Paylaş
Jeopolitik olarak ‘dış politika’ mesleğinin içine doğmuş desek yanlış olmaz! Onur Öymen, 1940 yılında felsefe öğretmeni Münir Raşit Rahman Öymen ile coğrafya öğretmeni Nebahat Öymen’in tek çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya geldi. İki ebeveyn de öğretmen olunca öğrenim hayatı daha çok küçük yaşlarda başladı… Öymen, “Onların tecrübe ve telkinlerinden çok yararlandım” diye başlıyor: “Babamın bir hikayesi vardır. Öğrencileri neden hiç kızmadığını sorarlar… Onlara, ‘Ben kızarsam, size kızmamayı kim öğretecek?’ diye yanıt verir. Bizim meslekte de kızmayacaksınız, her konuyu serinkanlılıkla değerlendireceksiniz!” Ancak Öymen’in aile evinde geçirdiği vakit çok kısıtlı oluyor, çünkü ilkokul birinci sınıftan itibaren öğrenim hayatı boyunca hep yatılı okuyor.
Sene 2003, Milletvekilliği dönemi…
‘BEN OKULDA BÜYÜDÜM’
Önce Galatasaray Lisesi… Yedi yaşından itibaren 12 yılını okulda geçiriyor. Öymen, “Bir anlamda okulda büyüdüm” diyor. Evde iki denetmen olduğundan dersleri hep iyi bir öğrenci! Arkadaşlarıyla gündemlerindeyse hep güncel konular var: “Rahmetli Prof Bülent Tanör ve Ali Sirmen okul arkadaşlarımdı. Türkiye’nin sorunlarıyla yakından ilgilenirdik. O dönem Kıbrıs meselesi gündemdeydi. Çanakkale şehitleri için bir anıt yapılacaktı. Milliyet Gazetesi, masraflara katkıda bulunmak için kampanya açmıştı. Abdi İpekçi’yle konuşup, sokaklarda Milliyet gazetesi satarak kampanyaya katılmıştık. Böyle bir sosyal çalışma tecrübemiz olmuştu. Dış politikayla o zamandan itibaren ilgileniyorduk.”
GÜNDEMİ HEP POLİTİKA
Dönemin geleneği Galatasaray Lisesi’nden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi, nam-ı diğer Mülkiye’ye devam etmekti. Öymen de 1959 yılında Mülkiye’ye girdi. Ankara’ya taşınmak onun için konaklama açısından çok şey fark ettirmedi; zira yine yatılıydı… Daha birinci sınıfta, sınıf arkadaşlarıyla beraber kendini Türkiye’nin siyasi olaylarının içinde buldu. Anlatıyor: “Mülkiye geleneksel olarak toplum sorunlarıyla çok ilgili bir fakültedir. Bizim zamanımızda da hem toplum hem siyasi hayat çok hareketliydi. 1960 ihtilali öncesi olayları yakından izliyorduk. Sonrası da tarihi bir dönemdi. Yeni Anayasa’nın yazım çalışmaları İstanbul Hukuk Fakültesi’yle birlikte Ankara’da Mülkiye’de yapılıyordu. Biz öğrenciler de yeni Anayasa yazım sürecinin yapıldığı toplantılara girer ve izlerdik.”
Sene 1993, Rauf Denktaş ile beraber, Öymen Bonn Büyükelçisi iken
POLİS ROMANI GİBİ...
Öymen, okulun üçüncü sınıfından itibaren mesleğini belirlemişti. Bu hedef doğrultusunda 1964’te Dışişleri Bakanlığı sınavına girdi, kazandı… İlk görev yeri NATO Dairesi’ydi: “Dört yıl orada hem askeri hem siyasi şubede çalıştım. O sıralarda önemli gelişmeler vardı; Fransa, NATO içinde sorun oluşturuyordu. NATO merkezi önce Paris’ti. Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, Fransa’yı NATO’nun askeri kanadından çekince merkez Brüksel’e taşındı. NATO Dairesi’nde çalışanlar için büyük bir gizlilik psikolojisi vardı. Paris’e giderken Bulgaristan üzerinden uçmayan uçaklarla gitmemizi isterlerdi ki uçak düşerse elimizdeki NATO belgeleri etrafa saçılmasın! Polis roman gibi!”
