Paylaş
1- Evinin kapısından girer girmez bir ‘diva ışığı’yla karşılaşıyorsunuz… Duvarlarda annesinin yaptığı rengarenk resimlerin asılı ol-duğu salonun ortasında kendi de bir tablo gibi duruyor. Zeliha Berksoy için bu yıldız ışığı bir aile geleneği; Cumhuriyet döneminin sanat simgelerinden opera sanatçısı Semiha Berksoy ile piyanist Ercüment Siyavuşoğlu’nun kızı olarak dünyaya geliyor. Hayatı bir tiyatro oyunu olsa… İlk perdenin adı ‘Semiha Berksoy’un kızı Zeliha’, ikincisininkiyse ‘Tiyatronun Brechtyen divası Zeliha Berksoy’ olurdu! Öyleyse perde açılsın… Sene 1946. Üsküdar’da yeni açılan Zeynep Kamil Doğum Hastanesi’nin kapıları bir hışımla açılıyor. İçeri meşhur opera sanatçısı Semiha Berksoy giriyor. Karnı burnunda, doğurmak üzere… Doktoru, bu meşhur anne adayının heyecanını yatıştırmak üzere “Aman Semiha Hanım sakin olun, siz en iyisi bir arya seslendirin” diyor. Berksoy, Tosca söyleyerek kızını dünyaya getiriyor.
Fotoğraf: Murat ŞAKA
İSİM BABASI NÂZIM HİKMET
Bebeğin ilk günleri Semiha Hanım ile Ercüment Siyavuşoğlu’nun Kadıköy’deki bahçeli evlerinde geçiyor. Komşuları Nâzım Hikmet’in annesi Ce-lile Hanım. Hapisteki oğluna bir mektupla dostları Semiha Berksoy’un doğum yaptığı haberini bildiriyor. Nâzım, cevaben çok mutlu olduğunu söyleyip, “Umarım bundan sonra Semiha kendini daha az beğenir” diyor. Bir de isim önerisi yolluyor: Türk köylüsünün adı; ‘Zeliha.’ Aileler, “Acaba Züleyha mı demek istedi?” diye sorunca ikinci mektup geliyor: “Hayır, Zeliha’dır.” Ve Zeliha’nın hikâyesi başlıyor. Burada kendi hikâyesine ara verip içine doğduğu aileyi anlatıyor: “Babamın ailesi 13 göbek geride Çavuşpaşa ahvadından geliyorlar. Benim de soyadım Siyavuşoğlu’ydu fakat Devlet Tiyatrosu’na geçince annem, babama ‘Avrupa’da adettir; tanınmışlık soyadı sanatta önemlidir’ deyince soyadım olarak Berksoy’u kabul etti.”
Zeliha Berksoy - Zeynep Bilgehan
SANATKÂR BİR AİLE
Anne tarafına gelince… Semiha Berksoy’un hikâyesini bir de kızından dinleyelim: “Annemin babası Ordinaryus Profesör Kemal Cenap Berksoy. Meşhur fizyoloji âlimi. Annesi Saime Hanım da çok sanatkâr bir kadın fakat 26 yaşında İspanyol gribinden haya-tını kaybediyor. Annem İstanbul Kız Lisesi’ni bitiriyor. Yaptığı resimleri Akademi’de Namık İsmail’e gösterince hemen ‘Kızlar Sınıfı’na alınıyor. Dârülbedâyi’nin açtığı Tiyatro Okulu’nun sınavını kazanıyor. Cemal Reşit Rey’in şan öğrencisi oluyor. 1934’te Atatürk’ün isteğiyle Ankara’da ilk opera sahneye konuyor; Özsoy. Atatürk onu Avrupa’ya gönderiyor. 1936’da girdiği Berlin Yüksek Müzik Akademisi’ni üç yılda bitirip Türkiye’ye dönüyor. O sırada konservatuvar henüz kurulmuş. Başlarında Carl Ebert var. An-nem opera sanatçısı olarak ona yardıma geliyor. 1941 senesinde Ankara Halkevi Sahnesi’nde Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası eşliğinde Tosca’nın ikinci perdesi sahneleniyor. Orada başrol oynuyor.”
