Paylaş
Sene 1960’lar… Anadolu’da küçük bir ilçede, içi kitaplar, ilaçlar, dokular, tetkik alet edevatlarıyla dolu küçük bir sağlık ocağındayız… Genç bir hekim, dönemin salgın hastalıkları ve verem salgınıyla mücadele ederken yanında altı yaşlarında bir asistan da ona yardım ediyordu. Henüz okula bile gitmiyordu ama mikroskopla test sonuçları okumayı öğrenmişti! Daha o günden kafasına koymuştu; doktor olacaktı! Bu küçük çırak, bugün dünyanın en saygın üniversitelerinden birinde kendi laboratuvarını yönetiyor. Buluşlarıyla hepimizi gururlandırıyor; Harvard Üniversitesi öğretim üyesi ve Sabri Ülker Metabolik Araştırma Merkezi’nin direktörü Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil…
Sene 1960'lar, Baba Hulki Hotamışlıgil
İDEALİST BİR AİLE…
Hotamışlıgil, hekim bir baba ile öğretmen bir annenin üçüncü çocuğu olarak 1962 yılında dünyaya geliyor. Baba Hulki Hotamışlıgil Konyalı. Gökhan Hoca, “Cumhuriyet’ten ilham almış bir insandı. Ailenin yükseköğretime giden ilk üyesi” diye anlatıyor. İstanbul’da Tıp Fakültesi’ne kaydoluyor. Bu sırada Güner Hanım’la evleniyorlar. Bir yandan okurken bir yandan iki çocuk yetiştiriyorlar. Sonra görev seferleri başlıyor; Gökhan Hotamışlıgil, Rize’nin Pazar ilçesinde doğuyor. İlkokulu, çeşitli yerlerde geçiriyor; Pazar, Vakfıkebir, Turgutlu, Gediz… Nerede oldukları onun için çok fark etmiyor çünkü bütün merakı babasının muayenehanesine… İdealist babasının çabasını, yöre halkına nasıl şefkatle yaklaştığını ve onlar üzerindeki etkisini izliyor.
Sene 1966
YATILI OKUL YILLARI
Gediz Kurtuluş İlkokulu’nda öğretmeni Tevfik Sezer, ailesini, onu henüz yeni kurulmuş Anadolu lisesi sınavlarına sokmaya ikna ediyor. Sonuç; başarı! Ancak 11 yaşında evinden ayrılıp Ankara’da yatılı okula gitmesi gerekiyor… Gökhan Hoca, anlatıyor: “İlk gün yatakhaneye gidip ağlamıştım, ta ki bir arkadaşımızın babası, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Şahap Anadolu beni teselli edene kadar.. Anadolu Lisesi’nde çok sıkı bir eğitim sistemi vardı.
Sene 1960'lar
Bu okulda ülkenin her yerinden çok parlak öğrenciler okuyordu. Herkeste şimdiki tanımla biraz ‘hiperaktivite’ de vardı. O zamanlar ‘haylazlık’ denirdi! Voleybol, atletizm ve masa tenisi takımlarındaydım, bağlama çalardım.” Derslerine de çalışıyor ve 1980 senesinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne giriyor.
Sene 1965, Annesi Güner Hanım, ağabeyi ve ablasıyla...
FAKÜLTEDE EVLİLİK
İlk iki sene sadece anatomi dersini seviyor. Sonra: “Eşim Selen’le (Ciliv) tanıştım. Tıp fakültesinin en önemli sonucu o oldu. İkinci sınıfta evlendik. Üçüncü sınıfta hastalarla karşılaşınca öğrenme için muazzam coşku ve sorumluluk hissi geldi… Hastaların, sadece insan olarak gencecik bir doktorun gözlerine ümitle bakmalarından ve bu ilişkiyi içselleştirebilmekten çok etkilendim. Benim tıp eğitimi ile ilgili en önemli bulduğum konu budur.”