Sene 1963, Mülkiye’de İnek Bayramı
‘KIBRIS HAREKÂTI’NDAN GURUR DUYUYORDUK’
Dört yıllık NATO görevini, çetrefilli konulara siyasi çözüm arayan uluslararası kurum Avrupa Konseyi izledi. Bu sırada akademik kariyerini de sürdürdü. Doktora tezini ‘Savunma politikaları ve teknoloji’ üzerine yazdı... Birikimlerini, 1974 yılında atandığı Kıbrıs Şube Müdürlüğü görevinde pekiştirebilecekti! Öymen bu hareketli dönemi şöyle anlatıyor:
“Harekât sonrası Kıbrıs’ta dört senemiz geçti. Türkiye olarak bir devletin kuruluşuna tanık olduk. Türkiye’nin yaptığı harekâttan çok gurur duyuyorduk. Kıbrıslı Türklerin can ve mal güvenliğini sağlıyor, kendi bölgelerinde özgür, özerk, demokratik bir devlet oluşturması sürecine katkıda bulunuyorduk. Biz bir uluslararası anlaşmaya dayanarak müdahale etmiştik ama neticede uluslararası toplum kendi siyasi ve güvenlik çıkarları nedeniyle en haksız oldukları konularda bile Kıbrıslı Rumların arkasında durdu. BM Gücü ellerinden geldiğince tarafsız görünmeye çalışsalar da hissediyordunuz ki büyük devletlerin arkasındalar. Buna rağmen Türkiye’nin görüş ve tezlerini savunmada sıkıntı çekmedik çünkü çok haklıydık. Denktaş müthiş bir devlet adamıydı, kahramandı. Dünyanın en büyük devletlerinin önünde boyun eğmeyen bir liderdi.”
ANLAŞAMIYORSAN ERTELEYECEKSİN
Öymen Ukrayna-Rusya arasında yaşananları nasıl değerlendiriyor? Yanıtı: “Minsk’te iki defa ateşkes anlaşması yapıldı. İkisine de uyulmadı. Fransa ve Almanya’nın arabuluculuğu da işe yaramadı. Böyle giderse uluslararası ilişkilerin kurallara göre yürütülmesi mümkün olmaz. Birinci öncelik ateşkestir. Şu sırada büyük bir insani dram yaşanıyor. Yüz binlerce insan açlık tehlikesi altında, bombardımanlardan hayat kaygısı içinde… Ateşkes sağlanırsa çok daha serinkanlılıkla görüşülür. Herkes gelişmelerden gerekli dersleri almıştır.” Peki kimse birbiriyle anlaşamazsa dünya barışı hep bir hayal mi olacak? Sorunları çözmenin bir reçetesi yok mudur? Onur Öymen, “Ruslar devamlı Ukrayna’daki liderliği işaret ediyorlar; onları hedefe koyuyorlar” diyor: “Soğuk Savaş zamanı da Macaristan’da, Çekoslavakya’da buna benzer şeyler yaşadık. Tankları sokup kendilerine yakın liderleri iş başına getirdiler. Şimdi hem Doğu Avrupa’da hem başka yerlerde seçimle gelen demokratik liderler var. Halkların tercihine saygı duymak lazım.”
