Paylaş
Beni, bir gazeteciye yakışır şekilde onlarca albümle karşılıyor. Yolculuğa aile kökenlerinden başlıyoruz. Büyüka, 1800’lerde Kafkasya’dan Düzce’ye göç etmiş bir ailenin dördüncü ve en küçük çocuğu olarak 1947 yılında Sivas’ta dünyaya geliyor. Neden Sivas? Çünkü baba Ömer Büyüka yüksek orman mühendisi ve memuriyet icabı memleketin her yanını dolaşıyorlar. Şansal Bey, “Hani ‘Edirne’den Van’a her yeri gezdim’ derler ya, bu bizim ailede gerçekleşmiş” diye gülüyor. Ortaokul son sınıfa kadar fidanlıklardan elma topladığı, sert geçen kışlarda okula atlı kızakla gittikleri, kendi deyimiyle ‘Doktor Jivago filmi gibi bir çocukluk’ geçiriyor.
Gazeteciliğe 1973’te Milliyet’te muhabir olarak başlıyor. 1990’lardan itibaren televizyonlarda spor yayıncılığının hem temelini atıyor hem de bugünlere getiriyor. Neredeyse 50 yıllık bir macera!
TEMBEL AMA KÜLTÜRLÜ BİR ÖĞRENCİ
Bir sonraki tayin yeri anne memleketi Sakarya oluyor. Küçük Şansal Büyüka, uzun süre buraya alışamıyor. Bazı günler özlem gidermek için Sakarya’dan Sivas’a giden otobüsleri takip ediyor. Sakarya Lisesi’nde tembel ama kültürlü bir öğrenci... Büyüka, “Her sene üç, beş dersten ikmale kalır, eylüldeki imtihanlarında geçerdim. Roman severdim” diye devam ediyor: “Hikâyeler yazardım. Türk dili ve edebiyatına düşkündüm. O niyetle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girdim ama Farsçalar, Arapçalar, gramerler benim gibi tembel bir talebeyi hiç açmadı. Yarım dönem İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne gittim. Orası da beni kesmedi. Sonra Gazetecilik Yüksekokulu’nu bitirdim. Üçüncü denemede aradığımı buldum!”
SENE 1966: “Amcamın 70’li yıllara damga vuran Kızıltoprak sahil lokantası önünde küçük amcam ile birlikte.”
ÖNCE LOKANTADA, SİNEMADA ÇALIŞTIM
Üniversitede zaman sadece derslerle geçirmemiş... Büyüka: “Amcamın Kadıköy’de işletmeleri vardı; sinema, lokanta. Her işi yaptım; gişede bilet kestim, film çuvallarını sırtıma yükleyip iki günde bir Beyoğlu’nda film değiştiriyorduk. Lokantada kasaya bakardım.”
Okulu bitirdiğinde, hayalindeki iş olan gazeteciliğin kapıları da bu ‘yan iş’ sayesinde açılmış:
“O dönem gazeteler imparatorluk gibi. Milliyet’in efsane spor müdürü rahmetli Namık Sevik, amcamın lokantasına çok gelip giderdi. Gazeteye amcamın torpiliyle başlayabildim! Sene 1973’tü.”
VAPURDA KİM HABERİMİ OKUYOR DİYE GEZERDİM
Spora merakı elbette vardı. Lisede voleybol takımındaydı. Atletizm ve futbol izlemeyi seviyordu. Koyu Sakaryaspor taraftarıydı. Milliyet ve Tercüman’da Kahraman Bapçum, Gündüz Kılıç gibi isimleri okumayı seviyordu. Büyüka, “Gazeteciliğin her şeyini sevdim; heyecanı, haber alma duygusu, bilgileri ilk duyurması” diye devam ediyor:
“Antrenmanları, kongreleri takip ederdim, yöneticileri amcamın lokantasından tanıdığımdan özel röportajlar getirirdim. Atlatma haber çok önemliydi. İki yıl içinde haberlerimle jet hızıyla yükseldim. Cağaloğlu’ndaki işyerine gitmek için bindiğim vapurda yolculuk boyunca gezer, kimin elinde Milliyet var, kim haberlerimi okuyor, bakardım.”
ŞEKERİM BİZE YAZACAK ŞEY BIRAKMADIN!
