Paylaş
Tam 50 küsur yıldır sahnede! Kah biz onun tiyatro salonlarına konuk olduk kah o filmlerle, sinema salonlarıyla seyirciye geldi, bizi ekranlara bağlayan dizilerle evimize konuk oldu. Her jenerasyondan izleyicinin en sevdiği oyunculardan biri Erdal Özyağcılar. Bu sevginin sırrı nedir? Özyağcılar, “Bu sevgi karşılıklı…” diyerek başlıyor yanıtlamaya: “Mesleğimi severek yapıyorum. Bu meslek insanı ilgilendirdiği için insan ve canlı sevgim de çok fazla… Bu sevgi daha çocukluğumdan başlamış. Babam bana iki küçük kardeşim de doğduğunda ne kadar mutlu olduğumu anlatırdı. Onları hiç kıskanmamışım. Evde günler olduğunda gelen misafirlerin çocukları da hep benim odama gelirlerdi, onlarla ilgilenirdim…” Özyağcıların hikayesi Konya’da başlıyor. Türkmen kökenli aile daha sonra Bursa’ya yerleşiyor. Önce Mudanya’daki zeytin bahçelerinde, soyadlarını da aldıklarını zeytinyağı üretimi yapıyorlar. Daha sonra deri işine giriyorlar. Dede işini Erdal Bey’in babası devam ettiriyor. Erdal Özyağcılar da ailenin Uludağ’ın yamaçlarına bakan geniş bahçeli bir Rum evinde 1948’de dünyaya geliyor. Onu biri kız diğeri erkek iki kardeş izliyor; Ender ve Mustafa.
Anne ve babasıyla...
SAKİNLEŞSİN DİYE ÜFÜRÜKÇÜYE...
Erdal Bey’in çocukluğu, evde kalabalık aile, geniş bahçede ağaçlar arasında koşturarak geçiyor. Çocukluğunu şöyle anlatıyor: “Çevremdeki insanlar annem, babam, babaannem de keyifliydi.
Sene 1950'ler
Bahçede bir manolya ağacımız vardı. Manolya koklanmaz, koklanınca sararır…
Tıpkı Zeki Müren’in ‘Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam’ dediği şarkısı gibi… Komşumuz bir hastaneydi. Bizden sürekli manolya isterlerdi. Ben de ağaca tırmanıp manolya koparır, verirken de ‘Ama bunu koklamayın, e mi?’ derdim. Babaannemin odasında kalırdım. Onunla aramızda büyük bir aşk vardı. Çok yaramaz bir çocuktum. Biraz da hiperaktivitem vardı. Babaannem sakinleşeyim diye beni üfürükçüye götürürdü.”
‘ÇANTAMLA KARDA KIZAK KAYARDIM’
Özyağcılar, önce ‘Özel Yeni Okul’a yazdırıldı. Oradan Çelebi Mehmet Ortaokulu’na devam etti. Anlatıyor: “Babamın verdiği bir deri çantam vardı. O çantayı kışın dönüş yolunda kızağım olarak kullanırdım! Bursa Erkek Lisesi’nden mezun oldum. Sinema ve tiyatro merakım o dönem başladı. Bursa’da Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu açıldı. Özel tiyatrolar da gelirlerdi, onları takip ederdik. Oyun kitapçıklarında ‘cast’lar olurdu. En sevdiğim karakterin karşısındaki ismi silip üzerine kendi adımı yazardım!” Kim tahmin ederdi ki bundan birkaç yıl sonra İstanbul’da, Kenter Tiyatrosu oyunlarında ismi yalnızca kitapçıkta yer almayacak, salon fuayesine fotoğrafıyla birlikte asılacaktı!
Sene 1982: Kaldırım Serçesi oyununda...
‘TİYATRONUN ALTIN ÇAĞINDA ÖĞRENCİYDİM’
Üniversite seçimini, akrabaları, Anayasa Profesörü Selçuk Özçelik’in girişimiyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden yana yaptı. Ancak daha ilk günden bu iş yaştı! Erdal Bey devam ediyor: “Okulun amfisine bir girdim; bin 100 kişi! ‘Ben burada nasıl okuyacağım!’ dedim. Yan taraftaki Konservatuvar’a girip çıkmaya başlamıştım. Sonunda kararımı verdim; Konservatuvar’a geçecektim. Bu arada o meşhur ‘İlhan Ogan’ olayı oldu; arkadaşım İlhan’ın belgeleriyle İstanbul Belediye Konservatuvarı’na girdim. Bir yıl o şekilde devam ettikten sonra yeniden sınava girdim. Yıldız Hoca bana sınıf atlattırdı. Ülkelerin tarihlerinde bazı altın dönemler oluyor; sanatta, edebiyatta, romanda çok ünlü insanlar ortaya çıkıyor... Benim dönemim de tiyatronun altın çağı gibiydi. Yıldız Kenter gibi bir hocamız vardı. Onun dışındaki hocalarımız da halen edebiyat dünyasında eserleri yayınlanan önemli isimlerdi; Melih Cevdet Anday, Sabahattin Kudret Aksal, Ahmet Kutsi Tecel…”
Sene 1984: Carmen’de Nükhet Duru ile...