İKİ KOMŞU NASIL BARIŞTIRILIR
Hayatının 50 yılından fazlasını hem diplomat hem siyasetçi olarak ‘diplomasi’ye adamış Öymen’e göre… Kavga eden iki komşu nasıl barıştırılır? Diplomasinin incelikleri nelerdir? Diyor ki: “İki sade vatandaş arasında itilaf yumruklaşmaya kadar gidebilir ama diplomatlar en çetin meseleleri bile diplomasi diliyle konuşurlar. Uzlaşmalar ve karşılıklı küçük tavizler olur. Diplomasi bokstan ziyade tenise benzer. Birbirlerine saldırmadan, yumruk atmadan akıllı şekilde topu hedefe ulaştırmak diplomasiyi tarif eder. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; haklı olduğunuzu söylemeniz yetmiyor. Bunu dünyaya kabul ettirmeniz lazım. Basın ve televizyon tarafsız olmazsa devletlerin haklılıklarını göstermeleri daha zor olur. Uluslararası kurumların kurallarına uymak ve objektif olmaya çalışmak gerekiyor.”
TÜRKİYE’NİN ROLÜ ÖNEMLİ
Ukrayna-Rusya arasında Türkiye’nin oynadığı rolü nasıl değerlendiriyor? Diyor ki: “Antalya’da iki ülkenin dış işleri bakanlarının ilk defa bir araya gelmesi iki açıdan önemli; hem ilk defa bu kadar üst düzeyde hem de üçüncü bir ülkenin katılımıyla yapıldı. Daha önceki bütün toplantılar Rusya ve Ukrayna arasında ve daha düşük düzeydeydi. Bu üçlü mekanizmanın devamı sağlanırsa Türkiye barışa daha fazla katkı sunabilir. Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun Rusya ve Ukrayna seyahatleri de ve Alman Başbakanı Olaf Scholz’un Türkiye ziyareti de çok önemli. Almanya’da siyasi ortam değişti ve Türkiye’nin AB üyelik sürecinin canlandırılması için iyi bir fırsat var. Bu fırsat kullanılmalı…”
TÜRKİYE’NİN TARİHSEL TEZİ: EGEMEN EŞİTLİĞİ
Tüm bu karmaşa içinde Türkiye nerede duruyor? Öymen, “Rusya, henüz daha Sovyetler Birliği’nin dağılmış olmasını, orada bağımsız devletler kurulmuş olmasını içine sindirememiş görünüyor” diyerek başlıyor yanıtlamaya: “Türkiye ile farkı orada… Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında olup da sonra bağımsızlığına kavuşan devletlerle yakın ilişkiler kurmaya özen gösterdi. Mesela Balkan Paktı’nı kurdu; Türkiye, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya… Bunların hepsi Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalarıydı. Türkiye bunu bir kompleks haline getirmedi. İsmet Paşa, Lozan’da başından itibaren ‘Egemen bir devlet olarak burada sizlerle eşit haklara sahibiz’ diyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan anlaşmaların hiçbirinde savaşı kaybedenlerle kazananlar arasında eşitlik gözetilmemiş. Sadece Türkiye Lozan Anlaşması’yla ‘egemen eşitliği’ni kabul ettirmiş. 1920’lerin başından itibaren başka ülkelerin egemenliğine saygı göstermeyi bir ilke olarak benimsiyoruz. Türkiye bugün de Atatürk’ün dış politika ilkelerini titizlikle uygulamalıdır.”
BİR İTİMAT ÜLKESİ: TÜRKİYE
Öymen, Türk diplomatların arabuluculuk olaylarında hep büyük bir ‘itimat sahibi’ olduğunu söylüyor ve bir örnekle anlatıyor: “İran-Irak Savaşı başlayınca iki ülke de karşılıklı menfaatlerinin korunmasını sağlayacak üçüncü ülke olarak Türkiye’yi istemişti. Aynı ülkenin, her iki tarafın da itimat ettiği ülke olması çok istisnadır. Türkiye işte böyleydi. Rahmetli Nüzhet Kandemir’le İran ve Irak’a gitmiş ve ateşkesin sağlanmasına katkıda bulunmaya çalışmıştık.”
Paylaş