Sene 1970’ler. Henüz televizyonda maç yayını yok. Genç Şansal Büyüka, hikâyeli ve esprili maç anlatımlarıyla dikkat çekmeye başladı. Sonrasını dinleyelim: “Avusturya-Türkiye arasındaki bir maç için Viyana’ya gittim. Öncesinde Avusturya milli takımının hazırlık maçını izledim ve bir ‘kritik’ yazısı yolladım. Başlığım ‘Prohaska’ya (Avusturyalı futbolcu) dikkat’ti. Duayen spor yazarı rahmetli Gündüz Kılıç bana, toy bir gazeteciye ‘Şekerim bize yazacak bir şey bırakmadın’ dedi. 50 yıla yakın meslek hayatımda Allah’a şükür kurumlardan, akademiden, STK’lardan yüzlerce ödülüm var. Hiçbiri benim için bunun kadar unutulmaz olmadı. Gurur duydum; ‘Demek ben ses getiriyorum’ dedim. Öyle yürüyüp gittik...”
ÜÇ GÜN MÜDÜR KOLTUĞUNA OTURAMADIM
Büyüka, 1990’lara kadar yazılı basında kaldı. Milliyet’te 10 yıl çalıştıktan sonra kısa süreliğine Güneş gazetesine geçti. Eski yuvasından ‘Spor Müdürlüğü’ teklifi gelince reddedemedi, Milliyet’e döndü. Büyüka, devam ediyor: “Spor gazeteciliğini kuran Namık Sevik’in koltuğuna üç gün oturamadım. O kadar efsane ki oturdukça rahatsız etti! Tam artık ‘Ben Milliyet’te ölürüm’ derken özel televizyonlar kuruldu ve Kanal 6’dan teklif geldi.” Gönlü gazetesindeydi ama televizyon yeni mecraydı ve ekonomisi iyiydi. İki ay düşündükten sonra kararını verdi; zamanın ruhuna uymak lazımdı! Büyüka, “Böylece televizyon işi başladı” diye anlatıyor: “Programlar yaptık, futbola biraz magazin kattık. Oradan Kanal D’ye gittik.”
RIDVAN DİLMEN’LE ÇATIDAN KORSAN YAYIN
Bir sonraki transferindeyse onu cezbeden maçlar olmuş: “Maçlar Show TV ve CINE 5’te yayınlanıyordu. Erol Aksoy bize teklif yaptı. O sırada maç yayınlarını Rıdvan Dilmen’le Mecidiyeköy’deki stüdyonun çatısından stat görülecek şekilde yapıyorduk. Bir nevi korsan yayın! Can Tanrıyar, Ferhan Tezcan, Sedat Kaya ile spor yayıncılığında daha önce yapılmamış ilkler, süper işler yaptık. Televole’ye başladık. Canlı yayında seyircili program yaptık ki bu bir çılgınlıktı! 22-23 senem televizyonculukta geçti.”
HİÇBİR ZAMAN KULÜP TEMSİLCİSİ GİBİ OLMADIK
Şansal Büyüka, televizyonculukta 21 yıllık ‘Maraton’ gibi kült programlara imza attı. Başarısının sırrı neydi? Yanıtı: “Haklının hakkını tespit etmeye çalıştık. Maalesef televizyonculukta kulüp avukatlığı gibi programlar ve kulüp temsilcisi gibi yorumcular var. Bir kulübü elbette tutarsınız ama sahada olanı eğip başka yöne çekerseniz izleyici sizi terk ediyor. Hep tarafsız kaldık. Kimseye pusu kurmadık, ölçülü olduk, özel hayata girmedik. Kulüplere hep saygılı olduk. İzleyicinin önünde kravatımın gevşediğini hatırlamam. Kravatım kayarsa beni uyarın abi! Sahici davranırken ortalığı tahrik etmedik. İzleyici öyle bir anlıyor ki kim sahici kim değil. Barometre gibi.”
SENE 2000’ler... ‘Maraton’lu yıllar...’
“Yıllarca birlikte program yaptığım bir televizyon fenomeni Erman Toroğlu ile.”
TELEVİZYONU BIRAKTIM ÇÜNKÜ...
Peki bu kadar emek verdiği televizyondan 2019 yılında kendini neden emekli etti? Şöyle cevaplıyor: “Lig TV’yi kurduk. Sıfırdan bir değer yarattık. Bu değer, bir milyar doların üzerinde bir paraya Katarlılara satıldı. Bana saygısızlıkları olmadı ama yayıncılık anlayışları başkaydı. Anlaşarak ayrıldık. Koltuktan kalkmasını bilmelisiniz. Gençliğin kusur olduğu tek ülke belki de Türkiye. Artık 70’ime gelmişim, meslekte 50 seneyi doldurup gelebilecek en yüksek noktaya gelmişim. ‘Bırakayım’ dedim, bıraktım. Milliyet’te devam ediyorum.”
