Anason’u açtık. ‘Anatolia’ kitabımız ödüller aldı. Bugüne kadar Türkiye’de restoran açmayı düşünmemiştim. İnşallah bu sene veya seneye... Mutfak, bir şefin her şeyidir. Restoranım olmayınca evsiz bir şef gibi hissediyorum!”
TAKSİM'E FAST-FOOD SEFERİ...
Somer Şef, çocukluğunda dışarı yemek yemeye gitmenin bir ‘olay’ olduğunu söylüyor: “Pazar akşamları Bostancı’daki Günaydın veya İkiler Et Lokantası’na gidilirdi... Sürekli dışarıda yenmezdi. Türkiye’nin ilk McDonald’s’ı ben lisedeyken Taksim’de açılmıştı. Hep beraber dolmuşlara binip kapısında iki buçuk saat sıra beklemiştik! Oradan alınan bardaklarla kantinde kola doldurmak modaydı; ben ‘McDonald’s’a gittim havası atılırdı!”
'ÇOK DA KOLAY MÜŞTERİYİMDİR!'
Peki meşhur bir şef, müşteri olarak gittiği restoranda nasıl karşılanır, nelere dikkat eder? Somer Şef, “Yeni gelen ün sebebiyle bazen mekan sahipleri heyecanlanıyor ama ben kimim ki... Bu ünün gelip geçici olduğunu bilerek yaşıyorum. Güzel duygu tabii, insanlar sizi seviyor. İşinizi iyi yaptığınızın bir göstergesi ama aslolan kalıcı ve doğru şeyleri yapmak. Çok da kolay müşteriyimdir! Beni şikâyet ederken az görürsünüz” diye yanıtlıyor. Somer Şef, Hürriyet’in ‘Lezzetli Hayat’ ekinin de yazarlarından...
AVUSTRALYA MACERALARI...
RESTORAN AÇTIM İLK GÜN 3 MÜŞTERİ GELDİ
Türkiye, Somer Şef’i dört yıl önce başlayan ‘MasterChef Türkiye’ yarışmasıyla, ‘Avustralya’dan transfer’ şef olarak tanıdı. Peki Avustralya’da ne işi vardı? Şöyle anlatıyor: “Bilkent’ten mezun olmadan İstanbul’daki Swiss Otel’de ‘yiyecek-içecek işletme stajı’mı yaptım. Uluslararası mutfağa ilgi duymaya başladım. Avustralya’daki Sydney Teknoloji Üniversitesi’nde yüksek lisansa karar verdim. Babam, ‘Ne işin var Avustralya’da! Madem öyle sat arabanı git!’ dedi. Arabayı sattık ama o da sağ olsun destek oldu. Kalktım Avustralya’ya gittim. Öğrenci olarak çalışma iznimiz vardı. Harçlık için otele girdim, mutfaklarda çalıştım. Okul bitikten sonra çeşitli yerlerde yöneticilik yaptım. Zaman kendi yemeğimi yapma zamanıydı... Bir Türk restoranı yapacağımı söylediğimde herkes şaşırdı. Orada Türk mutfağı olarak sadece döner vardı. İnsanlar içki içtikten sonra ‘pub’larda döner yiyordu. Hepsi aynı fabrikalardan çıkıyordu. Eskiden İtalyan lokantası olan bir villada Türk lokantası olarak ‘Efendy’i açtım. İlk akşam yalnızca üç müşteri geldi. Bir masa İtalyan restoranı zannederek gelmişti, hemen kalktılar. İkinci masa menüde kebap göremeyince kalktı. Üçüncü masa da ben mutfağa ulaşamadan kalkmıştı. Bomboş restoranı görünce, ‘Ben ne yaptım!’ dedim. Biriktirdiğimiz tüm parayı restorana koymuştuk. İnanılmaz bir başarısızlık hikayesiyle başladık. Sonra yavaş yavaş, direne direne ilerledik...”
'SABIR VE SEBAT YETMEZ ADAPTASYON DA LAZIM'
Somer Şef başarısızlığı başarıya döndürme hikayesinin sırrını şöyle veriyor: “Sebatla birlikte adaptasyon da gerekiyor. Avustralyalılar, Gelibolu savaşları sebebiyle Türkiye ile ortak bir tarih paylaşıyor. Anzak savaşlarının yıldönümleri için sık sık Türkiye’ye gidip geliyorlar. Ben bir göçmen olarak ‘Bulunduğum ortama uyayım’ felsefesindeydim ve oradaki şefler ne yapıyorsa onu yapıyordum. Örneğin en meşhur yemek neyse ona sumak ekleyip ‘Türk’ yapıyordum ama müşteri bize ‘Bunu istemiyoruz’ dedi. Anladım ki benden beklenti Avustralya malzemesiyle Türk yaklaşımını benimsemek; onların karidesini bizim kadayıfımızla birleştirmek. 2010’de Çiya Restoran’dan Musa Dağdeviren geldi. Ondan çok şey öğrendim. Aslolan her zaman malzemeydi; ürünün tazeliği ve bulunabilirliği. Dokunmayı dönüştürmeyi biliyorsan yapabileceğin çok fazla şey var. Sonra ödüller gelmeye başladı.”
İYİ RESTORAN SEÇME SIRLARI
Mutfağı hem şef hem de işletmeci kimliğiyle iyi tanıyan bir uzman olarak... İstanbul’da önereceği restoranlar nereler? Somer Şef, “Bu aslında çok boyutlu bir soru. O anda ne istiyorsun, kimle ne için gidiyorsun...” diyerek önerilerini şöyle sıralıyor:
* Nostalji için, çocukluğumdan beri bir gastronomi müzesi olarak gördüğüm; Kadıköy’deki Çiya ve Koço’ya giderim.
* Deneysel takılmak için; Mikla, Turk ve Neolokal... Başta Mikla, bu üçü Türkiye’de restoran kültürünü başka seviyeye taşıdı.
* Bistro olarak; Batard ve Alaf...
* Klasik Türk yemekleri için de Karaköy Lokantası.
Paylaş