BİNGÖL’DEN ANKARA’YA ANKARA’DAN AMERİKA’YA
Üniversiteden sonra amacı ekibine hayranlık duyduğu çocuk kliniğinde ihtisas yapmaktı. Ancak mecburi hizmet zorunluluğu başladı. Hotamışlıgil için istikamet Bingöl’dü… Beş ay sonra eşine ve ihtisasına kavuştu ama iki sene sonra yine yollar göründü! Eşi Doktor Selen Ciliv Hotamışlıgil Amerika’da bir burs programına kabul olmuştu.
Sene 1986
GENETİK KUMAŞIMA UYMADI
Gökhan Hoca, “Ben de klinikten bir süre ayrılmak için izin istedim. Alelacele yazdık ve kabul geldi” diye anlatıyor. Kendi deyimiyle, ‘tesadüfen’ kabul olduğu yer, dünyanın en saygın okullarından Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’ydi! Program nöroloji üzerineydi ama; “Klinikte nörolojiye olan ilgim koptu. Sonra araştırma gruplarıyla, insan genetiği ile tanıştım. Bu iş de kumaşıma uymadı. O zaman müthiş bir bilim kadını Profesör Xandra Breakefield bana ‘Senin bilimde kalman gerek’ dedi. Eşimle doktoraya devam etme kararı aldık. O da embroyoloji üzerine uzmanlaştı; tüp bebek uygulamaları ve yumurtaların dondurulmasında ilk çalışmaları yaparak önemli katkılarda bulundu. Ben klinikte çalıştım ama kalbim nöroloji ve bu tarz genetik çalışmalardan uzaklaşmıştı.”
Sene 1970'ler Lise masa tenisi takımı
DENEYİN SONUCU: YENİ BİR HEYECAN!
Kendine uygun alan ararken, o dönem hiç de popüler olmayan ‘yağ hücreleri’ üzerine bir konuşma dinledi. Takip ettiği nadir hastaları da düşündü. Acaba insan yağ hücrelerini ölümsüz yapacak bir deneysel araç yapılabilir miydi? Laboratuvarda bu hastalardan toplanmış örnekler ile deneylere koyuldu. Kötü haber; deney başarısızdı. İyi haberse yeni bir heyecan vardı! Gökhan Hoca anlatıyor:
Sene 1970'ler Kurtuluş İlkokulu
YAĞ DOKUSUNUN MARİFETLERİ…
“Hayatına harcıalem bir hücre görünümünde başlayan yağ hücrelerinin muazzam dönüşüm mekanizmasından büyülendim. O dönem vücuda ve hastalığa katkısı, çalışma mekanizmaları, işlevsel önemi hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Bütün ömrümü bunu çalışarak geçirebilirim diye düşündüm.”
Nitekim, öyle de oldu… Anlatırken gözleri parlıyor: “Yağ dokusunun en önemli metabolik kontrol merkezlerinden biri olduğu, tüm sistemleri kontrol eden, haberleşen bir organ olduğu ortaya çıktı. 1993’te yağ dokusu ve immün sistem arasındaki ilişkiyi, yağ dokusunun bazı immün aracı molekülleri üretebildiğini gördük. Laboratuvarda yaptığımız ilk genetik modellerle metabolizmanın immün sistem bağlantısını ispatlamayı ve diyabet gelişiminde çok önemli rol oynadığını gösterebildik. Bugün artık immünometabolizma bir saha haline dönüştü; COVID’den kalp hastalıklarına...”
