Paylaş
1) Sene 1950’ler… İstanbul’un Fatih ilçesinde, iki katlı, sobayla ısınan, kâgir bir evdeyiz… Taş plaklı gramofondan müzik sesi yükseliyor; “Lüküs hayat, lüküs hayat. Bak keyfine yan gel de yat. Ne ömür şey, oh ne rahat. Yoktur eşin lüküs hayat” Ev ahalisi bir yandan günlük işleri yaparken bir yandan Cemal Reşit Rey’in 1933’te bestelediği operetin en meşhur şarkısını mırıldanıyor… Hayatlarının ‘lüküs’lükle pek ilgisi yok; orta halli bir aileler. Baba İbrahim Bey terzi. Anne Kübra Hanım ev hanımı. İki çocukları var, Gülnar ve Zihni… Küçük kardeşin çocukluğu bu melodiyi dinleye dinleye geçiyor… Tiyatroya meraklı babası onu genç yaşlardan itibaren bu tutkuya ortak ediyor. 17 yaşında Muammer Karaca’nın sahneye koyduğu oyunu bizzat izlerken hayal ediyor; “Ah keşke ben de bu müzikalde oynayabilsem…” Dileği, bundan 22 sene sonra ‘nasip’ oluyor. Hem de öyle bir nasip ki; müzikalin tam 28 sene değişmez oyuncusu oluyor! Tiyatromuzun usta oyuncusu Zihni Göktay ile beraberiz…
Fotoğraf: Levent KULU/Zihni Göktay ile eski albümleri karıştırdık.
KIRIM’DAN ROMANYA’YA ORADAN İSTANBUL’A
Göktay, “Efendim, biyolojik olarak 2 Aralık 1945’te, İstanbul’da Hoca Üveyiz Mahallesi, Kınalızade Sokak’ta, 29 numaralı evin zemin katında dünyaya gelmişim” diye başlıyor anlatmaya: “İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği yokluk yılları… Kömür karneyle veriliyor. Aile kış hakkı yarım ton kömürü almış. Ben doğunca yarım ton daha hakkımız oluyor. Bunu alabilmek için muhtar beni nüfusa 1 Ocak 1946 doğumlu diye kaydediyor. Ailem Kırım kökenli. 1883’teki Kırım Harbi’nden sonra Ruslardan kaçıp Romanya’ya yerleşiyorlar. Babam Paris’in meşhur terzilik akademisinin Bükreş şubesinde eğitim görüyor. Çok iyi bir terzi. Annemle evleniyorlar. Ablam orada dünyaya geliyor. Ancak 1939’da Hitler denen adam Polonya’ya doğru yürümeye başlayınca ‘Bize burada da rahat yok! İyisi mi anavatana gidelim’ diyorlar ve Köstence Limanı’ndan kalkan Transilvanya vapuruyla İstanbul’a geliyorlar. Önce bütün Kırım Türkleri’nin merkezi Şehremini’ye, sonradan Fatih’e yerleşiyorlar. Diğer akrabalar Eskişehir’e gidiyor ama babam mesleğini daha iyi icra edebileceği gerekçesiyle İstanbul’da kalıyor.”
Sene 1949-Zihni, 4.5 yaşında/Sene 1965-İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Tiyatrosu’nda
TİYATROYU SEÇMEM METAFİZİK BİR OLAYDI
Baba İbrahim Bey’in mesleği dışında en büyük merakı tiyatro… Göktay, “Ben hayatımda hiç maça gitmedim. Babam beni yedi yaşımdan itibaren tiyatrolara götürmeye başladı” diye devam ediyor: “Hem Şehir Tiyatroları’nın hem tuluat sanatçılarımızdan İsmail Dümbüllü, Kel Hasan Efendi ve Naşit Bey’in oyunlarını hiç kaçırmazdı. Ben de ilkokulda çocuk müsamerelerinde oynamaya başladım. Ortaokuldan itibaren de Pertevniyal Lisesi’nde tiyatro kolundaydım. 14-15 yaşında tiyatrocu olmaya karar vermiştim. Bu yüzden matematik, fen derslerinden sürekli sınıfta kalırdım. Yapamadığımdan değil, sadece sevmiyordum.” Peki tiyatronun nesini seviyordu? Beni, “Zeynepçiğim, ‘hüda-i nabit dediğimiz Allah vergisi olan bir yetenek varsa eğer o sizi devamlı iteliyor… İnsanı, insana insanla anlatan, birebir hayatın aynası olan bu mesleği seçmem metafizik bir olaydı!” diye gülerek yanıtlıyor.