SENE 1941 - İlk ‘Tosca’; İsmet İnönü, Semiha Berksoy, Carl Ebert, Cüneyt Gökçer, Mahir Canova, Ragıp Haykır, Ahmet Adnan Saygun
BENİ BİR GECE OPERADA UNUTTULAR
“Beni yedi yaşındayken bir gece operada unuttular! Karlı bir Ankara akşamında annem oyun oynuyor. Sonrasında da hep beraber eğlenmeye Süreyya’ya gidiyorlar. Gecenin bir saatinde eve dönerken annem ‘Zeliha nerede, Zeliha yok!’ diyor. Operayı arıyorlar, sonunda kantinde uyurken bulunuyorum.”
Zeliha Berksoy, ‘Yeni Bir Nesil’ başlığıyla dönemin meşhur Akis Dergisi’ne manşet oluyor: “Zeliha Berksoy, geçen yıl “Çatıdaki Çatlak”ta oynadığı Fatma Kadın rolü ile sanat kritiklerinin özel ilgisini çekti. ‘Kaktüs Çiçeği’nin Antonia’sı, Ayten Gökçer gibi bir sanatçının yanında oynadığı halde bu olumlu etkiyi tamamladı ve kendisine büyük umutlar bağlanmasını sağladı. Zeliha Berksoy’un şimdi en büyük isteği, Avrupa’da tiyatro sanatını incelemek, reji öğrenimi yapmak ve mesleğinde sağlam bir dünya görüşüne sahip olmak. Fatma Kadın ve Antonia gibi çok farklı rolleri aynı başarıyla oynayan genç kız, parlak görünen bir yolun eşiğine ilk adımını atmış bulunmaktadır.”
SENE 1967
2- OPERA KULİSİNDE GEÇEN ÇOCUKLUK
Semiha Berksoy, ilk kızını doğurduktan üç yıl sonra bir başka çocuğu daha oluyor: Devlet Tiyatroları. Zeliha Hanım, çocukluğunun hem sanat dolu bir evde hem de operanın kulisinde, sahnesinde, sanatçıların kucağında geçtiğini söylüyor. Ancak kolay bir çocukluk olmamış bu: “Annem operaya bir elinde ben, bir elinde notalar gidermiş. Evdeyse bir ‘primadonna’ ile yaşamak dalgalı bir okyanusta küçük bir kayıkta olmak gibiydi. Operadaki bütün sıkıntılar eve gelirdi. Annem yaşadığı iniş çıkışları bize de yansıtırdı. Arkadaşlarımın evine gittiğimde hayatlarının ‘normal’liği beni şaşırtırdı (gülüyor)! Onlarınki evde olan ve yemek yapan anneler, bizdeki çalışan ve biraz da asabi bir anne…”
3- BÜYÜSEM DE TİYATROCU OLSAM DİYE GÜN SAYARDIM
İşte bu sebeple operacı değil tiyatrocu olmaya karar verdiğini anlatıyor: “Bütün o hezeyanlara tanıklık ettikten sonra operayı istemedim. Hep tiyatroyla ilgileniyordum. Yıldız Kenter’e hayrandım. Bir an önce büyüyüp tiyatrocu olmak için gün sayıyordum.” Ortaokuldan sonra dileği gerçekleşiyor; konservatuarda tiyatronun ‘altın çağı’nın hocaları Cüneyt Gökçer ve Mahir Canova gibi isimler hocası oluyor. Devlet Tiyatroları’na giriyor. Annesiyse kızının da operacı olmasını istiyor. Yüksek eğitimi için Almanya’ya gidiyorlar. Devamını Zeliha Hanım’dan dinleyelim: “Annemle sürekli çatışıyorduk. Beni Berlin Operası’ndan emekli çok meşhur bir sopranoya götürdü. Ben piyanoya biraz eşlik ettikten sonra hanım, anneme ‘Kızınız operacı olmak istemiyor’ dedi. Annem bana, ‘Sen şimdi opera sanatçısı olmayacak mısın? Son kararın mı?’ dedi. Ben onaylayınca bu mevzuyu kapattı.”
