Paylaş
Aile hikâyesi roman gibi… Hakan Meriçliler, 1968 yılında Alsancak’ta iki katlı, yüksek tavanlı bir Rum evinde dünyaya geliyor. Evin çatısı altında kökenleri Sakız Adası, Girit ve İskeçe’ye dayanan öyküler var… Dedesi Ali Karaviti, Giritli Türk asıllı armatör bir ailenin tek oğlu. Selanik’te tıp okurken 1924 senesinde, Lozan Anlaşması şartları gereğince mübadil oluyorlar. Karaviti, eğitimini yarıda bırakıp ailesiyle İzmir’e geliyor. Cerrahlık rafa kalkıyor ama anatomi bilgisi sayesinde kesimhanede işe giriyor. Çok başarılı olunca da İzmir’in en büyük et dükkânını açıyor; Büyük Selluka Kasabı. Evleniyor, üç çocuğu oluyor. Eşi genç yaşta vefat edince çocuklara hızla yeni bir anne bulmak gerekiyor. Kasabın müşterilerinden, zaten göz aşinalığı olduğu Yunan Eleni Hanım’la ikinci evliliğini yapıyor. Eleni Hanım’ın hikâyesi de Ege’nin karşı tarafında başlıyor. Sakız Adası’nda dünyaya geliyor. 15 yaşından itibaren İzmir’e çalışmaya gidip geliyor.
TAM BİR AŞK ÇOCUĞUYUM
Meriçliler, “Sakız Adası kadınları titizlikleriyle bilindiğinden o dönem levanten ailelerin yanına gelip harçlık biriktirip dönerlermiş” diye anlatıyor: “Ada’da zorunlu bir evlilik yaptırıyorlar. İki çocuğu oluyor. Ancak kocası çok belalı biri…Hapse girince anneannem mecburen çalışmak için yine İzmir’e geliyor. Buna kızan kocası anneannemi aileden aforoz ettiriyor. Bir daha Sakız Adası’na dönemiyor. Bundan 7-8 sene sonra dedemle evleniyorlar. Anneannemin Sakız Adası’ndaki çocuklarından biri, bir gün kapıya geliyor. Anneannem ‘Beni affet, geri dönemem’ diye çevirince, üç gün parkta yatıyor. 14 yaşında veremden ölüyor. Birkaç ay sonra annem Leyla Güney doğuyor. Babam da İskeçe göçmeni bir aileden. Onlar da 1944’te gelmişler. Annemle babam 1967’de evleniyorlar. Hemen sonra ben doğuyorum. Tam bir aşk çocuğuyum!”
5 YAŞINDA: ARTİST OLACAĞIM
Anne Leyla Hanım ve baba Yüksel Bey çalıştığından Meriçliler tek çocuk olarak anneannesinin kolları altında büyüyor. En büyük zevkleri açık hava sinemalarına gitmek… Meriçliler, “Bence ben anneannem sayesinde oyuncu oldum” diye anlatıyor: “O zamanlar ‘oyuncu’ da denmezdi; artist! Haftada dört gün film izlemeye giderdik. Ben 5 yaşından itibaren ‘Ne olacaksın?’ sorularına ‘Artist’ diye cevap verirdim. Bütün temel eğitimimi, insan sevgisini anneannemden aldım. Ben 12 yaşındayken vefat etti. Bu arada annemle, babam boşanmıştı. Beni babam büyüttü.” Meriçliler anneannesini özleyerek zor bir gençlik geçiriyor.
Yaş 3... İzmir, Alsancak
İLK DENEMEMLE BAŞROLÜ KAPTIM
Gidişat lisede değişiyor. Öğretmenleri önce sesini sonra da yeteneğini keşfediyor. Meriçliler anlatıyor: “Bana bir şiir okuttular ve ortalık karıştı! Bir anda okulun bütün şiirlerini ben okumaya başladım. Sonra ‘Tiyatro Kolu’ diye bir şey keşfettim. Prova yapan ekibe gidip ‘Bana da bir şans veremez misiniz?’ diye sordum. Hevesim kırılmasın diye kabul ettiler. Doğaçlama bir baba-oğul rolü yaptım. 15 dakika sonra başta bana yüz vermeyen tüm ekip ‘Kim bu?’ diye beni izlemeye başlamıştı. Hayatımda ilk defa oyunculuk yaparak başrolü aldım. Sonradan İzmir Devlet Tiyatrosu’na müdür olan Metin Oyman’la çalışmaya başladım. Bana, ‘Sen doğuştan bir tiyatro sanatçısısın, tipin sesin, algın. Tanrı seni bunun için yaratmış. Gideceğin tek bir yer var’ dedi.” Hocasının tavsiyesini dinledi. Üniversite sınavında tek tercih yaptı; Dokuz Eylül Üniversitesi Tiyatro ve Sinema Bölümü. Meriçliler, “Lisede başarılı bir öğrenci değildim. Derslerde, sıra altında arkadaşlarımla çıplak ayak satranç oynamayı tercih ederdim” diye gülerek devam ediyor: “Sınava girdim. Çıkışta babama ‘Bence kazandım’ dedim. Sonuçlar geldi; kaybetmişim. Aradan dört gün geçti. Hürriyet gazetesinde ‘800 kişide hata yapıldı’ haberi gördüm. İşte kazanmıştım! Hürriyet gazetesini ilk alışım o zamandı.”