2) ONA DEĞEN ÜÇ SİHİRLİ EL
İlk tiyatro tecrübesi sekizinci sınıfta oluyor. Onu başka piyesler takip ediyor ama kendi deyimiyle, “Okul sahnesi onu doyurmuyor.” Ailesini üzmüyor; mezun oluyor. Sonra da soluğu Eminönü Halkevi’ndeki tiyatro kursunda alıyor. Bir gün babasının atölyesinde İsmail Dümbüllü ile karşılaşıyor: “Dümbüllü’nün pişekârı Tevfik İnce Amca şişman göbekli bir zattı. Geniş pantolonlarını babama diktirirdi. Babam, ‘Bizim mahdum da (oğlan) tiyatroyla iştigal ediyor’ deyince İsmail Amca, ‘Cenab-ı Hak bu meslekte gördüğüm umurları sana da nasip etsin’ diye sırtımı sıvazladı. Bana el verdi... O el de çok uğurlu geldi.” Bir zaman sonra transfer olduğu İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’na gelen Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt’un dikkatini çekiyor. Oyun sonunda ona “Sen olmuşsun! Gülriz Sururi yeni oyuna başlıyor. Seni bizim gönderdiğimizi söyle, yarın seçmelere katıl” diyorlar.
Sene 1985-Lüküs Hayat’ta Suna Pekuysal ile...
3) SURURİ’YE NİYET ANKARA’YA KISMET
19 yaşındaki genç oyuncu ayakları yerden kesilerek profesyonel olmak üzere Gülriz Sururi ile buluşmaya giderken bir başka rastlantı kaderini değiştiriyor. Zihni Bey’den dinleyelim: “Yolun kenarında tiyatrodan tanıdığım iki ağabeyim Erdinç Üstün ve Selçuk Uluergüven’le karşılaştım. Bana ‘Meydan Sahnesi’ isimli Ankara’nın ilk özel tiyatrosunun kurulduğunu, orada da oyuncuya ihtiyaç olduğunu söylediler. Haldun Taner’in ‘Eşeğin Gölgesi Oyunu’ sergilenecekmiş. Aylık maaş 500 lira. Birden kafamda bir şimşek çaktı… Aile içinde tiyatrocu olmak istemem hoş karşılanmıyordu. Hacı dedem bir gün babamın atölyesinde ‘Duydum ki saçma sapan işlerle uğraşıyormuş. Şu herife pantolon dikmeyi öğretin de aç kalmasın’ demişti. Bana değil, âşık olduğum mesleğe hakaret edilmesi çok gücüme gitmişti. O günden sonra tiyatrodan para kazanabilmeyi kendime hedef edinmiştim. Düşündüm taşındım. Sonunda bu teklife ‘Peki’ dedim. Söz bir, Allah bir, hadi bakalım!”
4) BAŞROL OYUNCUSUNU İNZİBATLAR GÖTÜRÜNCE
Yola çıkmadan evine uğradı… Annesi ağlarken babası ona şu nasihatte bulundu: “İşini, eşini, aşını iyi seçeceksin. İyi bir sanatçı olacağına, başa güreşeceğine inanıyorsan yolun açık olsun. Ama beşinci sınıf bir aktör olacaksan bu yaşta ağırına gitmez, ileride zor olur.” Göktay sözünü verdi, cebinde 80 lirayla, otobüsle 16 saatte başkente vasıl oldu. Sene 1964… Devamını şöyle anlatıyor: “Operanın karşısında Erciş Palas diye dördüncü sınıf bir otele yerleştim. Prömiyere iki gün kala inzibatlar gelip başrolü oynayan Teoman abiyi ‘asker kaçağı’ diye götürmezler mi! Patron Çetin Köroğlu birden bana baktı ve ‘Zihni, Erdinçle Selçuk senin çok çabuk ezber yaptığını söylediler. (Gülerek ekliyor; ‘TK146 Grundig Teyp’ gibiydim, bana ‘Hafız Zihni’ derlerdi…) Al bu metni, rol senin!’ dedi. Bu arada para yetişmemiş diye beni otelime almıyorlar. Ankara’nın ayazında, elimde ezberlenecek rolle dışarıda kaldım. Bütün gece garda peron ışıkları altında çalıştım. Ertesi sabah tiyatro müdürü bana avans verdi. Rahat ettim.”