Sene 1986, Tıp Fakültesi mezuniyeti
SONUÇLARLA İLGİLİ SABIRLI OLMALIYIZ
Laboratuvardan çıkan sonuçlar, dışarıdaki insanların hayatına ne kadar zamanda etki ediyor? Yanıtı: “Bilimsel ilerlemeyle uygulamaya dönüş arasında önemli zaman aralıkları olabiliyor. Ne bulmaya çalıştığımızı biliyoruz ama hayal gücümüzle biyolojinin karmaşası arasında büyük bir uçurum var. Biyoloji sürprizlerle dolu! Önemle hatırlamamız gereken uygulamaya dönmeyecek bilimsel bir gelişmenin olmadığı. Zamanı gelip yeterli olgunluğa ulaştığında dönüşüm olabiliyor. Sabırlı olmamız gerekiyor. Bilim insanlarının da basın kuruluşlarının da gelişmeleri doğru aktarmasında fayda var. Çarpıcı mesajlardan uzak durmamız gerekiyor.” Prof. Hotamışlıgil, biz sabırla beklerken bilim insanlarının da sürdürülebilir ortamlarda, uzun vadeli çalışması gerektiğini vurguluyor… Bu bağlamda genetik ve metabolik hastalıkların oluşmasını önlemek adına kurulan Harvard Üniversitesi Sabri Ülker Harvard Metabolik Araştırmalar Merkezi’ndeki çalışmalarını şöyle anlatıyor: “Bilimsel gelişmelerin olması, genç bilim neslinin üretici dönemlerine etkin şekilde girebilmeleri için sürdürülebilir sistemler önemli. Bir, iki değil 10-20 sene sonrasını düşünüyoruz. İkinci misyonumuz da eğitim yapmak; yeni nesil metabolizmaya dayalı işlevleri inceleyen gençleri üretmek, var olan genç Türk arkadaşlarımızı desteklemek…”
Sene 2004, TÜBİTAK Ödülü sırasında Melahat Öğretmen ile...
VÜCUTLA ARAMIZDAKİ PAZARLIK…
Gökhan Hoca, ‘metabolizma’ alanında pek çok yenilik olduğunu da aktarıyor: “Hangi sağlık koşulundan söz ederseniz edin metabolizmanın yapacağı önemli katkı var. Kanser hücresinin büyümesi için en önemli şeylerden biri enerji idaresi. Kronik hastalıkların pek çoğunun altında yine metabolik sistem var. Metabolizmanın iç ve dış düzenleyicileri arasında denge olmalı. Dışarıdan gelen materyal, ki bunun bir kısmı diyet, diğeri mikroorganizmalar, çevre etkenler, vücudumuza giriyor ve vücudumuz buna bir cevap veriyor. Bu ‘pazarlık’ başarılı olursa sağlıklı yaşıyorsunuz. Yoksa sistem arıza verip hastalığa yol açıyor. Sabri Ülker Merkezi’nde yapmaya çalıştığımız şeylerden biri de bu konuyu daha yakından takip etmek, beslenme ögeleri ile ilişkisini moleküler düzeyde aydınlığa kavuşturmak ve insanlığa faydası dokunacak bir katkı sunmak.”
Eşi Dr. Selen Ciliv Hotamışlıgil ve çocuklarıyla...
AŞK, HEYECAN, KORKU… HEPSİ BİYOKİMYASAL
Gökhan Hoca mikroskoptan başını kaldırdığında hayata nasıl bakar? Şöyle yanıtlıyor: “Bütün işlevlere, bilimsel veriye dayalı bakmaya çalışıyorum. Heyecanlanıyorsanız, aşık oluyorsanız, korkuyorsanız, hepsinin altında biyokimyasal yollar, mekanizmalar var! Bilimden uzaklaşma, kutuplaşma beni çok rahatsız ediyor. Bilim ve sanatın insanlığa muazzam katkıda bulunan, birleştiren, hem ruha hem bedene şifa veren bir gücü var. Ben de kendi yaşamımda bilim ve sanatın yol gösterici olmasına çabalıyorum.”
ÜÇ TAVSİYE
1- Yapamadığınız şeylere kayıp olarak bakmayın. Sıralama saplantılarının, harici kıyaslamaların hayattaki geri dönüşleriyle ilgili önemli ve sabit gösterge yok. Sabırlı olup devam etmek lazım.
2- Kendinizi düzgün insanlarla çevreleyin. Doğru rol model olacak kişileri seçin. Ama bu ilişkilerde mutlaka sizin de katkınız olsun. Yani ‘hep bana’ zihniyeti ile profesyonel veya kişisel dayanışma olamaz.
3- Nobel ödüllü William Kaelin’in bir örneği çok hoşuma gidiyor; saman çöplerinden saray yapmak yerine tuğladan mütevazı ama sağlam bir ev inşa etmek daha önemli. Samandan oluşan saraylar ‘puf’ deyince uçup gidiyor. Temel sağlam olursa sonraki aksaklıkları düzeltebilir, ileri götürebilirsiniz; bu süreçte derin düşünmeyi unutmadan...
Paylaş