Paylaş
Besteci ve piyanist Anjelika Akbar ile sıcak bir yaz gününde İstanbul’un biraz dışındaki evinin bahçesinde buluşuyoruz. Kendisi de tıpkı müziği gibi… O konuşurken sakinleştirici bir melodiyi dinliyor gibi hissediyorsunuz. Akbar, 32 yıldır Türkiye’de yaşıyor. Ancak hikayesinin başı Sovyetler Birliği’nde... Gülerek, “Bunca yıldır Türkiye’deyim. Benim için halen en zoru ‘Nerelisin?’ sorusunun cevabı oluyor!” diye başlıyor: “Annem Rusya’da, babam Ukrayna’da dünyaya gelmiş. Kökenimizi söyleyemiyoruz çünkü herkesin doğum yeri kendi ailelerinin görevi sebebiyle oluyor. O dönem her yer Sovyetler Birliği, biz de Sovyetleriz! Bizde herkes hemşehridir! Ben de anne ve babamın işi sebebiyle Kazakistan’ın kültürel başkenti Karaganda’da doğmuşum. Babam Stanislav Timchenko orkestra şefi ve felsefe profesörüydü. Aynı zamanda uzay bilimleri ve araştırmaları konusunda gazeteci-yazardı. Annem Galina Rosenbaum Timchenko koro şefi, piyanist ve binlerce çocuğa müzik eğitimi veren bir öğretmen. Ancak evlilikleri uzun sürmedi. Ben iki yaşındayken ayrıldılar.”
NOTALARI İKİ YAŞINDA ÖĞRENDİM
Akbar’ın çocukluğu enstrümanlarla dolu bir evde ninni niyetine koro provaları dinleyerek geçiyor. Evin daimi konukları sanatçılar ve bilim insanları oluyor. Bu ortama daha dünyaya geldiği hemen ilk birkaç ayda uyum sağlıyor; ilk bestelerini karyolasının yanındaki akustik piyanoda oyuncaklarından aldığı ilhamla yapıyor! Akbar, “Piyanonun ne tarafından nasıl sesler çıkacağını öğrenmiştim; sol tarafta kalın, ortada daha ince…” diye anlatıyor: “İki yaşında annem bana notaları öğretti. Kitaplarda gördüğüm şeyleri piyanoda canlandırıyordum. Dört yaşıma geldiğimde okuma-yazmayı söktüm. Koro dinlemek de çocuğun bilinci için algılaması kolay bir şeydi. İnsan sesi dinlemek zaten çok faydalı; her müzik enstrümanı insan sesine benzemeye çalışır ve asıl ana müzik aleti bizim kendi sesimizdir, bizizdir… İki yaşında bana hediye edilen pikapta hem klasik müzik eserlerini hem de bestecilerin hayat hikayelerini dinlemeyi severdim. Aklımda kalanlar; Bach, Beethoven, Prokofyev, Çaykovski… Tabii sık sık konserlere de gidiyorduk…”
Anne ve babasıyla...
KAR SESİ, YAPRAK SESİ, DOĞA SESİ….
Akbar’ın ‘ses’lere olan ilgisi sadece müzikle kısıtlı değilmiş… Biraz arkadaşlarıyla da oynasın diye onu ısrarla dışarı yollayan annesini hayal kırıklığına uğratarak bu sefer doğayı dinlemeye koyulurmuş: “Kar yağıyorsa tek başıma saatlerce karı izlerdim. Buz pateni yapardım. Patenin buzda çıkardığı sesi severdim. Baharda karların eriyip yazın yaprakların fışkırması… Her ses bir müzikti ve ben bu akışı izlemeyi çok seviyordum.” Bir diğer ‘tuhaf’lığı da piyanodan çıkan her sesi rengiyle görmesiymiş… Ailesinin “Ne rengi? Piyanonun tuşu ya siyah ya beyaz” diye anlamlandıramadığı bu hareketinin ‘sinestezi’ denen, bir duyunun uyarımının otomatik olarak başka bir duyu algısını tetikleme özelliği olduğunu Anjelika Hanım yıllar sonra öğrenmiş…
Anjelika Akbar, Zeynep Bilgehan’la zaman yolculuğuna çıktı.