5) ZOBU’DAN OSMANLI’YI, MUHSİN BEY’DEN BATI’YI ÖĞRENDİM
Ve böylece Zihni Göktay ‘Şaban’ rolüyle profesyonelliğe ilk adımı attı. Prömiyerde onu izleyenler arasında İsmet İnönü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Haldun Taner, Hıncal Uluç gibi isimler vardı. Göktay, “Galiba iyi oynamıştım ki büyüklerim gelip alnımdan öptüler... Türk tiyatro ailesine kavuştum” diyor. Burada 10 yıl çalıştı. 1973’te öğrenci olaylarının artması ve televizyonun icadıyla ‘tele-misafirlik’ akımı yaygınlaşmasıyla tiyatro iflas edince İstanbul’a döndü. Göktay, “Kaldık mı Dral Dede’nin düdüğü gibi ortada” diye devam ediyor: “Bir süre Lütfü Kopan ve Özdemir Baturalp ile ‘modern komiklik’ yaptık. Sonra Şehir Tiyatroları’na müracaat ettim. Vasfi Rıza Zobu’nun döneminde, 1973’te yevmiyeli olarak başladım. Muhsin Ertuğrul ile 1974’te kadrolu oldum. O gün bugündür İBB Şehir Tiyatroları’ndayım; 49 yıl! Zobu’dan Osmanlı, Muhsin Bey’den de Batı tiyatrosunu öğrendim.”
Sene 2014-Cibali Karakolu’nda Başkomiser Cafer Sabbah...
TİYATRO HAYATIN AYNASI
“Tiyatro Dionysos Şenlikleri’nden beri dünyanın en eski mesleğidir. Lens çıktı ama gözlük modasını kaybetmedi. Tiyatronun modası da asla geçmez; insanı insana insanla anlatan, hayatın gerçek bir aynası, montajsız, illüzyonsuz bir sanattır. Türk tiyatrosunun başöğretmeni Muhsin Ertuğrul bize, ‘Her şehrimizde bir tiyatro perdesi açıldığında kemiklerim sızlamayacak’ demişti. Bu hayali geçen 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Mustafa Kurt’un girişimiyle başardık.”
Sene 2012-Cennet ‘Mahallesi’ dizisinde Melek Baykal ile...
SİNEMA REJİ VE MONTAJ SANATIDIR
Zihni Göktay’ı Tosun Paşa, Meraklı Köfteci, Atla Gel Şaban gibi kült sinema filmlerinden de tanıyoruz. Onu sinemayla ilk defa Kemal Sunal tanıştırmış: “Yeşilçam Kemal’i bir kaptı, bir daha da bırakmadı! Zengin surat vardı, onu çok iyi değerlendirdi. Çok akıllı, çok yetenekliydi Allah rahmet eylesin. İlk sinema filmim Tosun Paşa oldu. Sonra devamı geldi ama sinema rejisör ve montaj sanatıdır. Ben sinemayla bir türlü sarmaş dolaş olamadım.”
LÜKÜS HAYAT’IN DEĞİŞMEZ OYUNCUSU
Göktay, Şehir Tiyatroları’nda 1984-1985 senesinde sahneye konan ‘Lüküs Hayat’ müzikalinde tam 28 sene aynı rolü oynamış! Zihni Bey, “Sanat hayatım boyunca en sevdiğim oyun Lüküs Hayat oldu” diye anlatıyor: “Haldun Dormen yönetmişti ve bir külttü. Cemal Reşit Rey’le de bizzat tanışmıştım. Lüküs Hayat bizim evde sık sık söylenirdi. Kulağımda dolgunluğu vardı. İlk defa 1962 yılında Muammer Karaca Tiytrosu’nda seyretmiş ve ‘Acaba bir gün buradaki Rıza rolünü oynamak bana nasip olur mu…’ diye çok yürekten istemiştim. Sanat yönetmeni Gencay Gürün’e, ‘İleride emrihak vaki olursa mezarımdan duman tüter’ diye rolü almıştım. Haldun Dormen, ‘Şekerim hiç değişmeden aynı rolü oynayan dünyada tek insan sen olabilirsin’ demişti. Rahmetli Orhan Kural beni Guinness Rekorlar Kitabı’na aday göstermeye niyet etmişti. Sonra Cibali Karakolu’nu da ilk 11 yaşımda izlemiştim. Onda Komiser Caffer Sabbah’ı oynamak da nasip oldu. Cibali Karakolu altı sene, Hisse-i Şayia beş sene; şimdi de Şehir Tiyatroları’nda Aleksander Galli’nin ‘Moskova Gidiş Dönüş’ oyunundayım.”
Sene 1978
KOMŞU KIZIYLA AŞK
“Eşim Sevinç, komşumun kızıydı. Memurdu. 1978’de evlendik. 46 yıl evli kaldık. Geçen sene kaybettim… Aşkta üç şey önemlidir: Sevgi saygı, sadakat. Evlilikte de üç şey önemlidir; sabır, sabır, ya sabır…”
Paylaş