Paylaş
Türkiye’nin en üretken isimlerinden Prof. Nurhan Atasoy’un Osmanlı tarihi üzerine engin bilgisiyle 35’in üzerinde kitapta imzası var. Bu yıl 90. yaşını kutluyor! Söze, “90 sene nasıl geçti bilmiyorum. 90 yaşında olduğuma inanmak zor geliyor. Çok, fevkalade hızlı geçti” diye başlıyor: “En sinirlendiğim şey, daha çok vaktim varmış gibi planlar yaptım. Halbuki vaktim yokmuş. Hop diye 90 yaşıma geldim. Şimdi eskisi gibi kuvvetim yok. Her şey zor geliyor.” Böyle diyor ama bu aralar neler üzerine çalıştığını sorunca projeler sıralanıyor; Kütahya geleneksel giyimi, Topkapı Sarayı pabuç ve çizme koleksiyonu, Avrupa’da Türk odaları, Türk kadının sanatı oya… Defterine not aldığı tonlarca yeni fikir de cabası. Atasoy, “Bir şeye çalışırken ‘Bu da ne güzel konu olur’ diye yeni fikirler de içimi gıcıklıyor” diyor. Eski albümleri karıştırmaya başlamadan, önden uyarıyor: ‘Tarih sormayı yasaklıyorum sana, hangi sene diye sorma.”
LİYAKATLİ SADRAZAM PAŞANIN TORUNU
Kendi hikâyesi, tek teyit ettiği tarih bu olmak üzere, 1934 yılında Tokat’ın Reşadiye ilçesinde başlıyor. Atasoy anlatıyor: “İki kız, iki erkek olmak üzere dört kardeşiz. Orta halli bir aile. Babam eczacı, annem ev kadını. Ailede hepimize yön veren önemli kişi büyükbabam Ali Rıza Atasoy. O da tıp profesörü. Büyükannem okula bile gitmemiş ama o da tahsil ve terbiyeye çok meraklıydı. Onun için biz ne kadar okusak o kadar çok destek verirdi.” Atasoy’un büyükannesinin, dedesinin hikâyesi de ilginç. Kendisi Birinci Mahmut’un Sadrazamı Hasan Paşa imiş. Atasoy, “Enteresan bir özelliği var Hasan Paşa’nın; sadrazamların yüzde 90 hayata veda edişi idamla oluyor. Bu, görevden ayrıldıktan sonra eceliyle ölüyor” diye anlatıyor: “Bildiğim kadarıyla Reşadiye’den İstanbul’a gelip Yeniçeri Ocağı’na girmiş. Ondan sonra kademe kademe yükselmiş ve sadrazam seçilmiş. Liyakatle! Fevkalade zeki bir adam olduğu anlaşılıyor. Görevden ayrıldıktan sonra Diyarbakır Valiliği yapıyor. Mezarı orada.”
Zeynep Bilgehan - Prof. Nurhan Atasoy
SOKAKTA ‘HÖRRİYET HÖRRİYET’ SESLERİ
Büyükbaba Ali Rıza Atasoy’un da hayatı fırtınalı geçiyor. Evlendikten kısa süre sonra Şam Türk Tıbbiyesi’ne hoca olarak tayin ediliyor. Üç oğlu orada doğuyor. İmparatorluğun son günlerinde Beyrut’tan kalkan son vapurla İstanbul’a ulaşabiliyorlar. İşgal İstanbul’unda zor günler geçiriyorlar. Cumhuriyet kurulduktan sonra kendini hayır işlerine adıyor. Velhasıl, Nurhan Hanım dört, beş yaşlarındayken aile Tokat’tan İstanbul’a taşınıyor. Hep beraber büyükbabanın Sultanahmet’te yaptırdığı apartmanda yaşamaya başlıyorlar. Bu muhitten en renkli hatırası şu: “Bizim sokağın ucu tevkifhaneye, yani cezaevine giderdi. Bizim sokakla kesiştiği yer kadınlar koğuşuydu. Arada bir ‘Hörriyet! Hörriyet!’ diye bağırıp, ayaklanırlardı. Karşıdaki bakkala siparişler verirlerdi. Herhalde gardiyanlar getirip götürüyordu. Naylon çorap sipariş ettiklerini hatırlarım. O çok ilgimi çekerdi.”