HAKEME RİCA: BİR DAKİKA İDARE ETSİN
Spor gazeteciliğinin en zor yanı nedir? Büyüka “Fanatizm! Kazanan uçuyor, kaybeden burnundan soluyor. Her kaybedenin klasik bir nedeni var; hakem! Kazananın hakkını vermek, kaybedenin öfkesini dengelemek zorundasınız. En ufak laf sizi linç etmeye yetiyor. Halbuki hakem bir karar vermiş, yorumla bu değişmeyecek ki. Takım kaybedince vücut kimyamız bozuluyor. İlgi de azalıyor. Eskiden naklen yayınlarda devre arası reklamları yetiştiremezdik. Muhabir arkadaşa ‘Hakeme söyle bizi bir dakika daha idare etsin’ derdik.”
SENE 1988: Şansal Büyüka, eşi Nihal Hanım, çocukları Hazar ve Sine.
EŞİMİN ANLAYIŞINA ÇOK ŞEY BORÇLUYUM
Şansal Büyüka, “Gazeteci önce işiyle sonra eşiyle ilgilidir. Gazeteci-televizyoncu eşi olmak zordur” diyor. Eşi Nihal Hanım’la olan öyküsü bunun kanıtı: “1973’te bir süre büro şefi olarak Ankara’daydım. Bir ev ziyaretinde tanıştık. İlk görüşte beni çekti. Birkaç ay sonra İstanbul’da meşhur lokantalardan ‘Gelik’e davet ettim ama çıplak gazeteciyiz; para yok, pul yok! İstihbarat şefimiz Nezih Alkış’a durumu anlattım; “Beyler kimin cebinde fazla para varsa, atsın buraya” dedi. Ne için olduğunu sormadan, kimi 10 lira, kimi 20 lira verdi. İlk buluşmamızda evlilik teklif ettim. Nezih Abi de o akşam oradaydı. Masaya bütün bir ayva yolladı; ‘Ayvayı yedin’ mesajı vermek istemiş! Eşimin anlayışına çok şey borçluyum. Nişanlandığımız akşam üç saat habere gittim geldim. Günlerce eve gelmediğim oldu. Cumartesi pazarım, bayramım olmadı. Çocuklarım neredeyse yetim büyüdü. Eşim eski THY hostesidir. Deplasmandan eve geldiğimde sefere gitmiş oluyordu, evin girişinde sabit telefon dururdu. Önündeki notlarla birbirimize haber verirdik.”
Çiftin Hazar ve Sine adında iki çocuğu var.
SENE 1986
UNUTAMADIĞI ANISI: MARADONA’YI KARİKATÜRLE YAKALADIM
“Sene 1986. Güneş gazetesinde spor müdürüyüm. Genel yayın müdürü Güneri Civaoğlu, “Meksika’ya Dünya Kupası’na sen git” dedi. Otelde Arjantinli gazetecilerle arkadaş olduk. Finallerden önce Arjantin kampına gittik. Karikatüristimiz Mesut Yavuz’a Maradona’nın dev karikatürünü yaptırmıştım. Maradona’nın da en yıldızın yıldızı dönemi! Herkes peşinde. Altı saat bekledikten sonra uzaktan karikatürü tuttum. Görünce ister istemez durdu; yanımıza geldi, konuştuk. Tam sayfa yayınlandı, Türkiye çalkalandı.”
SENE 1974: ‘Daktilo başında’
“Halen maçtan hikâye çıkarmaya çalışırım. Tekniğine, taktiğine fazla girmem. İnsanlar seyrediyor, futbolu da herkes biliyor. Astronomi ilmi değil ki kardeşim, uzaya adam yollamıyoruz sonuçta! Okurken seyrettiğimin dışında bir şey bulmalıyım. Taraflı yazarlığı da kabul etmiyorum. Yazarın tarafı ancak hak edenin tarafını tutarak olur.”
SENE 1960’lar...
SES YARIŞMASI MACERASI...
“Amcamın yazlık sinemasının müdürü Yeşilçam’daydı. Bana ille, ‘Seni Ses Dergisi’nin yarışmasına sokacağım’ dedi. Gittik, fotoğraflar çektiler. Rahmetli Tarık Akan’ın birinci olduğu yıl ben de finalistlerden biriydim! Birkaç fotoromanda ve kısa filmde oynattılar. Kendimi denedim ve sıfır başarı elde edeceğimi anladım. Hemen kendimi gazeteciliğe attım.”
SENE 1950’ler...
KAFKASYA KÖKENLİ AİLE
“Babam ciddi bir Kafkas milliyetçisiydi. Kafkas dilleri hakkında kitaplar yazdı. Bugün ‘Abhazya’da adına müzesi, caddeleri vardır. Soyadımız Kafkasya’daki sülalemizin Türkçeleştirilmiş hali. İsmim de ‘Şansın gelsin gitsin’ anlamı taşır. Aslında nüfusta ‘Şansav’dır ama meslekte daha kolay olsun diye ‘Şansal’ yaptık.”
Paylaş