‘YILDIZ HOCA’NIN BANA ÖĞÜDÜ…’
Özyağcılar, tiyatronun ‘Altın Çağı’nda öğrenci olmanın büyük bir şans olduğunu söylüyor… Peki aklında kalan anılar neler? Erdal Bey, anlatıyor: “Devamlı tiyatrodaydık. Sabah okul, akşam tiyatro… Hiç boş zamanımız olmadı. Yıldız Kenter’le ilk defa Konservatuvar imtihanında karşılaşmıştık. Ona ‘Uçağa bindim, Sultanahmet’te köfte yedim, bir soda içip gelsem…’ demiştim. Daha orada benim hakkımda ‘Bu çocuk pek normal değil galiba...’ demiş! Yıldız Hoca bana hayatı boyunca hep soru işaretiyle baktı. Ben hep çok doğrudandım. Bir de çocuk yanım vardı. Bana, “Senin çok güzel bir çocuk yanın var. Bunu sakın bozma, hayatın boyunca büyüme! İyi bir oyuncu olacaksın ama en güzel, en yalansız duygularını bu çocuk tarafında bulacaksın’ dedi. Bu tavsiyeye uydum, içimdeki çocuk duruyor!”
Sene 2016
‘İLK SAHNEYE ÇIKIŞIM…’
Yıldız Kenter, bu oyuncu adayına yalnızca öğüt vermekle kalmadı. Onu Kenter Tiyatrosu’nda yanına oyuncu olarak da aldı. Özyağcılar, profesyonel olarak sahneye ilk defa 1966 yılında ‘Karakolda’ oyunuyla çıktı. Sanki dün gibi anlatıyor: “Onun provalarına girmek rüya gibiydi..Karşınızda Erol Günaydın var, Müşfik Kenter var, Şükran Güngör, Pekcan Koşar… ‘Avukat Simms’ isimli küçük bir rolüm vardı. Çocukluğumdaki hayal gerçek olmuştu; ‘cast’a ismim yazıldı. Hayatımız böyle geçiyordu; varsa tiyatro yoksa tiyatro! Sonra eşim Güzin (Koçak) ile tanıştık. Yurtdışına gittik, geldik, nişanlandık, profesyonel hayat başladı. Oyunlar turneler. Sonra ilk çocuğumuz Emrah ve ardından kızımız Zeynep doğdu. Biz hiçbir şeyin farkında olamadık, çalış Allah çalış!”
‘ELVEDA RUMELİ’YE VEDA ETMEK ZORDU’
Mecraları ayırmıyor, peki ya oynadığı karakterler? Özyağcılar anlatıyor: “Elveda Rumeli, Türkiye dışında da reyting rekorları kırmış bir diziydi. Ben ‘Sütçü Ramiz’ karakterini canlandırmıştım. Son bölümü çekip, seti bitirdikten sonra eve döndüm. Gece rüyamda Sütçü Ramiz’i gördüm… Makave köyünde bir taşın üzerinde oturmuş, ufku seyrediyor ve beni bekliyordu… Sanki ‘Hop’ diye yeniden onun içine gireceğim ve ona can vereceğim gibi…”
Sene 2009
EKRANDA DA BÜYÜLÜ DÖNEM…
Erdal Özyağcılar’ın öğrencilik yıllarından sonra adım attığı sinema da büyülü bir döneme rastlıyor… Özyağcılar anlatıyor: “Şükran Güngör ve Kamuran Yüce ‘Rant Film’ diye bir şirket kurdular. İlk filmleri ‘Pembe Kadın’dı. İkinci film olarak ellerinde Yaşar Kemal’ın ‘Ölüm Tarlası’ senaryosu vardı. Yönetmen Atıf Yılmaz bizim tiyatroya çok gelir giderdi. ‘Bunu çekelim’ dedi ve orada bana da rol verdiler. İlk film öyle başladı… Baktık Atıf Abi bizi oynatıyor, sinemaya bulaştık! Sonra Ertem (Eğilmez) Ağabey ile tanıştım. Onunla daha da çok sinemaya el attık. O klasik Türk sinema yapısını bozmuştu, sosyal içerikli komediler çekiyordu; Kemal Sunallı, Şener Şen, Şevket Altuğ, Ayşen Gruda ekibi… Onunla da epey film yaptık…” Peki hem tiyatroda hem ekranlarda başarılı projeleri seçmesi bir tesadüf mü? Özyağcılar yanıtlıyor: “Sahnedeki veya kamera önünde seyircimle olan samimiyetimi hiç bozmadım. Gerçekten oynamakla rol kesmek arasında ince bir çizgi vardır. İşte samimiyet dediğim o… Halkın bir beyaz filesi vardır; içinde yarım kilo kıyma, bir kalıp beyaz peynir, dört domates, yarım kilo patates… Ben o fileye bir ‘Erdal Özyağcılar’ olarak girmeye çalıştım ve bunda başarılı olduğumu şimdi, 50 sene sonra görüyorum…”
Sene 1978: Candan Sabuncu ile...