SENE 1979 - Genco Erkal ile Brecht Kabaresi’nde...
HAYATTA CİDDİ OLUN
Gençlere: “Hayatta ciddi olun. Hedefleri net belirleyebilmek için çok okumak, araştırmak ve her şeyi merak etmek lazım. Ne istediğinizi bileceksiniz, gündelik şeylere takılmayacaksınız. İşinize âşık olarak ülkeye yararlı olmak için çalışın. Ben de annem de yurtdışında eğitim görsek de sonra ülkemize döndük.”
CUMHURİYET’İN 100. YILINDA…
Haftaya 100. yılını kutlayacağımız Cumhuriyet’in ilk dönem kültür-sanat atılımlarına birinci elden tanıklık etmiş biri olarak Berksoy diyor ki: “Atatürk, İnönü ve o dönemin kadrosu Cumhuriyet’le yeni bir toplumu doğuruyorlar. İlanından itibaren büyütmeye ana karnından başlıyorlar. İlk 10 yılda başka toplumların 50 yılda yapabildiğini hedefliyorlar. Eğitimle, sanatla toplumu kültürel olarak besliyorlar. 1950’lerden sonra tüm dünyada ‘Amerikanlaşma’ söz konusu oldu; her şey aleladeleşti ve ruhunu kaybetti.”
SENE 1934 - Semiha Berksoy, Dârülbedâyi’de ‘Lüküs Hayat’...
‘HAYIR ZELİHA KIZIM DEĞİL’
Peki Semiha Berksoy’un kızı Zeliha, ne zaman tiyatro sanatçısı Zeliha Berksoy olarak meşhur oldu? Yanıtı: “Döner dönmez. Annem sanatsal kişiliğe çok dikkat ederdi. Bir gün Halit Kıvanç’ın televizyon programına gittik. Halit Bey, ‘Semiha Hanım siz Zeliha’yı dünyaya getirdiniz, kızınız Zeliha...’ derken annem araya girdi: ‘Kim? Hayır Zeliha, benim kızım değil’ dedi. Halit Bey şaşırınca annem, ‘Zeliha Berksoy bir tiyatro sanatçısı ve Brecht şarkıcısıdır. Ben de Semiha Berksoy opera sanatçısı ve ressamım. Biz iki ayrı şahsiyetiz’ dedi. Evde hep bu düşünce hâkimdi. Annem derdi ki; ‘Oyuncu sahnede tek başınadır. Kimsenin desteği, torpili geçmez.’ 1970’te ‘Asiye Nasıl Kurtulur?’da iki ay annemle oynadık. Rolünü muhteşem oynuyordu fakat kafa kafaya gidiyorduk. Babam, onu sinirli görünce ‘Sen Zeliha’yı kıskanıyorsun galiba’ diye takılırdı.”
SENE 1965 - Anne Semiha Berksoy ile...
Berksoy, 1971-1975 yılları arasında eski Bakırköy Ruh Hastalıkları Hastanesi Başhekimi ve siyasetçi Yıldırım Aktuna’yla evliydi. Bir oğulları var. Sanatçı-hekim evliliğini öneriyor mu? Yanıtı: “Hekimler sanatçı sever çünkü hastanedeki zorluklardan sonra sanatçıyla olmak onları rahatlatıyor. Ben de hekim sevdim, bana bakar diye düşündüm (gülüyor.)”