MUTLAK KULAK BİR ÇOCUK
Dört yaşına geldiğinde ailesinin danıştığı profesörlerse Akbar’daki ‘mutlak kulak’ı hemen tespit etmiş. Bu ne demek? Anjelika Hanım, “Referans olmadan duyduğunuz seslerin hangi notadan geldiğini anlamak” diye açıklıyor: “Bir senfoniyi dinlediğimde hangi enstrümanın hangi notaları çaldığını anlayabiliyorum. Bu sayede beste yapabilmek için önümde bir piyanoya ihtiyaç duymuyorum.” Akbar’ın Moskova’daki üstün yetenekli çocuklar okuluna alınmasını öneriyorlar. Ancak annesi tek kızından ayrılmayı reddediyor. Onun yerine eve özel bir hoca geliyor; Vera Hoca… Akbar, “Veronika Lepovetskaya bir Çarlık prensesi gibiydi” diye anlatıyor: “75 yaşındaydı ama beş yaşındaki öğrencisine ‘Siz’ diye hitap ederdi. İlk konserimi beş yaşında verdim. İzlemeye 500 kişi geldi.”
Yuvada şiir okurken
OYSA TEK İSTEĞİM HİMALAYALARDI
Annesinin ikinci evliliğiyle Özbekistan macerası başladı. Akbar, başkent Taşkent’te üstün yetenekli öğrencilere eğitim veren okula gitti. Bu dönemi şöyle anlatıyor: “SSCB’de disiplin olmayan yer yoktu ama bu disiplini size zorlayarak değil içselleştirmenizi sağlayarak verirlerdi. Bu sayede yaratıcı tarafımızı bastırmadan yeteneklerimizi yönetmeyi öğrendik. 11 yıllık eğitimden sonra Moskova Konservatuvarı’na sınavsız kabul edildim ama annem yine beni bırakmadı! Beş sene Taşkent Konservatuvarı’nda eğitim gördüm. Piyano ve bestecilik bölümlerinden mezun oldum.” Peki ya sonrası için aklında ne vardı? Anjelika Hanım, “Himalayalar!” diye yanıtlıyor gülerek: “Daha yedi yaşında insan ruhuna hitap edecek şeyler yapmak istediğime karar vermiştim. Piyano çaldığımda birinin gözünden yaş geliyorsa, kalbimi koyduğum eser karşıdakinin ruhuna hitap ediyorsa, tamam hedefim budur!”
İSTANBUL’A İLK GÖRÜŞTE AŞIK OLMUŞTUM
Bu hedefi biraz daha bekleyecekti… Akbar, mezuniyetinin ardından, okuldayken evlendiği eşiyle birlikte UNESCO üyesi oldu ve pek çok ülkede çekim gerektiren bir film projesi üzerine çalışmaya başladılar. Hindistan ve Yunanistan’dan sonraki durakları Türkiye’ydi. Akbar, İstanbul’a ilk defa 1990 yılında geldi ve ilk görüşte aşık oldu! Şöyle anlatıyor: “İlk eşimin teyzesinin Cihangir’de evi vardı. Oradan sokakları, insanları izlerdim. SSCB’de herkes az çok eşit şartlarda yaşardı. İstanbul’daki farklılıklar beni şaşırttı. SSCB’de en iyi mallar hep pazarlarda satılır. Daha düşük fiyatlılar dükkanlardadır. Burada bir baktım herkes pazardan alışveriş yapıyor. Gece 12’de TRT’nin kapanışında İstiklal Marşı’nın melodisini duyunca büyülendim. Bu arada filmin işleri uzadı. Ben o sırada hamileydim. Doğum İstanbul’da oldu.”
SSCB ÇÖKTÜĞÜ İÇİN DEĞİL, KENDİM İSTEDİĞİM İÇİN TÜRKİYE’DE KALDIM
Bu arada bir başka büyük değişiklik daha oldu; SSCB dağıldı. Anjelika Akbar, eşi ve bebeğiyle bir anda olmayan bir ülkenin vatandaşı olarak Türkiye’de kalmış: “Annem ‘Bir süre buraya gelmeyin’ dedi. Türkiye’yi o kadar çok sevmiştim ki zaten dönmek istemiyordum! Zorluklara göğüs germek pahasına Türkiye’de kalmayı tercih ettim. Yanımızda getirdiğimiz parayla idare ettik. Sonra Antalya’ya taşındık. Zor günlerdi. Özel dersler vererek geçimimizi sağlamaya çalıştım. Bu sırada Hikmet Şimşek ve Rengim Gökmen’le tanışmıştım. Onlar Ankara’ya gelmemi çok istiyordu. Ankara’daki Hacettepe Konservatuvarı’nda doktoraya başladım. Aynı anda Ankara Üniversitesi bünyesindeki konservatuvarın kurucusu oldum.”