Babasıyla... Lise üçüncü sınıfta...
HOCAM BANA BUBİ TUZAĞI KURDU
Meriçliler, kendini ait hissettiği yerdeydi… Birinci sınıfta çektiği, anneannesinin hayatını anlatan kısa filmi ‘Madam Madama’, Orhan Murat Arıburnu Film Festivali’nde birincilik ödülü aldı. Ödülü Atıf Yılmaz’ın elinden aldı: “Birincilik kazandığım haberini ailemle televizyonda öğlen kuşağı ana haber bülteninde görünce, ‘İşte, hayattayım’’ dedim. Bir şey yapma duygusu bana çok iyi geldi…” Okulunu o kadar çok sevdi ki… Dört yılı acele etmeden altı yılda tamamladı. Onu yakalamak zordu. Kâh derslerde, kâh film çekimlerinde, kâh heykel atölyesinde… 1994’te mezun oldu. Aklında İstanbul’a gidip yönetmek olmak vardı. Ancak tiyatro onu bırakmayacaktı… Meriçliler anlatıyor: “Hocam Prof. Özdemir Utku benim tiyatrocu olmamı çok istediğinden Trabzon’da yaptığı bir oyuna davet etti. Bana ‘Bir yıl dene en azından’ dedi. Bu bir bubi tuzağıydı! Onu kırmamak için yevmiyeli sanatçı olarak Trabzon Devlet Tiyatrosu’na gittim. Sahneye bir kere çıkınca bubi tuzağı işe yaradı. Tiyatrocu kalmaya karar verdim.”
Sene 2019 Annesi Leyla Güney ile...
OKUL TAKSİTLERİ İÇİN DİZİYE GİRDİM
Dört yıl Trabzon’da kalan Meriçliler burada müstakbel eşi Ayla Baki ile tanıştı. Bir türlü kadro açılmayınca ani bir kararla yeni kurulan İzmit Şehir Tiyatroları’na geçti. Ancak bir sorun vardı; şehre bir türlü ısınamıyordu. Şöyle devam ediyor: “Şehir bana ‘Git’ diyordu. Sonunda kadromun çıkmasına bir hafta kala ayrıldım. O arada Devlet Tiyatroları (DT) sınav açtı. Trabzon’a döndüm. Ayla ile evlendim. Oğlumuz Doğaç dünyaya geldi. 2004’te beni DT Genel Müdürü Lemi Bilgin aradı ve acil bir rol için İstanbul’a çağırdı. Eşimle ayrılma aşamasındaydık. Teklifi kabul ederek İstanbul’a geldim. Bu olay hayat akışımı değiştirdi. Yönetmen Müge Gürman ile çok iyi anlaştık ve birlikte harika oyunlar çıkardık. Bu arada Ayla ile oğlum da İstanbul’a gelmişti. Oğlum özel okuldaydı ve taksitleri ödemek mümkün değildi. Onun için dört bölümlük bir diziye girdim. Tiyatroda da çok yoğun olduğumdan hep arkadan dolaştım, hiç görünmedim. Ta ki Yalan Dünya’ya kadar…”
Oğlu Doğaç... Bu yıl Yeditepe Üniversitesi Oyunculuk Bölümü’nü bitirdi ve baba mesleğine adım attı.
‘ÇAĞATAY’ İLE HAMASİ OYUNCULARI ELEŞTİRDİK
Onu Türkiye’ye tanıtan Yalan Dünya dizisindeki ‘Çağatay Koçtuğ’ karakteri oldu… Bu rol nasıl gelmiş? Anlatıyor: “Dostum Murat Daltaban’la kafede otururken tesadüfen Gülse Birsel’i gördüm. Enerjisi çok hoşuma gitti. Menajerime bir projesi olup olmadığını sordurdum. Yeni dizisi varmış ama sadece tek bir rol için oyuncu arıyorlarmış. Ertesi gün öğlen kafede yine Gülse’yi gördüm. Kendimi gösterdim. Bir saat sonra deneme çekimine davet geldi. Görüşmeye, ‘Çağatay’ kılığında gittim. Gülse beni görünce şaşkınlıktan gözleri büyüdü! Ben de karakteri çok sevdim. Devlet Tiyatroları’nda gördüğüm ve asla tasvip etmediğim hamasi oyuncuların eleştirisini getirdiğim bir iş oldu. Garip bir şekilde de o karakter çok sevildi. Dizi 90 bölüm sürdü. Beni Türkiye’ye tanıtan insan Gülse Birsel’dir, ona vefa borcumu asla ödeyemem.”