İŞİME DE EŞİME DE AŞIĞIM
Peki özel hayatında Erdal Özyağcılar nasıl biridir? Yanıtı: “Ben aslında kaygılı bir karakterimdir… Bu ruh halimi bana hayatın anlamını hissettiren yaşam mutluluğuma bağ olan insanı, hayvanı, doğayı yürekten severek yok etmeye çalışıyorum. Bana göre insan sevdiği işi yapmalı hatta aşık olmalı… Ben aşığım. Ayrıca aileme çok düşkünüm. Tam bir ev insanıyım, evimin içinde çok mutlu oluyorum.” Erdal Bey, 1972 yılından beri oyuncu Güzin Özyağcılar ile evli. Çiftin, Emrah ve Zeynep isimli iki çocuğu var.
Sene 1970'ler
SON PATRONUM: KIZIM!
Peki bugünlerde nerelerde Özyağcılar? Cevabı; kızının yanında! Diyor ki: “Kızım Zeynep, 2014’te ‘Tiyatro Martı’yı kurdu. Adını Nazım Hikmet’in şu sözünden aldı: ‘İnsan, denizin olmadığı yerde, umut adına, martı olmalı.’ Willam Mastrosimone’un ‘Uçlar’, Donald Churchill’in ‘Hoş geldin Boyacı’ ve Ionescu’nun ‘Kral’ oyunlarını sergiledi. Bu oyunlarda ben de oynuyorum! Halen provaları devam eden, Zeynep’in yazdığı ve oynayacağı ‘En güzel parçam’ adlı oyun da 13 Kasım’da Zorlu Gösteri Merkezi’nde prömiyerini yapacak.”
Sene 1980'ler
‘ÖNEMLİ OLAN İYİ SENARYO’
Sanat hayatında 50 yılı geride bırakan Özyağcılar, bu zaman içinde karşısına çıktığı izleyicileri nasıl buluyor? Biz, onu izleyenler de değiştik mi? Erdal Bey, “Benim başladığım dönemlerde, televizyon da olmadığından insanlar tiyatro ve sinemaya çok daha meraklıydı. Tiyatroya gitmek bir ayrıcalıktı, bir topluma tutunma, bir eğitim yeri gibiydi. İstanbul’a gelen talebeler özellikle çok açtılar bu kültürel etkinliklere. Tiyatroda ortaya iyi oyun konduğunda izleyici yine geliyor ama…” diyerek yanıtlıyor: “Dizilerde bu böyle değil. Dizide, başarının sırrı senaristlerde. Bu nedenle oyuncunun eğitimli olması, usta-çırak ilişkisiyle eğitim görmesi veya tiyatro okullarından gelmiş olması pek kayda değer olmuyor. Hatta olmaması daha makbul görülüyor…
Sene 2014
Bazı yapımcılar eğitimli oyuncuların gerek senaryo gerek rolle ilgili yönetmenlerle konuşmalarını sevmiyor. Benim şu an bariz 3.5-4 reytingim var... Böylece bu dertlerden yırtıyorum (gülüyor)! Allah eğitimli, dizilerde başarılı olmak isteyen oyuncuların yolunu açık etsin! Ancak herkes bilsin ki izleyici iyi eğitimli oyuncuyla diğerleri arasındaki farkı hemen anlıyor. Hani pazar bulmacalarında yan yana iki resim vardır birbirinin aynı gibi görünür. Altında şöyle bir yazı vardır: ‘Bu iki resim arasında yedi farkı bulun, onun gibi.”
Zeynep Bilgehan - Erdal Özyağcılar
Paylaş