52 YIL SONRA AYNI SAHNEDE
Bir Tosca aryasıyla dünyaya gelen Berksoy, annesinin başrolü oynadığı 1941’deki tarihi oyundan 80 yıl sonra, geçen yıl Ankara’da Tosca Operası’nı sahneye koydu. Bu proje için, ayrıldıktan 52 yıl sonra Devlet Tiyatroları binasına dönmüş: “52 yıl önce kapı önündeki merdivenler belirsiz bir hayata çıkıyordu; ‘Bir daha geri gelmeyeceğim’ diye ayrılmıştım. 52 yıl sonra Tosca’yı sahneye koymak için yine aynı merdivenlere geri dönünce binanın içinde çocukluğumun geçtiği yerleri gezdim, o dönemki insanları hatırladım, oradalarmış gibi onlarla konuştum; hüzünlendim.”
SANATÇIMIZI MOTİVE ETMELİYİZ
O dönemden bugüne neler değişmiş? Diyor ki: “Operada ve tiyatrolarda harikulade sesler var. Dünya metropollerinde sahneye çıkıyorlar ama sonra dağınık bir yere dönüyorlar. Eskiden her şey daha özenliydi. Sanatçılarımızın daha iyi maddi koşullara, yatırım ve motivasyona ihtiyaçları var. Kendi hallerine bırakılmışlar. Onları mutlu etmek lazım.” Peki sanata neden yatırım yapılmalıdır? Şöyle cevaplıyor: “Sanat, ruhun yükselmesidir. İzleyici salondan çıkınca hayatı ve çevresini sorgulayabilmeli, başka yerden bakabilmelidir. Sanat aynı zamanda zekânın yükselmesi, aklın aydınlanmasıdır. Opera, tiyatro, plastik sanatlar, şiir, felsefe insanı dönüştürüyor.”
SENE 2002 - Marlen Dietrich’in hayatı ‘Marlene’ oyunundan...
4- BERLİN’İN DOĞUSUNDA VE BATISINDA ÖĞRENDİKLERİM
Berksoy, 1968-1971 yıllarını o dönem iki tane olan iki farklı Berlin’de geçiriyor; Batı ve Doğu. Bu dönemden izlenimleri şöyle: “İki apayrı dünyaydı. İki ekolü de yaşadım. Savaş sonrası sanatın artık mayalandığı, zirveye çıktığı dönemdi. Batı’da bu daha çok hissedilirdi; Amerikalı sanatçılar gelir giderdi. Doğu’daysa Brecht ekolünü öğrendim. Tiyatroda ‘yabancılaştırma’ yani karakteri eleştirerek oynama metodu bizde deneniyordu ama henüz uygulanmıyordu. Ben bunu yuvasında öğrendim. Onunla beraber diyalektik ekole geçtim; dramatik duygusal tiyatrodan nedenselliğin ön planda olduğu tartışmacı, politik tiyatro. Bu, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlamış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra anti faşist oyunlarla zirveye çıkmış bir ekoldü.”
SENE 1962 - Konservatuvar yılları...
5- 1970’LER İZLEYİCİSİ POLİTİKTİ
Türkiye’ye döndüğünde o artık bir ‘Brechtyen, politik tiyatro oyuncusu’ydu. Bu yeni, protest ekole uygun olarak çıktığı ilk oyun Vasıf Öngören’in ‘Asiye Nasıl Kurtulur’u çok ilgi gördü. Berksoy, “Makas değiştirince Devlet Tiyatroları’ndan ayrıldım” diye devam ediyor: “1970’li-80’li yıllardaki izleyici zaten politikti. Benim yaptığım usulde çalışan Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu vardı. 1971’de İstanbul’a taşındım. Tek kişilik oyunlarım, projelerim dışında hep Dostlar Tiyatrosu’yla çalıştım. Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nu kurdum. Brecht şarkıları söyledim, konserler verdim, müzikallerde oynadım. 1974’te bugün Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlanan konservatuvara hoca oldum. Henüz kurulmuştu ve İlhan Usmanbaş, ‘Opera Bölümü’ne sahne hocasına ihtiyacımız var’ diye beni çağırdı. Başta ‘Ben tiyatrocuyum’ diye alındım ama ona ‘Hayır’ denemezdi. 28 yaşındaydım. Bu görev 2013’e kadar devam etti.”
SENE 2016 - Anneler Günü’nde Oğlu Aktuna ile...
Paylaş