SENE 1971 - Kraliçe Elizabeth’in İstanbul ziyareti
NE OLUR BUGÜN KEMAN ÇALIŞMA
Çocukluğu renkli bir ortamda geçmiş: “Büyükbabam bitkilere meraklı olduğundan bahçede çok vakit geçirirdik. Altında Bizans sarayı kalıntılarının olduğu bahçemizde oynardık. Evde herkes müzik aleti çalardı. Ben de kemana başlamıştım ama sonra evde genel istek üzerine bıraktım; yalvarırlardı bana ‘Ne olur bugün çalışma’ diye. Hiç okula gitmemiş büyükannem dahil herkes Cumhuriyet gazetesi okurdu. Büyükbabamın gayesi hep toplumu kalkındırmaktı. Bizi de ona alıştırdı. Sokakta yürürken taş görürsek o taşı muhakkak kaldırıp kenara koymayı, topluma hizmet etmeyi öğretti. Sokağa ağaçlar diktirmişti Sultanahmet’te. O ağaçları kovayla su doldurup sulamak vazifesini bize verirdi. O devir ülkeyi kalkındırma çabası çok vardı. Çok da tutumlu yaşamaya alışmışızdır.”
SENE 2004 - 70. yaş doğum günü
HER ŞEYİ YAPMAKTAN DERSE VAKİT KALMAZDI
Sultanahmet İlkokulu’nu bitiren Atasoy daha sonra Atatürk Kız Lisesi’ne devam ediyor. Tahsil ve terbiyeye önem veren ailede herkes çalışkan. Bir kişi hariç! Atasoy gülerek anlatıyor: “Tam tersi ben çok tembeldim. İlgilerim çok dağınıktı. Mesela Türk desenlerine merak sarmıştım. İş işlerim, örgü örerim, her şeyi yapıyorum ders çalışmaya vakit olmuyor. İlgim de yok. İlgi duymam için sevmem lazım. Sınıfta hocanın taklidini yapmak mı, onları kandırıp dersi kaynatmak mı, okulda çay yapmak, çay yapacağımız salonu fenerlerle süslemek, sonra onlara mum koyup yangın çıkarmak… Okuldaki törenlerin tertibini müdürle ben yapardım. İki ilgim vardı; çocukları seviyorum pedagoji yapabilirim veya ablamın önerisi; ‘Türk desenleri yapıyorsun, defter tutuyorsun. Yeni açılan sanat tarihi bölümüne gir.’ Sonunda kimseye danışmadan kararımı verdim. Doğru İstanbul Üniversitesi’ ne gidip Edebiyat Fakültesi’nin bürosunda Sanat Tarihi Bölümü’ne kaydımı yaptırdım.”
Büyükbaba Ali Rıza Atasoy ve ailesi
SANATI SEVDİM TARİHİ SEVMEDİM
Sanat tarihinin sanat kısmını seviyor, tarihin ezber bölümleri kendi deyimiyle ‘ıstırap’ oluyor: “Alman hocam Prof. Erdmann, Selçuklu kervansaraylarını çalışıyordu. Onunla Anadolu gezilerine katılırdım. Çok maskaralık yapardım ama çok da şey öğrendim. Selçuklu mimarisi beni fevkalade etkiledi. Asistanken herkesin çalışmadığı konuları çalışayım istedim. Uzmanlık alanım minyatür oldu; Üçüncü Murat Surnamesi’ni çalıştım. Sonra Matrakçı Nasuh’un İstanbul Haritası minyatüründe İbrahim Paşa Sarayı’nı buldum. İbrahim Paşa Sarayı restorasyona girdiğinde mimar arkadaşa ‘Avluya bakan duvar muhtes, yani sonradan yapılmış. Bunu aç içinden kırmızı direkler göreceksin’ dedim. Hakikaten açtı ve minyatürlerdeki kırmızı sütunlar çıktı.’