6 yaşında evde piyano çalışırken
MÜZİK İKRAMI
Ankara’da geçirdiği üç senenin ardından Akbar yeniden İstanbul’a taşındı. Profesyonel müzik hayatına tam zamanlı geri dönüş yaptı. Antalya ve Ankara’da dört duvar arasında kaldığı dönemde yaptığı bestelerden oluşan ilk albümü ‘Su’ 1999 yılında yayınlandı. O günden bugüne Akbar 500’den fazla beste yaptı, 15 albüm ve dört kitap yayınladı. O Türkiye’yi çok sevmişti. Dinleyici de onu çok sevdi… Bu karşılıklı ilişkinin sırrı neydi acaba? Anjelika Hanım şöyle yanıtlıyor: “Hep samimi oldum. Bazen konserlerime yalın ayak çıkıyorum çünkü evde öyle çalışıyorum. Konserlerde dinleyicilere ‘Kendinizi evinizde gibi hissedin. Şu anda çay ikram edemem ama müzik ikram ederim’ diyorum.”
1 yaşında...
AŞK HER ZAMAN OLMAZ O YÜZDEN KIYMETLİDİR
Peki bu kadar romantik besteler yapan Anjelika Akbar’ın hayatında aşk nerede? Aşkın acısını bestelemek mi daha zor yoksa coşkusunu mu? Şöyle yanıtlıyor: “Aşk her açıdan hayatımın merkezinde… Bu dünyada çok kategoride aşk yaşanıyor. Ben de bir aşk insanıyım. İki kere evlendim, iki kere de ayrıldım ama hep aşkla evlendim. Her zaman aşk oluşur mu? Oluşmaz. O yüzden de kıymetlidir… Dünyada yeteri kadar acı olduğundan ben aşk bestelerim de dahil her eserimi sonu ışıklı ve mutlu olacak şekilde bitiriyorum.”
Çocukları Timur Tarman ve Yürek Akbar ile
SIRF MODA DİYE KÖTÜ MÜZİĞİ ÇEKMEK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ
Çocukluğundan beri hayatın seslerini dinlemiş biri olarak Akbar şehirde sürekli gürültüye maruz kalanlara şunu öneriyor: “Ses bir frekanstır ve bütün atomların içinde vardır. Evren sürekli bize sesleniyor. Soracağınız soru şu; ‘Bu ses bana iyi geliyor mu, gelmiyor mu?’ Milyonlarca kişinin dinlediği şey size kötü gelebilir. Sırf moda diye siz o deforme edilmiş ahenksiz duyguları içinize çekmek zorunda değilsiniz.” Anjelika Hanım’ın huzurlu bir duygu durum için müzik tavsiyeleri neler? Yanıtı: “Bach, Mozart, Çaykovksi, Rahmaninof… Geleneksel Hint müziğini, ilahileri ve Karadeniz müziklerini de çok seviyorum; saf halinde halkın kalbinden çıktıkları için...”
8 yaşında, SSCB’de okul formasıyla
KENDİNİZE YAŞINIZI SÖYLEMEYİN!
“Hayatım boyunca neşeli biri oldum. Bence insanın normal hali mutluluk. Onun dışındakiler birer deformasyon. Ailemizde bir özellik vardır; yaşımızı kimseye söylemeyiz. Kendimiz de bilmeyiz. Vücudumuza bazı şeyleri söylememiz gerekiyor. Yoksa vücut alışmış olduğu stereotiplere göre kendine komut vermeye başlıyor ve sistem ters işliyor.”
LAHANA SALATASI İÇİN VIVALDI’DEN 4 MEVSİM
Anjelika Akbar mükemmel Türkçesini nasıl öğrendiğini şöyle anlatıyor: “İlk geldiğimde hiç Türkçe bilmiyordum. İki sene sustum. Dinledikçe kendi kendime öğrendim. Bu arada oğluma okuduğum çocuk kitaplarından faydalandım. Mesela bir tavşan resmi altında ‘TAV-ŞAN’ yazınca ben de öyle okuyordum. Sonra dört Türkçe kitap yazdım. En yeni kitabım “Kafe Anjelika: Ne müziksiz ne yemeksiz”, ilerleyen günlerde İyi Olmak Mümkün Vakfı (İOM) tarafından yayınlanacak. Aile mutfağımızdan yemek tariflerini yanında dinlenecek müzik önerileriyle sunuyoruz… Mesela ‘Ailemizin lahana salatası için; Vivaldi Four Seasons For Solo Piano/Winter II. Largo’
Paylaş