Sene 2016 İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda ‘Hamlet Makinesi’ oyunu
DÜNYA DİJİTALE DÖNDÜ
Söyleşimiz boyunca hayranları Hakan Meriçliler’in yanına gelip ‘Çağatay’ karakterini andılar… Dizi biteli sekiz sene olmasına rağmen ‘Çağatay’ karakterinin üzerinde kalmasından rahatsızlık duyuyor mu? Şöyle yanıtlıyor: “Başta üzerime yapışmasından rahatsızlık duydum. Tiyatroda dramatik rollere devam ediyordum ama ‘Çağatay’ın baskınlığını geçmek kolay değildi. Bir de dizinin sürekli tekrarları yayınlanıyordu. 10 yaşında çocuklar bile bu sayede beni tanıyordu. Sonra düşündüm ki; bu ülkede insanlar gülmeye çok hasret ve böyle işler artık yapılmıyor. O kadrolar toplanamaz. Dünya dijitale döndü. Yalan Dünya televizyonda türünün son örneğiydi. Ben de televizyon dönemin bence son ünlüsüyüm.” Peki yeni oyuncuları nasıl buluyor? Cevabı: “Bu yeni dönemde kalıcılık çok zor. Gelen güzel kızlara, yakışıklı oğlanlara sahip çıkma hızı unutma hızıyla aynı… Bir şeyi anlatabilmek için bir şeyler de yaşamış olmanız gerekiyor.”
OYUNLARA MOTO KURYEYLE YETİŞİRDİM
“Devlet Tiyatroları’nın en çok oyun oynayan oyuncularından biriyim. Geçen sezonu ‘Hırçın Kız’ın 100’üncü oyunuyla kapattık. Dizinin en yoğun zamanlarına bile tiyatrodan kopmadım. Öyle ki Gülse (Birsel) turnelere yetişeyim diye setten moto kuryeyle havaalanlarına yetiştirirdi! Şu an kadına yönelik siddetle ilgili ‘Mezarlık’ dizisinde oynuyorum… Önümüzdeki projem Tanju Okan’la ilgili. Ölümünün 25’inci yılında anmak isteyişimle başlayan süreç pandemiyle ertelendi fakat bir senaryo ve film çalışmasına dönüştü… 27 Ağustos’ta, doğum gününde, onu sekiz şarkıyla Gümüşlük’teki Jazz Cafe’de anacağız. Şarkıları ben söylüyorum.”
Sene 1992 Üniversite, okul satranç şampiyonu
ATATÜRK’LE DANS EDEN ANNEANNE
Meriçliler’in çocukluğu anneannesinin anılarını dinleyerek geçmiş… Aralarından biri çok özel. Anlatıyor: “1926 yılında İzmir’de Atatürk’ün evinde bir dans daveti veriliyor. Atatürk, Türk kadınının dans öğrenmesini istiyor. O davete anneannem de gidiyor, çünkü o sırada çalışmak için İzmir’de ve ‘davete evdeki yabancı çalışanlar da dahildir’ diye emir geliyor. Birkaç yıl önce Atatürk İzmir’de Yunan ordusunu yenmiş. Bu millete mensup anneannem bir akşam Atatürk’le karşı karşıya gelecektir! Atatürk yaverini yolluyor, anneannemle dans başlıyor. Anneannem Mustafa Kemal’i görünce heyecandan titriyor ve dans sırasında başını kaldıramıyor. Atatürk, “Eleni neden korkuyorsun?
Anneanne Eleni Yorgalos, Mustafa Kemal Atatürk’le dans ettiği yıl...
Bu bir savaş değil dans. Dansta dans edilir, hadi Eleni, dans et” diyor. Anneannem, Atatürk’ü “Enerjiden yerinde duramayan, çok güzel renkli gözleri vardı” diye anlatırdı. İnsana çok iyi hissettiren bir enerjisi varmış. “
HAYATA KARŞI İŞTAHLIYIM
“Neşeli bir insanımdır. Yaşamı çok seviyorum. Hücrelerim şarkı söylüyor. Yemek yemeyi çok seviyorum. Hayata karşı da iştahlıyım. Yol arkadaşlığı önemli.”
Paylaş