MİNYATÜRDEKİ SIRLAR
Atasoy, “Minyatür görsel belgedir. Bu artık sanat tarihinde böyle kabul edilir” diyor. Minyatürlerden gördüğümüz eski İstanbul nasılmış? Anlatıyor: “Eşyalarda çok benzerlik var. Mesela ayna. Sokak oyunları var; yılanları bir fıçıya dolduruyorlar. Adam içine giriyor. O fıçıyı yuvarlıyorlar ve adam tek bir yılan ısırığı olmadan çıkıyor. Batıl inanç var; aslanla domuzu güreş ettiriyorlar ve o sırada düşmanı temsil eden domuz yenilirse iyi ama aslan yenilirse çok fena üzülüyorlar gelecek savaşta…”
İKİ DERS
HOCAYA ‘ÖPERİM’ DENMEZ
1- Gençlerin hocalarına ‘Öperim hocam’ demesi çok sinirime dokunuyor, çünkü büyüğe sadece hürmetlerini söyleyebilirler. Arkadaş gibi muamele yapmayın.
2- Çok merak edeceksiniz. İşiniz kafanızı hep meşgul edecek, hiç durmadan bunu konuşacaksınız.
YAHU İSTANBUL ÇOK GÜZEL
Osmanlı sanatını yürüyerek en iyi görebileceğimiz İstanbul muhitleri nerelerdir? Tarifi: “Üsküdar’ı çok severim. Karşıdan Topkapı Sarayı gözükür. Sokak aralarında çok güzel ahşap evler var. Boğaz’da Beylerbeyi’nin arka sokaklarında çok güzel Osmanlı tarzında evler var. Adalara git; sokak aralarında gez, orada 19. yüzyılda Avrupa etkisiyle gelmiş geç Osmanlı’ya has süslemeler var evlerde; kabartmalar o kadar güzel ki... Yahu İstanbul çok güzel! Ortaköy, Zeyrek ve Cerrahpaşa’nın da arka sokakları...”
SENE 1938 - Yaş 4.5
TARİHİ DİZİLERİ SEYREDEMİYORUM
Ekranda saraylarda, dergâhlarda geçen diziler çok… Hoca bunlara kırık not veriyor: “Arada bakıyorum ne yapmışlar diye ama kıyafetleri pek beğenmiyorum. Televizyon seyrederken çok ıstırap çekiyorum ve birçok tarihi şeyi seyredemiyorum, sinirleniyorum. Çok cahilane bazı şeyler konuşuluyor.”
ARKADAŞIM KRAL OLDU
“Kraliçe Elizabeth’le karşılaşmam unutulmaz. Ona İstanbul’u gezdirdim. Başta çok soğuk, kontrollüydü ama ben onu patlattım! Ayasofya’da, Bizans İmparatoriçesi Zoe kendinin ve kocasının portresini yaptırıyor. Fakat sonra kocaları değiştikçe isimler silinip yenisi ekleniyor. Ben ‘Çok çapkınmış’ diye anlatınca Kraliçe, ‘Philippe gel bak’ diye kocasını çağırdı, gülmekten bayıldılar. Prens Charles ile de sohbetim var. Arkadaşım kral oldu! İstanbul ziyaretindeki yemekte yan yana oturmuştuk. Anadolu mimarisiyle ilgilenmişti.”
SENE 1946-47
HERKES BENİ NİNESİNE BENZETİYOR
“Neden popüler oldum bilmiyorum. Sanırım herkes beni ya anneannesine ya babaannesine benzetiyor ondan (gülüyor).”
Paylaş